18 Haziran 2011 Cumartesi

İNSAN KILIĞINDAKİ CİN’LER

                                        Bismillâhirrahmanirrahim
      Övünmek cümle alemlerin ve cümle alemlerdeki görünen ve görünmeyen tüm varlıkların rabbi olan Allah’a mahsustur. Selam insanların ve cinlerin peygamberi olan Hz. Muhammed s.a.v’e ve ruhu Muhammed’le her zaman sağ ve mevcut olan evlad-ı Resul’e / ehli beyt’e olsun. Rabbım bizleri evlâd-ı Resule dahil edip onlardan asla ve asla ayırmasın.     
     Cenabı Hakk’ın “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, cin ismi ile yaratılmış, Allah’a ibadetle / kullukla mükellef varlıklar mevcuttur. Ve cin’lerin Müslümanları olduğu gibi, gayrı Müslimlerinin  (Müslüman olmayanlarının) de olduğunu "Kuşkusuz içimizde, Müslüman olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var…” (Cin- 14) Ayeti beyan eder. Yine kur’anın Cin’i de ateşin dumansızından yarattı.” (Rahman -15) beyanında ifade edildiği gibi, cinler ateşten yaratılmış cismi olmayan latif, yani gözle görülmeyen ve insan’dan nakıs / eksik yaratıklar olduğu gibi, makamı insan marifetinden de perdeli ve mahrumdurlar. Bunu ifadeyle kur’an’da, "kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve kayıp giden ışınlarla / yakıcı alevlerle doldurulmuş bulduk." (Cin- 8) buyrulur ki, gök ruhaniyet alemini, gökler ise makam-ı insan olan meratibi ilâhiyi remzeder.
    Bu ayette cinlerin ruhaniyet gökleri olan meratibi ilâh-i keşfine erişmekten aciz olup, bu makamları idrak etmelerini engelleyen “..bekçilerin, ışık saçan alevlerin..” olduğu ifade ediliyor. Buna göre cinler ateşten yaratıldıklarından yaratılışları nakıs / eksik olduğu için ruh gökleri olan meratibi ilâhi marifetine ulaşamazlar. Meratibi ilâh-i marifeti ancak ve ancak insanda açığa çıkar. Ve her kim Allah’ın bu mertebelerine mazhar olursa, o insan ruh göklerine erişmiş kâmil bir insan olur. Bu itibarla yaratılışlarından eksik / nakıs olan cinler, Allah’ın emir ve yasakları ile mükellef olmalarına rağmen, meratibi ilâhi keşfi irfaniyetinden hasıl olan kemalâtın mükellefi değillerdir. Bundan dolayı ruhaniyet göklerine erişmek istediklerinde akli ve ilmi tefekkür bekçileri ile meratibi ilâhi keşfi irfaniyeti ışıkları, cinlere yakıcı alev tesiri yaparak göğe ulaşmalarına mani olur. Yani cinlerde tefekkürü ilâhi ve meratibi ilâhiye erişme istidatı ve kabiliyetinin olmayış engeli, onlara çetin bekçi ve yakıcı alev tesiri yaparak, cinlerin ruh göklerine ulaşmasına mani olur. Ayette bu hakikat ifade ediliyor Allah’u alem..
       Ayrıca, Şeyhül ekber muhiddin Arabi hz.lerinin “vehm-i bir güç” olarak tanımladığı iblis de cin kavmindendir. Ve cinler, daima gözüktükleri suret ve kılık üzere tanınıp bilinmeyi şiddetle isterler. Bundan dolayı gözüktükleri suret ve kılıktaki cinliklerinin teşhis edilerek gerçek kimliğinin faş olup açığa çıkmasından son derece rahatsız oldukları için, kendilerini teşhis edebilecek olan kimselerden uzak dururlar. Cinlikleri deşifre olur korkusuyla bu kimselerin yanına uğramaktan bahaneler üreterek kesinlikle kaçınırlar.
      İnsan ise, “Biz gerçekten insanı en güzel surette / biçimde yarattık” (Tin- 4) beyanı ve benzer ayet beyanları gereğince en mükemmel ve mazharı cami olarak, yani cümle varlık alemini kendinde cem eden (toplayan) olarak yaratılmıştır. Bunu ifadeyle ehli kemâl; “Her ne varsa alem de o mevcuttur Adem’de” buyurmuştur. Ki, yaratılan her şeyin insanda mevcut olması itibarıyla cin’lik hasleti de her insan’ın potansiyelinde vardır. Bunu beyanla Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden Abdülmalik Hilmi hz.leri; “İnsandaki vehim ve hayalin birleşmesinden cin meydana gelir” diyor. Buna göre her insanda var olan akıl, hayal, vehim, hafıza ve idrak beş batın duyu / his içinden, her kim vehim ve hayal ile fazlaca meşgul olur da, ilmi ve akli değerlere önem vermezse, o kimse vehimlerinden ve hayalinden hasıl olan varlıklar görür. Ki, bu görünenlerin cisimleri olmadığından mazharı latif olan cin’lerdir. Ve bu latif mazharı cin’lerle meşguliyet oranında, kişi akli ve ilmi değerlerden daha fazla uzaklaşıp vehim ve hayale mahküm olur. Böyle kimseler sosyal ve toplumsal ilişkilerinde son derce zayıf, içine kapanık, insani değerlerden ve makam-ı insandan uzaklaşarak cin vasfının kendilerinde galip gelmesi ile cin’leşirler. Bunlar insan kılığı ve suretinde olmalarına rağmen cin mertebesine düşerek, nefsin hevası / istekleri doğrultusunda süfli bir şekilde kulluk yaparak yaşarlar. Ki, insan suret ve kılığındaki cin’leşenler dört kısımdır.
      Birincisi; Toplum içinde genellikle yalnız olarak yaşayan, sosyal ilişkileri son derece zayıf ve içine kapanık kişiliklerdir. Bunlar hayal ve vehim duyularının etkisi altına girmiş, akli ilmi muhakeme ve tefekkürü olmayan veya az olanlardır. Bunlar genellikle içinde yaşadıkları topluma bazen zarar verebildikleri gibi, daha ziyade kendilerine zararlıdırlar. Bunlar genellikle içine kapanık olarak yalnız yaşamakla beraber, hayalleri ile konuşup sohbet ederler, fakat onun böyle konuştuğuna şahit olanlar onun, kendi kendine konuştuğuna hükmederler. Halbuki o, hayalinde o’na görünenle konuşur. Ve bunların içinden kendi vehim ve hayallerinden hasıl olan görüntülerle evlenip çoluk çocuk sahibiymiş gibi yaşayanları dahi olur. Bu gibi insan suret ve kılığındaki cinler, Allah’a kullukla mükellef olmalarına rağmen Allah’ın emir ve yasaklarını gözetmeden yaşarlar. Ve bunlar, Müslüman ve gayrı Müslim (Müslüman olmayan) her toplumda var olurlar. Bunları beyanla kur’anda; Yemin olsun ki biz, cinler ve insanlardan kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup ta bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (Araf -179) buyrulur.
     İnsan suretindeki cinlerin ikincisi; Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmekle beraber, bunlar da hayal ve vehim duyularının etkisiyle akli ve ilmi değerlerden uzaktırlar. Bunlar Müslüman olup şeriata riayet ederek Allah’a kulluk mükellefiyetini yerine getirmeye gayret ederler. Ve Müslüman olarak yaşadıkları toplum içinde bunların, genellikle kimseye zararları olmayıp zararları kendilerinedir. Bunlar da hayalleri ile konuşup, akli ve ilmi değerlerden uzak, içine kapanık, toplumsal sosyal ilişkileri çok zayıf olarak nefislerinin istekleri doğrultusunda genellikle yalnız yaşarlar. Ki bu kısım Müslüman cinleri beyan ile kur’an’da; “De ki; “Cinlerden bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: Gerçekten biz, hayranlık verici bir kur’an dinledik. Doğruya ve hayra kılavuzluyor. Biz de inandık ona Artık Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız" (Cin- 1,2) buyrulur.
    İnsan suretindeki cinlerin üçüncüsü; İlim ve irfan sahibi kimselerle teması olduğu gibi, genellikle kâmil-i mürşidin bu alemdeki varlığını kabul etmekle beraber, bir mürşidin meclisinde bulunanların arasından çıkar. Bunlar genellikle kitaplardaki bilgileri, ilim irfan meclislerinde duyduklarını, zeka ağırlıklı değerlendirerek, batın-i yönden tevil ve yorum yaparlar. Ve bunlar, Allah’ın açık emirlerini ve yasaklarını dahi tevil etmekten çekinmeyen ve bu emirlere yasaklara riayet etmemeyi bir faziletmiş kemalatmış gibi etraflarına teşhir ederler. Ki bunlar ehli kemâl’den işittikleri kibar kelam ve menkibelerle insanlara mürşidlik yaparak onlara yol gösterme heva-i nefsi (nefsin isteği) ile yaşarlar. Bunlar bu ahval ile hem kendilerine hem de içinde bulundukları topluma çok zarar verirler. Bunlar da genellikle cin’lerden olan iblis’lik galip olduğu için bunlar, doğru yolda yürüyenleri şaşırttıklarından bunların kendilerini şeytan çarptığı gibi, bunlara uyanlar da şeytana çarpılmış olurlar.
    İnsan suretindeki cin’lerin dördüncüsünü ise; Kur’anın “Biz en yakın göğü zinetlerle yıldızlarla donattık. Onu itaatten çıkan her asi şeytandan koruduk. Onlar ne kadar çırpınsalar da o yüce meclisi dinleyemezler. Ve her taraftan atışa tutulup kovulurlar…” (Saffat-6..9) “Ancak kulak hırsızlığı yapanlar olur. Onu da şihab / yakıcı bir alev takip eder.” (Saffat-10) (Hicr-18.) Bu ve benzeri ayetler beyan eder. Ki ayette ifade edilen yakın gök insanı kâmili, zinetler ve yıldızlar donanımı kâmil’den ve onun meclisinde zahir olan hidayet üzere olan ilham ve doğuşlardır, asi şeytandan korunması, Kâmil’den zahir olan marifet ve kemalâta cinlerin ve şeytanın erişememesidir. yüce meclis ise, marifetullahın zahir olduğu ehli zikir, ehli irfan meclisi ile Kâmil’in gönlüdür. Allahu alem.
     Bu itibarla, bu kısım insan suretindeki cin’ler, ehli kemâl ve ehli irfan ile oturup kalkarlar ve şeriatın emir ve yasaklarına, ahkâma riayet ederler. Bunlar genellikle kendisinden daha az bilgisi olan ve kendisine itiraz edemeyen ve edemeyecek olan kimseleri arayıp bulur onlarla oturup kalkar. Ve onları ehli kemâl’in meclisinden “kulak hırsızlığı” yaparak işittikleriyle irşad etmeye uğraşır. Bu tür olan insan suretindeki cinler, kendilerinden ilim irfaniyeti daha yüksek olan kimselerden daima kaçınırlar. Ve onlarla beraber olduğu zaman nakıslığı / eksikliği anlaşılır diye onların yanında pek konuşmazlar. Çünkü bunlar, eksikliklerinin ve cinliklerinin mecliste ortaya çıkmasından son derece çekinirler. Bunlar da genellikle ali prensip ve meratibi ilâhi merkezli olmayan, zeka ağırlıklı batıni tevil ve yorumlar yaparlar. Ve bu hallerini kâmil’in ahval ve marifetiymiş gibi sergileyip insanı kâmil suret ve kılığında gözükürler. Oysa bunlar ruh gökleri olan meratibi ilâh-i keşfi marifetine erişememiş olduklarından, insan-ı kâmil merkezli tefekkür ve marifetten mahrum ve uzaktırlar. Bunun için kâmil suretinde görünmelerine rağmen, bunlar da insanı kâmil performansı olmaz.
      Bu kısım kâmil sureti ile görünen cinlerin teşhis çok zordur. Ancak ehli kemal’in bazıları bunların ruh gökleri olan meratibi ilâhi keşfi marifetinden mahrum, fakat kâmil gibi görünen cin olduğunu tesbit ederler. Bu kısım cinler herhangi bir eser yazdıklarında ve sohbetlerinde dirayet kullanamayıp, başkalarının özellikle ayette “yakın gök” olarak ifade edilen ehli kemâlden ve eserlerinden “kulak hırsızlığı” ile çaldıkları kibar-ı kelamların önüne arkasına ilaveler ve eksiltmeler yaparak, kendi isimleriyle isimlendirip kendilerini kâmil gibi gösterirler. Ki, bunların tesbit ve teşhisi ancak ve ancak ali prensipler ve meratibi ilâhi keşfi marifetiyle yapılabilir. Bu cinleri tesbit ve teşhis etmenin başkaca bir yolu da olmaz.
      Bu itibarla, kâmil suretiyle gözüken cinler, hem kendilerine hem de içinde yaşadıkları topluma çok zarar verirler. Ve bunların kendilerini cin çarptığı gibi, bunların saptırdığı kimseler de cin çarpmış olurlar. Çünkü bunlar kendilerinin de riayet ettiği ahkamı tavsiye etmekle beraber, “kulak hırsızlığı” ile çaldığı bilgi ile insanları sapkınlığa ve dalalete sürükleyerek, insanın ruh göklerine, yani meratibi ilâh-i keşfi marifetine yükselmesine engel olmakla, insanı kamil olmasına mani olurlar. Bunu ifadeyle kur’an’da; " Şu bir gerçek ki, insanlardan bazı erkekler, cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da onların şımarıklık ve azgınlığını arttırırlardı." (Cin-6) buyrulur ki, ayette geçen “erkek”  Arapça “recül” kelimesi olup, ruh’a mensub olan er anlamını ifede eder. Ki, bu ayette meratibi ilâhi seyri süluku gördüğü halde, feraseti zayıf olan bazı yetersiz “erkekler,” (arifler,) bu “erkek” yani kâmil gibi görünen cin ile arkadaşlık ettiği halde onu tanıyamamakla, onun şımarıklığını ve azgınlığını arttırdığı ifade ediliyor. Böyle ahkama riayet ettiği gibi, gök ehlinden “Kulak hırsızlığı” ile işittiklerini nakladerek arif gibi gözüken ve teşhisi güç olan cin’lerden ve cin iblisi’nin şerrinden, Allah bizleri cümle ihvanımızı ve müminleri korusun. Ali prensiplere itaat ve meratibi ilâhi keşfi irfaniyetiyle insanı kâmil makamına erişmek lütuf ve ihsanına mazhar olmamızı, gayb alemini ve her şeyi en iyi bilen Allah’tan niyaz ederiz.
                                                                                                                               Nejdet Şahin
                                                                                                                            31-03- 2010 salihli

1 yorum:

Adsız dedi ki...

AMİN.