18 Haziran 2011 Cumartesi

KALP ve ALLAH dostluğu

“Kendisinin sevdiği ve kendisini seven” (Maide-54) kullar yaratan Allah, övülüp medhedilmeye lâyık olandır. Selâma lâyık olan ise, Allah’ın sevgilisi (Habibi) Hz. Muhammed ve ehl-i beyt’tir. Selâm, Muhammed Mustafa (s.a.v) ve ehl-i beyt’e olsun, rabbim bizleri onların arasına dahil olan nasiplilerden kılsın.
          Görünen görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen Cümle âlemlerin rabbi olan Allah, bir kutsi beyanında; “Her kimin ki kalbinde Allah vardır, ben onun dünya ve ahiret iki alemde dostu / velisi olurum. Her kimin ki kâlbinde Allah yoktur ben onun dünya ve ahiret iki âlemde hasmı olurum.” Buyurur. Bu itibarla her mümin, dünya ahiret Allah dostluğuna mazhar olmak için, bu imtihan âleminde kalbini muhakkak Allah’ın mekânı yapması gerekir.
        Çünkü her şeyi bir hikmet tahtında yaratan Allah, mümin kul’unun Kalbini kendisine mekân / ev olarak yaratmıştır. Ve bunu ifadeyle  “Ben yerlere göklere sığmam ancak mümin kul’umun kalbine sığarım” (Hadisi kutsi) buyurmuştur. Bu mevzuda Yunus emre Hz.leri ise;
Kâbe mi yeğ
Gönül mü yeğ
Ben ey derim ki gönül yeğ
Çün gönüldür Hak durağı. Der.
Bu beyanlardan açıkça anlaşıldığı gibi, kul’un kalbi Allah’ın mekânı olduğundan, insanın kalbinde mekân sahibi olan Allah olması gerekirken, kalp’te Allah’tan başka ve gayrı şeyler olursa, o kimseye Allah dünyada da ahirette de hasım olur.
      Kul’un Allahın hasımlığına değil de dostluğuna / veliliğine mazhar olabilmesi için, evvelâ gönlünde muhabbetullah / Allah muhabbeti olması icap eder. Bunu ifadeyle Şeyhül ekber (Büyük şeyh) Muhiddin-i arabi Hz.leri; “kalp’teki çeşitli / türlü sevgilerden hangisi kalp’te galip olursa, o şey kul’un mabudu (kulluk yaptığı) olur.” diyor. Ki bir kimsenin Allah sevgisini kalbinde galip ve hâkim kılması için, kul’un kalbinin zikrullah ile buluşması gerekir. Çünkü kalp’teki Allah’tan gayrı şeylerin muhabbeti, ancak daim zikir’le mağlup edilerek kalp’te Allah muhabbeti galip ve hâkim kılınır. Bunu ifadeyle kur’an’da; “Müminlerin kalpleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalpler ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d, 28) Beyanı olduğu gibi, Hz. resulullah efendimiz; “Nasıl ki demirin pasını silen cilâsı varsa, kâlb’teki pasın cilâsı da zikrullahtır”  buyurmuşlardır. 
       Yine cenab-ı Hak kur’anı kerim’de; “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük ibâdettir. (Ankebut, 45) buyurur. Ki zikrullah’ın en büyük ibadet olmasının nedeni, dünya berzah / kabir ve ahiret alemlerinde devamlı yapılabilir bir ibadet olması. Ve kulu gafletten uyandırıp muhabbetullah / Allah sevgisi ile zinde kılıp, cenab-ı Hakk’a vuslata (kavuşmaya) götüren yegâne yol / tarik olmasındandır.
      Çünkü, zikrullah haricindeki kulun bedeniyle ifa ettiği namaz, oruç, hac ve zekat gibi ibadetler, sadece ve sadece bu âlemde yapılabilir ibadetlerdir. Ve her kim imtihan yeri olan bu âlemde bu ibadetleri yaparsa, berzah / kabir ve ahiret âleminde faydasını görür. Her kim bu ibadetleri yapmazsa zarar görür.
        Oysa sadece bu âlemde değil, gerek dünyada, gerek berzah / kabir âleminde, gerek ebedi yurt olan ahiret âleminde kul’u gafletten uyandırarak rabbine kavuşturan yol olduğu için zikri daim, aynı zamanda kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinden tarikat ilmine kul’un mazhar olmasıdır.
        Daim zikr’in ebedi ve devamlı olmasını ifadeyle Hz. resulullah efendimiz; “Allah kulu’na birçok nimetler verir, fakat bunları geri alabilir. İki nimet vardır ki Allah bir kuluna bu nimetleri verdimi bir daha onu asla geri almaz / almak şanından değildir. Bu iki nimetin biri, kulun kalbini zikrullah ile kurdumu bir daha durdurmaz. Diğeri, kul ile arasındaki perdeyi kaldırdı mı bir daha örtmez” buyurmuşlardır.
         Bu itibarla, kul’un var olduğu cümle âlemlerde kul’u gafletten uyandırarak, Allah sevgisiyle zinde tuttuğu ve Hakk’a vuslat yolu / tariki olduğu için, “zikrullah en büyük ibadettir.” Ki bir kimsenin kalbi/gönlü, ancak ve ancak zikri daim mazharıyetiyle Allah’ın evi / mekânı olur. Ve Allah böyle zikri daim mazharı bir müminin kalp evine “sığıp yerleşerek” “dünya ve ahiret iki alemde bu müminin dostu / velisi” olur.
         Yeryüzünde tüm zamanlarda var olan, böyle Allahın sevdiği ve dostu / veli’si olan kimselerle arkadaş ve hem dem olup, zikri daim’le gafletten uyanmamız için cenab-ı Hak; “Benliğini sabah akşam Rabbinin yüzünü isteyerek ona yalvaranlarla beraber tut. Eğreti dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma ve sakın kalbini zikrimizden gâfil koyduğumuz boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme …” (Kehf, 28) Ve “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf, 205) buyurarak, bizleri uyarıyor.
         Yine cenab-ı Hak; kul’u gafletten uyandırıp muhabbetullaha / Allah sevgisine mazhar ederek, müminin kalbini Allahın sığıp yerleştiği mekâna dönüştüren zikri daime nasıl erişeceğimizin yolunu / formülünü açıkça beyan ederek; “…eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun.” (Nahl, 43) “…sorun zikir ehline, eğer bilmiyorsanız ” (Enbiyâ, 7) buyuruyor. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır, vesselâm.   
                                                                                       Nejdet Şahin                             
                                                                                 12 Aralık 2010 Pazar 

Hiç yorum yok: