17 Haziran 2011 Cuma

ZEKAT İBADETİNDEKİ HİKMETLER

Kullarına maddi ve manevi nimetlarini ihsan ve lütfeden Allah övülmeye layık olandır. Selama layık olan ise Muhammed s.a.v ile ehli beyttir/evladı Resul’dur ve onların izinden gidenlerdir.  
   Zekat mali bir ibadettir, yani malla mülkle yapılması kuranın birçok ayetinde açıkça ifade edilen farz bir ibadettir. İnfak ise kulun Allah’ın rızasını kazanmak için kişinin muhtaçlara malı veya nakdi ile yardım etmesidir. Bu bakımdan infak, farz olan zekatı, vacip olan kurban ve fıtır sadakası ile her türlü hayrın ifadesidir. Kuranı kerimin; ".. Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." (Bakara-219) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, bir mümin kendinin ve bakmakla mükellef olduklarının asıl ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kalan, zekata tabi malından veya nakdinden muhtaç olanlara vermesi, Allah’ın emridir.
   “Sadakalar/zekât malları Allah'tan bir farz olarak sadece şunlar içindir: Fakirler, düşkünler, sadakalarla ilgilenmeye memur edilenler, kalpleri yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar, özgürlüğünü yitirmiş olanlar, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmış kişi. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.” (Tevbe-60) ayet beyanı ile Cenabı Hak, zekatın kimlere verileceğini de bizlere açıkça belirtiyor. Buna göre zekat, ayette vasıfları belirtilen muhtaçların, zengin olup zekat verecek durumdakilerden alacağıdır. Zekat zahiren sosyal ve toplumsal bir ibadet olup, eğer Kuranın emrettiği gibi dosdoğru ifa edilirse, o toplumda sosyal rahatsızlıklar önemli ölçüde azalır. Çünkü toplumsal rahatsızlıkların önemli bir bölümü ekonomiktir.
   Yine Kuranda; “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır” (Ali İmran-189) “De ki mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım sen mülkü dilediğine verirsin dilediğinden geri alırsın. Diediğini yüceltirsin dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kaadirsin ” (Ali İmran -26) buyrulur. Ki zengin müminler, bu ilahi beyanlardaki iman ve şuurla mülkün sahibi Allah’tır, ben ise o mülkün bu alemdeki bekçisi olup onunla imtihan oluyorum. Anlayışıyla infaklarını yapıp, muhtaç olanlara zekat ve sadaka dağıtması gerekir.
  Cenabı Allah; Sana, neyi infak edip vereceklerini soruyorlar. De ki: "İnfak ettiğiniz mal ve nimet; ana-baba, yakınlar, yetimler, yoksul ve çaresizlerle yolda kalan için olmalıdır. Hayır olarak yaptığınızı Allah en iyi biçimde bilmektedir." (Bakara-215) Ayeti ile infak edilecek muhtaçların kimler olduğunu kesin bir netlik ile bizlere apaçık bildiriyor. Buna göre infakta öncelik anne baba, akraba ve komşu mesai arkadaşı vb. gibi sosyal yakınlardır. Bunlar içinde anne ve baba muhtaç ise, yılda bir zekat veya infakla gözetilmeyip, her zaman infak etmek ve bakmakla yükümlü olduklarımızdır. Fakat zekat verilip infak yapılırken kardeş akraba komşu gibi yakınlar öncelikle gözetilmelidir.
     Bu itibarla zekat, muhtacın zengindeki hakkı olduğundan, eğer zekat muhtaç olmayana verilirse zekat verilmiş olmaz. Bu aynı, Ali’ye borçlu olduğu halde kişinin borcunu gidip Ahmet’e ödemesi gibidir. Ki, Ahmet’e ödeme yapmakla alacaklı olan Ali nin borcu ödenmiş olmaz. Bunu beyanla bazı alimler “zekat’ın muhtaç olana verilmediği anlaşılırsa verilmiş sayılmaz ve tekraren muhtaç olanı arayıp bulunup ona verilmesi gerekir” demişlerdir. Bu itibarla zekat ve infak eğer akraba komşu gibi yakınlara verilirse, ehline verilip verilmediğinden şüphe ve tereddüt de edilmez. Çünkü herkes kardeşinin akrabasının ve komşusunun muhtaç olup olmadığını kendisi gayet iyi bilir.   
    Fakat maalesef günümüzde zekat ve infaklar bazı cemaatler, tarikatlar ve kurumlar tarafından kurs, burs, hizmet, dava vb. isimler adı altında organize olunarak pervasızca toplanıyor. Ki bunlar halkımızın zekat ve infakının büyük bir kısmını ele geçirdiklerinden, kardeş akraba ve komşu gibi muhtaçlığından emin olunan fakire fukaraya infakın verilmesi engelleniyor. Ve kuran’ın zekat verilecekler olarak apaçık tanıttıklarına fakir, fukara, yetim ve muhtaçlara zulüm yapılıyor. Bu engelleme zulmü, mümin bir zenginin infakının Allah’ın emri gereğince yerine varıp varmadığı tereddüt ve şüphesini de getirir. Yakınlarındaki muhtaçlığından emin olunan akraba, komşu ve sosyal yakınları bırakıp, bu organizasyonlara infak yapmakla belki zekat verilmemiş olur. Ve tekraren muhtaç olanın bulunup ona verilmesi gerekebilir. Buna göre kuranın açıkça ve kesinlikle belirttiği gibi zekat, öncelikle akraba ve yakınlardan muhtaç olanlara verilmesi gerekir.  
   Bu infak ve zekat vermekle alakalı mevzularda toplumun kafası karşık olup,  yetkili kurumlar ve bu konunun uzmanı olan alimler maalesef toplumun ihtiyaçlarını ve kafa karışıklığını çözecek görüş ve fetvalar üretmiyorlar. Üretmedikleri gibi, bunlar yetki ve otoritelerini bu konuda topluma didinerek çözüm getirmeye gayret edenleri diskalifye etme ve engelleme yönünde kullanıyorlar. Bu yetkili kurum ve sözde uzmanların beceriksizliklerinden ve pasifliklerinden, Hala 1200 1300 yıl önce verilmiş fetva ve değerlerle müminler zekat ve infak yapıyorlar. Mesela ilmihal ve bu konuyla alakalı kitap ve alimlerin bir çoğu, yaklaşık 80 gram altını, yaklaşık 560 gram gümüşü, 40 adet küçük başı ve 30 adet büyük başı zenginlik sınırı olduğunu beyan ediyorlar. Ki bu değerlerin zenginlik sayıldığı zamanlarda 80 gr altın, 560 gr gümüş, 40 adet koyun keçi vb. küçükbaş, 30 edet büyükbaş sığırın fiatı birbirine eşit değerler taşıdığından, bunlara sahip olanlar zengin kabul ediliyordu. Yani 80 gr altın, kırk küçükbaş ve 30 büyükbaş parası ile eş değerdeydi. Keza 560 gr gümüşte, aynı şekilde 40 küçükbaş 30 büyük baş değerindeydi. Oysa günümüzde bu zenginlik değerleri çok değişmiş 560 gr gümüş yaklaşık iki koyun değerinde olup bir adet büyük başın değeri kadar bile etmez. Keza 80 gr. Altın yaklaşık 10 adet koyun veya bir, ya da iki büyükbaş değerindedir. Velhasıl zekat ibadetini yerine getirme sınırını günümüz şartlarına ve günümüzün mali ve ekonomik alet ve enstürümanlarıyla düzenlenip i200, 1300 yıl önceki verilmiş karar ve fetvalarla amel etmekten müminleri acilen kurtarmak gerekir. Ayrıca. zekat ve infakların öncelikle akraba ve sosyal yönden yakın olanlara verilmesi özendirilip, bunların cemaat tarikat ve çeşitli kurumlar tarafından gasp edilişi önlenmelidir.
   Yüzde 99 u Müslüman olan milletimizin hazinesinden maaş alıp hayatiyetlerini devam ettiren yetkili kurum ve uzmanların bunları düzenleyerek, toplumun önünü açıp kafa karışıklıklarını gidermesi onların vebali olup asli görevleridir.
   Böyle akraba ve komşu gibi yakın fakire muhtaç ve yetimlere zekatın verilmesini engelleyip, ‘illa bizim kursa bursa veya bizim hizmete bizim davaya zekatları verin, biz sizin verdiğiniz infakları Allah yolunda harcıyoruz, bize verirseniz zekatınız kabul olur,’ gibi ifadelerle müminleri aldatanların ürettiği bir saptırma daha vardır, o’da; ‘herkese zekat verilmez ancak ehil olana verilir ve biz ehil abdestinde namazında olanlara dağıtıyoruz’ yalanıdır. Çünkü kuran beyanlarından anlaşıldığı gibi Cenabı Hak, namaz kılana abdest alana zekat verin denmediği gibi muhtaç olana verin diyor. Ayetteki “..kalpleri yakınlaştırılıp ısındırılacak olanlar.. (Tevbe-60 ) ifadesinden de açıkça anlaşıldığı gibi, İslam dışı olanlara, yani Müslüman olmayanlara dahi eğer muhtaç ise zekat ve infak yapılır. Bu itibarla zekatı bize ver, biz namazlılara abdestlilere ve Allah için harcarız demek, büyük bir saptırma ve yalan olup, fakirin yetimin mutacın hakkı olan infakı zekatı gasp etmektir. Bunlar çeşitli ünvan ve isimlerle faaliyet gösterip; hizmet, dava, burs, kurs, deyip halkı soyuyorlar. Fakirin, yoksulun, garibin zengindeki hakkı olan zekat, kurban, sadakalar vb infakı kendi organizasyonlarına kanalize edip aktararak, zekat ve yardımın fakire, yoksula gitmesini engelleyip fukaraya zulüm ediyorlar. Ki bunları beyanla Kuranda; “Gördün mü o dini yalan sayanı, işte odur yetimi itip kakan. Yoksulu doyurmayı özendirmez o, vay haline o namaz kılanların ki namazlarında gaflet içindedir onlar. Onlar riyaya sapandır, onlar gösteriş yaparlar ve onlar yardıma, zekata engel olurlar.”(Maun 1…7) Buyrulur.
   Velhasıl, buraya kadar infak ve zekat ibadetinin zahirine yönelik bazı önemli gördüğümüz hususlarından bahsedildi. Fakat “islamın her temel değerinin ledduni hikmeti olduğu” gibi, kuranın her birkaç sayfasında sıkça bahsedilen zekat ibadetinin de ledduni hikmeti vardır. Ve bu hikmetleri araştırmak şüphesiz kulların kemale ulaşıp insanı kamil olabilmelerinde gidecekleri yegane yoldur.
    Buna göre zekat’ın ledduni hikmet yönü ile değerlendirilmesi şöyledir; Nasıl ki zahiri açıdan, yani şeriata göre zekat, herkes tarafından değil de zengin olan tarafından ifa edilen bir ibadet ise, Hakikat itibarıyla da zekat ve infak, ilim irfaniyet ve kemalat zenginliğine mazhar olan alim, arif ve ehli kemal tarafından, cahil olup ilim ve irfaniyetin mahrum ve muhtaçlarını irşad ederek yapılır. Bunu ifadeyle kuranda;Güzel, yapıcı bir söz, bir bağışlama, ardından bir eziyet gelen sadakadan daha üstündür..” (Bakara-263) buyrulduğu gibi, “.. Ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, başkalarına pay çıkaranlardır/ infak edenlerdir.” Beyanı vardır. Bu ayette geçen “rızık,” ifadesi hem zahiri mal mülk gibi nimet zenginliğidir, hem de manevi nimetler zenginliğidir. Bu itibarla manevi nimetlerin en hayırlısı ilim ve irfaniyettir ki, bunu “..De ki Rabbım ilmimi arttır” (Taha-114)“.. Ve kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir…” (Bakara-269) Ayetleri açıkça ifade eder.
   İlim sahibine alim denildiği gibi irfaniyet ve hikmet ehline arif denir. Pir seyyid Muhammed Nur Hz. leri; “İlim akılla tahsil edilir, irfaniyet ise müşahade ile tahsil edilir.” Buyurur. Bu itibarla her alim de muhakkak ilim vardır, fakat irfaniyet yoktur. Alim de irfaniyet olmadığından hikmette olmaz. Fakat her arifte ilim muhakkak olduğu gibi o, irfaniyeti ile hikmetin de mazharıdır. Onu için alimler tahsil ettiği ilimle halkı irşad eder ve ihtisasına göre toplumu aydınlatırlar. Mesela ziraat aliminin çiftçilere, inşaat aliminin inşaat yapanlara, tıp aliminin hastalara vb. yol gösterip onları aydınlatması gibi. İşte bu yol gösterip aydınlatma, o alimin ilim zenginliğinden dağıttığı zekat ve o ilmin mahrumu ve muhtaçlarına yaptığı manevi infaktır. 
  Arif ise, ilim ve irfaniyet mazharı olmakla, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbı’nı bulup ona kavuşmuş kuldur. Ki insanın yaradılışının yüce amacı bu imtihan alemi olan yeryüzünde yaratıcıyı bulup, ona vasıl olmasıdır. İşte bu yaradılışın yüce gayesine erişebilmesi için her mümin, arif ve ehli kemalin infak ve zekatına muhtaçtır. Bunu ifade ile cenabı Hak; “…eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun" Nahl(43) “…sorun zikir ehline eğer bilmiyorsanız” Enbiya(7) buyurur. Çünkü arif ve kamilin infakı olan irfaniyete mazhar olunmadan mümin bir kulun, bu imtihan aleminde yaradılışının yüce gayesine ulaşıp Rabbı’na kavuşması mümkün değildir. Ancak kamilin irşadı ile kul yaratıcıya vuslat edebilir. Bunu beyanla kuran; "Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na varıp kavuşmaya vesile arayın. O’nun yolunda mücahede/gayret edin ki felaha/kurtuluşa eresiniz" Maide(35) buyurur. Ehli kemal; “bu ayetteki “vesileden” maksadın, kamil mürşid olduğunu ifade etmişlerdir.
    Bu itibarla bu alemde yaşayan her mümin ölmeden, yani bu alemden göçmeden önce kamili bulup onun infakı olan irşadından nasiplenerek o’da, arif ve ehli kemale arasına karışması gerekir. Bir kimse kamilin infakı olan irşad olmadan bu alemden göçerse, bir daha o irşadı bulamaz ve cehalet perdesini kaldırıp Hakk’a kavuşamaz. Ve böyle bir kul var olduğu her yerde, yani dünya kabir ve ahiret alemlerinde ebediyen Rabbın’dan perdeli olur ve Rabbı’nı müşahade edemez. Bunu ifadeyle kuranda; “Bu Dünyada kör olan ahirette de kördür” (İsra-72) buyrulur. Çünkü kulun imtihan alemi, bu yeryüzü olan dünya alemidir. Ki, Peygamber ve velilerin irşad ve tebliği ancak bu alemde olur. Rabbın müşahadesinin irşadı sadece bu yeryüzü aleminde olduğu için, bir kulun bu alemde kamilli bulup onun zekat ve infakı olan irşadından nasiplenmesi yegane gereklilik olduğundan Cenabı Hak, hem de iman sahibi olan müminlere hitaben; “ Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Resuluna icabet edin..” Enfal(24) .Buyuruyor. Bu ayetteki muhatap müminlerdir ve Mümin hayat bulmaya yani dirilmeye çağrılıyor. Ki bu dirilme Bir kimsenin taklidi iman veya istidlal/delilli imanla Mümin olduğu halde, hakiki imanla şereflenmesinin diriliğidir. Bu dirilik aynı zamanda cümle alemlerde Rabbı’na vaslat etmiş arif ve kamil kulluğa erişme diriliğidir. Çünkü üç kısım imanla mümin olunur. Birincisi imanı taklittir, imanı taklit müminlerinin imanı çok zayıf olup annesinden babasından hocasından duyduklarıyla yetinip, yaratıcı hakkında bir araştırma ve tefekkürü olmayan mümindir. İkincisi imanı istidlal yani delillerle yaratıcıyı araştırarak türlü delillerle Hakk’ın eserlerini görüp, gördüğü eserlerini delil yaparak Allah’a iman eden mümindir. Üçüncüsü imanı hakikidir ki kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbı’na kavuşmuş hakiki bir imanla mümin olandır. Ki bu imanı hakiki müminleri var oldukları her alemde Rabbın’dan gayrı müşahade etmeyip daima Rabbına vuslat keyfiyeti ile yaşarlar. Bu itibarla ayette ifade edilen ve mümine hayat verecek olan dirilik hakiki mümin diriliğidir. İşte Bu diriliğe ulaşmak için, imanı taklit ve imanı istidlal müminlerinin, zamanın kamilin’in irşadı olan zekat ve infakından muhakkak nasiplenmeleri icap eder. Bu nasiplenme, onların da yaradılışlarının yüce gayesine uygun arif ve kamil kulluğa erişmeleri için kesinlikle, muhakkak gereklidir.
    Çünkü Hz.Resulullah’tan sonra hidayet daveti alimler ve kamil mürşid tarafından yapılır. Pir seyyid Muhammed Nur Hz. leri “hidayatin baş mazharı hz. Muhammed s.a.v’dir, onun temsilcileri ise alimler ve kamil mürşiddir” buyurmuştur. Bu Hz. Resulullah efendimizin temsilcileri hakkında Cenabı Hak;Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyilik ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirsiniz, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırsınız..” (Ali İmran-110) Buyrur. Ki bu Resulullah temsilcileri, mazhar olduğu marifet ve kemalatı tebliğ etmekte hiç tereddüt etmezler ve hiç üşenmezler. Hz. Ali’nin “ilim sarfadildikçe artar” dediği gibi onlar, Ruhani zenginliklerini muhtaç ve mahrumlara sarfedip onlarla paylaşırlar. Onlar tevhidi hakiki marifetiyle fenafilleh ve bekabillah seyri ile yaşadıkları gibi, bu marifeti yaşatmak için fedakar ve gayretli olurlar. Bunlar tevhidi hakikinin mahrum ve muhtaçlarını arar bulurlar ve onların da fenafillah ve bekabillah müşahadesine erişmeleri için onlara infakta bulunurlar. Ve bu yolda yani mahrum ve muhtaçlara infakta maddi ve manevi fedakarlıkla gayret göstermek onların mazhar olduğu ruhanıyeti arttırır. Bunu ifadeyle cenabı Hak ; “.. sadakalar karşılığında artışlar getirir..” (Bakara-276) buyurur.
   Nasıl ki, zahiren zenginin malında fakirin zekat hakkı varsa, arifin irfaniyeti de Allah’ın bağışı olup, o irfaniyette mahrum ve muhtaçların hakkı vardır. Bunu beyanla kuranda Bunların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun için. (Meariç-24,25) buyrulur. Kamil, arif bir kul, Mazhar olduğu İrfaniyet ve ruhaniyetin Hakk’ın bağışı olduğu şuuru ile muhtaçları arayıp bulmaz ve mahrumlara infakta bulunmazsa, Hakk’ın bağışı ondan kesilir ve irfan fakiri olur. Kendisine Hakk’ın lütfettiği irfaniyeti mahrum ve muhtaçlara infak etmekte gayret göstermeyip maddi ve manevi fedakarlıkta bulunmaması, arifin irfaniyet ve ruhaniyetinde donukluk ve gerilemeye sebep olur. Ve mazhar olduğu ruhaniyet ve marifet zenginliği azalarak zayıflar ve sözleri ruhaniyetten mahrum ve cılız olur. Bu bağışın kesilmemesi için hz. Ali’nin; “Ey Rabbimiz! Bize hidayet ettikten sonra kalplerimizi döndürme bize leddunun dan bir rahmet ver. Muhakkak ki Sen, yalnız sen Vahhâb'sın, bol bol bağışta bulunansın.” (Ali İmran -8) ayetini sıkça okuyarak dua ettiği rivayet edilir.
   Bu bağış mazharıyeti le infakta bulunan ehli kemal’in, gayret ve infakları karşılığında maddi hiçbir beklentisi olmaz. Ve infakta bulunduğu mahrum ve muhtaçlara asla maddi bir külfet yüklemez. Bu onların değişmez özelliklerinden olup bir mürşidin Kamil olmasının da en belirgin özelliğidir. Bu konuda yüce Allah ”Biz seni sadece müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. De ki bu hizmetime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben ancak dileyen kişinin Rabb’ine doğru bir yol tutmasını istiyorum“ Furkan (56-57) buyurur. Yine Kur’anın’ bir çok ayetinde peygamberlerin dilinden ; “…ben bu iş için sizden bir ücret/ödül istemiyorum. Benim ücretim/ödülüm yalnız alemlerin Rabb’indendir” Şuara (109-127-145-164-180) buyrulur. Ki bütün bu ayetlerde açıklandığı gibi, velayet irşadı ile infakta bulunan bir mürşid, eğer bu infakına karşılık her hangi bir maddi külfet ve ücret yüklerse o mürşidin kamil olmadığının en büyük alametlerindendir. Velhasıl arif ve kamil mazhar olduğu marifet zenginliğini infak ederken bu zenginliği bağışlayan Allah’a şükrederek, “Zekâtı vermek için faaliyettedir onlar.” (Münafıkun-4) ilahi beyan gereği daima, imanevi zekat ve infak gayreti ile yaşar.
    Kuranı kerimde; Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi. Dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramın ayrılmasıdır..." (Kehf-77,78) Buyrulur. Ki bu ayette Hz. Musa ile Hızır’ın, yolculuklarında uğradıkları şehrin halkı, kendilerine yiyecek ve içecek vermediği halde Hızır’ın, o şehir halkının duvarını, hz. Musa’nın ‘bunlar bize yiyecek içecek vermedikleri halde duvarlarını neden yapıyorsun, bari karşılığında yiyecek içecek alsa idik’ diye itiraz etmesine rağmen imar etmesi ifade ediliyor. Ki, bu ayetin ledduni manası şöyledir; Hızır ve Hz. Musa’nın gittiği O şehir, şeriat ahkamına tabi olup o ahlak üzere yaşayanlardır. Bir peygamber veya veli, o halk ile yaşayıp muhabbet sohbet etse de onlar, sadece şeriat ahkamı ve ahlakı ile yetinip islamın ledduni marifetinden uzak, nübuvet ve velayet irfaniyetinden mahrum olduklarından, onların bir nebiyi veya veliyi besleyebilecek gıdalandıracak irfaniyetleri olamaz. Bu sebeple nebinin ve velinin ruhani açlıklarını ve ihtiyaçlarını gideremezler. Fakat buna rağmen Hızır, şeriat ahkam ve ahlakıyla yaşayanların tevhidi hakikiye olan istidat duvarlarını imar etti. Ve itiraz eden hz. Musa ya “..Duvar, o kentte yaşayan iki yetim oğlanındı. Altında, oğlanlara ait bir define vardı..” (Kehf 82) dedi. Ve o “iki yetimin” hakkının korunması için bu duvarı yaptığını ifade etti. Yani Hızır o şehir halkı ile ilgi ve münasebet duvarını imar ederek, onlara irşad ile infakta bulundu. Ki her insanın potansiyelinde var olduğu halde, sahipsiz ve iki yetim olan Nubuvet ve velayet marifeti onlarda açığa çıksın ve onlarda arif ve kamil insan olsun diye, hiçbir karşılık beklemeden ve ücret almadan gayretle çalışmasını ifade eder.  
     Hızır zamanın Kamil mürşididir ki hızırın ölümsüz ve her zaman sağ olması, yeryüzünde kamil’in her zaman mevcut olmasının ifadesidir. Velhasıl Hidayetin davetçisi olan ehli irfan ve ehli kemal her zaman var oldukları bu imtihan alemin de, Allahın ihsanı ve lutfu ile mazhar oldukları ledduni marifet ve kemalatlarıyla, manevi zekat ve infakı, mahrum ve muhtaçlara hiçbir maddi karşılık beklemeden ifa ederler. Bizler de bu ledduni infaktan nasiplenenlerden oluruz inşallah. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.

                                                                                               Nejdet Şahin
                                                                                     24 Ramazan 2009 Salihli

Hiç yorum yok: