18 Haziran 2011 Cumartesi

İNSAN’I KÂMİL’in YAKARIŞI

                 İlahi feth-i bab eyle künuz-ı  ilm-i  hikmetten
           Muhabbet kıl derunumda mücella eylesin irfan
‘Ey Allah’ım, ilim ve hikmet hazinesinin kapılarını bana aç.’ Buyruluyor ki, ilm-i hikmet; halkın, yani eşyanın iç yüzünü hakikatini bilmek ve arif olmaktır. Onun için Hz. Resulullah Efendimiz;‘'Ey Allah'ım bana eşyanın iç yüzünü bildir.'' buyurmuştur. Bu itibarla “Ey Allah'ım, ilim ve hikmet hazinelerinin kapılarını bana aç, ilah-i muhabbet ve aşk’ın mazharı olayım ki, ben de meratib-i ilahi irfaniyetinin irşadı aydınlığıyla ehl-i irfan, yani arifibillah olayım.” demektir.
   Nidem ben gayre muhabbet çu sensin maksad-ı aksa
   Mukaddes mahbubum sensin bu gözler hüsnüne hayran
Ben yaradılışımın yüce gayesinin ilâh-i sevgiliyi bulmak, ilâh-i sevgiliye kavuşmak olduğunun farkında ve bilincindeyim. Allah’ım, ben senden gayrıya muhabbet etmem, sen benim kutsal ve bütün noksanlardan münezzeh olan ilah-i sevgilimsin. Senin vechinin / yüzünün güzelliğini gözlerim gördüğünden beri, senin güzelliğinin tutkunu ve hayranıyım
                  O bir göz ki sana baktı nice gayre bakar bilmem
                  O nur ki nur-ı vahid’dir görür senle seni her an
     Bir kimse, Allah’ın makamlarının keşfi irfaniyetiyle Hakk’ın birliğine ulaşıp vahdet-i ilâhiye vasıl olduysa, onun gözü gayriyet görmez. Çünkü Kur’an’daki “..Herşey fanidir/yoktur, var olan ancak O’nun vechidir/yüzüdür.” (Kasas, 88) Ayet ve benzeri ayet beyanlarında ifade edildiği gibi, Hakk’ın varlığından gayrı bir varlık olmadığından Hak, kendi vahdaniyetinde, (bir’liğinde) kendini yine kendi görür. Bunu beyanla, Sahabeler Hz. Resulullah’ın miraçta Hakk’ı görmesini konuşurken, kimi; “Resulullah baş gözü ile Hakk’ı gördü” dedi. Kimi; “kalb gözü ile Hakk’ı gördü,” dediler. Mecliste hazır bulunan Hz. Ayşe validemiz ise, “Hz. Resulullah ne baş gözüyle, ne de kalb gözüyle Hakk’ı gördü, miraçta Hak, Hakk’ı gördü.” buyurmuşlardır.
      Pir seyyid Muhammed nur Hz.leri, Hz. Ayşe’nin “Hak, Hakk’ı gördü.” Beyanına, “Hakk’ın Rububiyeti ile rububiyetini görmesidir.” diyor. Çünkü, cenab-ı Hak “Alemlerin rabbıdır.”(Fatiha-2) Ve alemler dediğimiz her bir şey cümle tecellilerin oluşturduğu mevcudat olduğu için, rabb’ın zuhuru olan rububiyet mevcudiyetle açığa çıktığından, mevcut olup görünen de rububiyettir, gören de rububiyettir.
      Bu itibarla, meratib-i ilâhi’nin nur-u aydınlığıyla irşad olan kul’un nazarında Hak’tan gayrı kalmayıp hep vahdet hâkim olduğu için, onun müşahadesinde her an cenab-ı Hak rububiyetiyle, rububiyetini gördüğü beyan ediliyor. 
Kani bir dil seni ansın kani bir can seni bulsun
Kani bir göz seni görsün gören de sensin ey canan
      Ey ilahi sevgili; hangi bir dil/kalp seni zikr-i daimle zikrederek uyandıysa, hangi bir kul Hz. Resulullah’ın “nefsini bilen rabbini bilir,” beyanı gereği seni bularak sana vuslat ettiyse, o kimsenin halk’a ve kendine nispetle sıfatları olmaz. Yani hayatı, ilmi, iradesi, kudreti, görmesi, işitmesi, kelâmı ve tekvini olmaz. Çünkü bu cümle sıfat-ı sübutiyenin mevsufu, ilâh-i sevgili olan Allah’tır.
      Bunu beyanla; Fehmi Efendi Hazretleri Hakk’a vasıl/kavuşmuş olduğundan, “Kulun cümle sıfatlarında ve görmesinde mevsuf sensin. Kul’un gözünden, sen yine kendini görürsün, ey ilahi sevgili!” diyor.
Hüdâya hangi dillerle seni zikreylesin kullar
Seninle nutkeder diller seninle görür ol aynan
       Ey hidayetin kaynağı, ey hidayet verici olan Allah'ım, makamat-ı tevhidin hidâyet-i marifetine mazhar olanların kulluğu yokluk olduğundan, yok/fani olan seni nasıl zikredebilir. Kul’un cümle sıfatlarında mevsuf olan sensin, her dilin mazhariyetinden konuşup nutkeden ve zikredensin. Her göz mazharından gören de sensin. Ki, diller seninle zikreder, gözler seninle görür. Buyruluyor.
Evvel ahir ve batınsın kamu esmada zahirsin
Münezzehsin bilinmekten nice bilsin seni ifnan
   Kur’an-ı Kerim’de “Hüvel’evvelü vel’ahirü vezzahirü vel batın… / O evvel, (ilk) ahir, (son) zahir (apaçık) ve batındır (gizlidir.)” (Hadid-3) Buyrulur ki evvel, ilk olandır, zahir ise apaçık ve aleni olandır; batın, iç ve gizli olandır, ahir ise son olandır.
Ehl-i kemal, vahdet-i vücudunda Hakk’ın evvelliği zat-ı ilahidir, ahirliği esma-yı ilahidir, batınlığı sıfat-ı ilahidir, zahirliği ise ef’al-i ilahidir demişlerdir. Peki, Hakk'ın vahdet-i mevcudiyeti böyle olunca kullara ne kalır? Kullara ancak yokluk kalır ki, kul bilse de bilmese de yokluktadır, fanidir. Fani olan, var olanı bilebilir mi? Bilemez. Varlığı, yine var olan bilir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, “Kulların seni bilmesinden münezzehsin, yani fani/yok olan var olanı bilemez.” diyor. Çünkü Kur’an’da “…şüphesiz / kuşkusuz Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nahl, 74) buyrulur.
İlâhi cûd-i fazlından kerem kıl bizlere vuslat
Cemalinle müşerref kıl olalım sahib-i heyman
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri: “Aşkın üç mertebesi vardır: bunlar; 1- Aşk, 2- vahle 3- heymandır” ki aşık, bütün mevcudiyeti ile maşukuna teveccüh edip yönelirse, ona aşk, o aşkın sahibine aşık denir. Aşık bütün mevcudiyetiyle maşukuna yöneldikten sonra kendinden geçerse, bu hale vahle denir. Aşık bütün mevcudiyetiyle maşukuna yönelip ve kendinden geçtikten sonra maşuku olan ilâh-i sevgiliyi kendinde müşahede ederse, buna da heyman denir.” buyuruyor. İşte arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri, yüksek bir marifet ve kemalatla dua ederek, “Ey Allah'ım, senin yüce faziletinden, karşılıksız vericiliğinden bana ikram et ki sana kavuşayım. Güzelliklerinle ve güzel yüzünle beni şereflendir, aşk-ı heyman mazhariyetiyle kendimde seni müşahede edeyim.” Diyor.
Tecelli-yi cemalinle münevver eyle kıl mağfur
Ki ben yokta zuhur et sen çu sensin cümleye sultan
      Ey ilahi sevgili, ben ilah-i aşk’la fenafillah olmuş bir kulum. Sen ise cümle alemde ve bende mevcut ve var olansın, cümle alemlerin melikisin, padişahısın. Beni bağışla, kusurlarımı affet. Yokluğum kulluğumda, cemalinle, yani yüzünün güzelliğiyle zahir ol. Çünkü senin her şeye gücün yeter, sen her şeyde hakimsin, alemlerin sultanı ve hükümdarısın! Demektir. 
Senindir zir u ve balâ senindir hem ve mafiha
Ki senden gayrı yok asla muhitsin Arş’ı ya Rahman
   Kur’an-ı Kerim’de; “O Rahman olan arşı kuşattı…” (Taha, 5) buyrulduğu gibi Allah, Rahmaniyeti ile umumu, yani her bir şeyi kuşatmıştır. Çünkü Rahman ismi; esmanın başı, anası olan celal ve cemal isimlerinin ihatasıdır.  İşte alemler dediğimiz her şey olan yerler, gökler ve arasındakiler, hep esma-yı ilahiyedir. Cümle esma, celal ve cemal ana isminin tesiri ile zahir olup açığa çıkar ki, celal ve cemalin cümle esmayı tesiriyle ihata ederek kuşatması Allah’ın Rahmanlığıdır.
    Ehl-i kemâl; “Rahman umumun icadına hastır.” Demişlerdir ki, Yani var olan her bir şey, her tecelli Rahmanın kuşatmasıyla gıdalanıp zinde olur, demektir. Bu itibarla “Ey ilahi sevgili, senindir yerler, gökler ve arasındakiler. Cümle varlıkta mevcut sensin, alemler asla senin gayrın değildir. Sen Rahmanlığınla arşı, yeri, göğü ve arasındaki her şeyi ihata edensin.” Buyruluyor.
   Rahimsin şüphe yok asla habibin oldu müsemma
  Onunla cümle arifler buluptur suret-i insan
    Kur’an’da “Rahim’dir O...” (Fatiha, 3) buyrulur. Ki Allah, Rahman rahmeti ile nasıl umumu yani dünya ve ahiret umumunu (genelini) nasıl ihata etmişse, Allah’ın Rahim rahmeti ise özeldir. Ve rahmet-i Rahim ahirete ve müminlere mahsustur. Bu anlamda Ehl-i kemâl; “Rahim, ahiret icadına hastır.” Demişlerdir ki, ahiret imanın şartından biri olup, müminlik vasfıdır.
       Kur’an-ı Kerim’de; “O, müminlere karşı Rahim’dir.” (Ahzab-43) buyrulur. Ki insanlığa gelmiş olan tüm peygamberlerin tebliğ ve irşadının genel amacı, kulların Allah ve ahiret imanıyla mümin olmakla beraber amel-i salih işlemeleridir. Mümin’lik hidayet mazharıyetidir ki, Kur’an'da müminden, bir de gerçek müminden (Enfal- 4) bahsedilir. Mümin, imanın ve İslam’ın şartlarına inanıp da Allah’ın emirlerine yasaklarına ve şeriata tabi olandır. Gerçek mümin ise, şeriata uymakla beraber iman-ı hakiki ile yaratılışının yüce gayesini bulmuş, meratib-i ilahi irşadıyla makam-ı insana kavuşmuş olan, insan-ı kâmil’dir. Gerek mümin, gerekse gerçek mümin, hidayetin mazharıdırlar. Hidayetin baş mazharı ise, Hz. Resulullah Efendimizdir. Ve Kur’an’da “And olsun, içinizden size onurlu bir Resul gelmiştir. Sizi rahatsız eden her şey O’nu da üzer, üstünüze çok hırslıdır / düşkündür. Müminlere rauf ve rahimdir.” (Tevbe, 128) beyan olunduğu gibi Hadis-i şerifte; “Allah beni nurundan, müminleri de benim nurumdan yaratmıştır.” Buyrulur ki, hadiste ifade edilen nur-u Muhammed yaradılışına mazhar olan gerçek müminlerde, Hz. Resulullah’ın ahlak ve tabiatı hakim ve galip olduğundan, onlar makam-ı insana ulaşıp insan-ı kamil olurlar.
 Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Rahim rahmetine habibin (sevgilin) olan Hz. Muhammed (sav) müsemma oldu. Onun baş mazhar olduğu hidayetle de, cümle arifler makam-ı insanı bulup, insan-ı kamil oldular” diyor.
İlahi hacetim senden bu Fehmi’ye nazar kıl sen
Elimden tut de ‘ya abdi’ ki sensin lütfu çok mennan
Fehmi Efendi Hazretleri, büyük bir vukuf ve marifetle yaptığı dua ve niyazının sonunda: “Ey Allah'ım! beni kolla, bana bir nazar et, sen bol bol karşılıksız verensin. Lütuf ve ihsan edersin, bana da kulluğunu lütfedip, beni kulluğuna kabul et.” diyor. Çünkü alemlerin iftiharı olan Hz. Resulullah Efendimiz; “Şunu biliniz ki, ben Allah’ın kuluyum. O halde bana Allah’ın kulu ve resulü deyin.” buyurmuştur.
Hasan Fehmi Tezdoğan Hazretlerinin bu yakarışlarındaki, münacatındaki marifet ve kemale Rabbımı’zın bizleri de mazhar kılması dileğiyle. Selamlar.        

                                                                                                                                                     Nejdet  Şahin
                                                                                                                28 ekim  Perşembe 2010

1 yorum:

Adsız dedi ki...

AMİN.