18 Haziran 2011 Cumartesi

GERÇEK DERVİŞLİK hakkında

     Allah’a hamd, cümle peygamberlerin ve evliyanın imamı ve Allah’ın resulu Hz. Muhammed (s.a.v) e ve evladı resule selam olsun. Rabbım bizleri de onların arasına dahil etsin.
    Ehl-i kemâl mekteb-i sübyan, mekteb-i medrese ve Mekteb-i irfan olmakla mektebler / okullar üçtür, demişlerdir.
Birincisi; Mekteb-i sübyan, yani ilköğretim ayarındaki çocukların okuludur.
İkincisi; Mekteb-i medrese, yani yüksek okul, fakülte gibi meslek ve ihtisas tahsil edilen okullardır. Ki medrese eğitimi ile doktor, mühendis edebiyetçı, fıkıhçı yani hukukçu vb. mesleklerin sahibi olunurdu.
Üçüncüsü; Mekteb-i irfandır. Mekteb-i irfanda kendimizin / nefsimizin, cümle varlıklar aleminin ve eşyanın içyüzü öğretilir. Bu mekteb-i irfan eğitimini ifadeyle Hz. peygamber efendimiz; “Allah’ım bana eşyanın iç yüzünü bildir” demiştir ki, resulullah’ın kendisi eşyanın hakikatını bilmekle beraber, bu ifadesiyle bizlere eşyanın hakikatını öğrenmemizi işaret etmiştir. Ki başka bir hadisi şerifte; “Rabbımı eşya ile bildim” buyurmuştur. Asr-ı saadet’te Hz. resulullah efendimizden bu eğitimini alanlar, genellikle ashabı suffa olarak bilinen sahabeler ve irşadla görevli resulullah’ın Batıni yönden halifesi olan başta pençe-i al-i aba, selmanı Farisi, ebu zerr gaffari, amr bin Yaser vb.manevi evlatlarıdır.
         Evvelce tekkelerde mürşid-i kâmil tarafından verilen eğitim mekteb-i irfan eğitimi olup, tekkeye mensup olanlara derviş denilirdi. Sonra tekkeler asli fonksiyonlarını yitirdiler ve mekteb-i irfan eğitim ve öğretiminden uzaklaşıp, halkın ve devletin aleyhinde fitne ve fesat üreten kurumlar haline geldiler. Çok isabetli bir kararla, fitne ve fesat yuvaları haline gelen tekkeler resmen kapatılarak, cahil şeyhlerin mürşit kisvesi ile halktan beşeri ve siyasi menfaat temin etmelerine son verildi.
        Halbuki gerçek asli fonksiyonlarını yitirmeden önce tekkeler, ilim ve irfan yuvası olup, çok kıymetli hizmetler üretip vahyin ve Muhammedi kulluğun halkın yaşam biçimi haline gelmesinde çok önemli katkılar sağlamışlardır. Bu gayretler neticesidir ki, yeryüzünde türk milleti Mehmet, onun ordusu, askeri Mehmetçik ünvanını almıştır. Bu gün arzın hangi köşesinde olursa olsun, Mehmet denildi mi türk milleti, Mehmetçik denildi mi türk ordusu hatırlanır. Bu aynı coni denildiğinde Amerikalının, hans denildiğinde Almanın, ivan denildiğinde Rus’un hatırlanması gibidir. Ki, Türk milleti ile özdeşleşen Mehmet ismi, İbrahim isminin ibram veya ibo, selahaddin isminin selo olarak kısaltılarak söylenmesi gibi, Muhammed (s.a.v) isminin Mehmet olarak kısaltılmışıdır.
         Yine mekteb-i irfan dervişlerinin gayretleri ve katkılarıyla bu gün kullandığımız atasözleri örf ve geleneklerimizin önemli bir kısmı, vahye ve ahlakı resule uygun olarak yaşamaktadır. Eğer bu gün bir kimseye sitem ettiğimizde “aşkolsun” diyorsak, bu o kimseye yapılan ‘aşık olasın’ yani ‘Hak aşığı olasın’ dua ve niyazından başka bir şey değildir. Bu bağlamda birisine seslenirken “hu bi Dakka,” “hu evde misiniz” dediğimizde, Allah’ın “hu” olan gaybı mutlak ismi ile sesleniyor isek, aşağı yukarı kurduğumuz her cümlede inşallah, maşallah, subhanallah, maazallah vb. kelimelerle farkında olalım veya olmayalım Allah’ı tesbih edip zikrediyorsak, atasözlerimizin önemli bir kısmı Allah ve Muhammedi kelama uygun ise, bunlar hep mekteb-i irfanda mürşid-i kâmil’in irşadı ile birer derviş olarak yetişen yunus emre, Mevlâna, hacı bektaşı veli, hacı bayramı veli, bahaaddin nakşıbend, Niyazi mısrı pir seyyid Muhammed nur gibi, milletimizin bağrından çıkan yüz binlerce insan-ı kâmil veli dervişlerin gayretleriyle oluşmuşlardır .
       Bu mekteb-i irfan Dervişleri, tüm zamanlarda ve bu gün dahi meslek-i resul irşadı olan Hakk’a kavuşmak ve Hz. Peygamber efendimizin ahlakı ile ahlaklanmayı gaye edinerek yaşamışlar ve yaşamaktadırlar. Mekteb-i irfan dervişleri yaşadıkları toplumda sosyal adaletle hizmetin, en güzel örneklerini sergilemişler ve yaşadıkları cemiyetin örnek şahsiyetleri olmuşlardır. Meselâ; bu insanı kâmil dervişler bulundukları halk içinde Müslüman veya kafir ayrımı yapmadan, vahye ve Muhammedi ahlaka uygun olarak hekimlik, demircilik, dokumacılık, ziraat, ticaret vb. işlerle meşgul olarak cemiyet içinde pasif olmayan faal bir hayat yaşarlar. Ve bu faaliyetlerinde yalana dolana sahteciliğe ve benzeri uğursuzluklara asla kesinlikle sapmadan, vahyin öngörüsü ve Muhammedi kulluk çerçevesinde icra ettiklerinden, o toplumda Muhammedi kulluğun sevilmesine ve o halkın Müslüman olmalarını sağlamışlardır. Ve bunu yaparken “sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir” (Yasin- 21) Ayet ve benzer ayetler beyanı gereği ne bir ücret, ne de bir beşeri menfaat talep etmedikleri gibi. Asla ve kat’a, zor veya cebir kullanmadan tamamen ilim sevgi ve faal akıl çerçevesinden ayrılmadan, o halkların gönüllerini fethedip, İslâm dini’nin ve Muhammedi kulluğun kalıcılığını sağlamışlardır.
       Bu itibarla, aşağı yukarı bin yıldır, milletimize Arapça tecvid ile kur’anın mahiyetini anlamadan okutulması dayatmasına rağmen, milletimiz halâ kur’an ve Muhammedi kulluğu bünyesinde yaşatıyorsa, bu milli kültür ve sosyal değerlerimizin, örfümüzün dervişler tarafından vahiy ve Muhammedi ahlak zemininde oluşturmalarındandır.
       Eğer günümüzde milletimize yapılan gayrı milli ve gayrı İslami enformasyon ve probaganda saldırısının çok azı, başka Müslüman bir topluma yapılmış olsa, o toplum darma dağınık olur. Ve o toplum çözülüp hakim kültürün esiri olur. Bu itibarla günümüzde en gelişmiş iletişim araçlarıyla milletimize yapılan gayrı İslami, gayrı milli probaganda ve saldırılara rağmen türk milleti çözülmüyor ise, mekteb-i irfan dervişlerinin oluşturduğu kur’ana ve Muhammedi kulluğa dayanan milli ve kültürel değerler sayesindedir.
      Evvelce tekkelerde dervişlere verilen Mekteb-i irfan öğretisi, tüm zamanlarda meslek-i resul irşadı olarak zamanın kâmil mürşidi tarafından yapılır. Ve bu irşadın amacı kul’u yaratılışının yüce gayesine ulaştırmaktan başka bir şey değildir. Bu yüce amaç ise, kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan yaratıcısına vasıl olması, yani kul’un Rabbine kavuşarak vuslata ulaşması ve Muhammed (s.av) tabiat ve ahlakı olan kulluğa erişmesidir. Ki bunu ifadeyle Hasan Fehmi Hz. leri; Derviş olan Hakkı bulur dediler
      Gel gönül gel bizde derviş olalım
      Dervişlik yolunda kurban olalım buyrumuştur. Bizlerinde, böyle gerçek dervişlikten nasiplenmemiz niyazıyla, her şeyi en iyi bilen Allah’tır.
                                          
                                                                                                           Nejdet Şahin
                                                                                                           16 Ekim

Hiç yorum yok: