18 Haziran 2011 Cumartesi

KEVSER suresi ve KURBAN’ın mahiyeti

Övülmek, methedilmek cümle varlığın hakikatı olup, her bir şeyi zat-ı vahdet’inden açığa çıkaran Allah’a mahsustur. Selam, Allah’ın sevgilisi ve elçisi, Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve onun tüm zamanlarda var olup insanlığı aydınlatan ehl-i beyti’ne olsun.   
      Kuran-ı oluşturan surelerden birisi Kevser suresidir. Kevser suresi üç ayetten oluşup mealen şöyledir;  1- “Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri 2- O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. 3- Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.”
      Bu surenin nuzulüne/inişine bazı müşriklerin, Hz. Muhammed (s.a.v) efendimizin erkek çocuğunun olmamasını ifadeyle, “ebter,” soyu devam etmeyecek olan kimse diye vasıflandırmaları sebep olmuştur. Ki ayette ifade olunan “ebter,” kesiklik, sürekliliği ve devamlılığı olmayan anlamında olup, “Kevser” ise, süreklilik devamlılık demektir. Ve Hz. Resulullah bu kevser mazhariyetiyle, cümle alemler de ve her zamanda mevcuttur.
      Kuran’a göre mümin ve gerçek mümin olmakla müminler iki kısımdır. Ki, mümin “ lailaheillallah muhammeden resulullah/ Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın kul’u ve resuludur.” diyerek, kalbi ile tasdik ettiği kelimeyi tevhid imanına mensub olandır. Bu müminler, yeryüzü olan bu şahadet aleminde imtihan olmakla mükellef olarak yaratıldıklarına, bu dünyada geçici olup, ahiret aleminde ise ebediyen yaşayacakları imanına mensupturlar. Ve bu müminler ahirette kendilerini/nefislerini cehennemden koruyup, amel cennetinde huri, köşk yiyecek, içecek vb. nimetlere mazhar olmak için bu imtihan aleminde Allah’ın emir ve yasaklarına riayetle yaşayarak kulluk yaparlar.
       Bu müminler “lailaheillallah/Allah’tan başka ilâh yok” dediklerinde Allah’ı, cümle alemleri ve bizi imtihan etmek için yaratan olarak bilirler. Ve Hakk’ı kendi varlıklarından gayrı zannederler. Yine bu müminler “Muhammeden resulullah/Muhammed Allah’ın kul’u ve resulu’dur” dediklerinde ise, Hz. Peygamber efendimizi annesi Amine’den doğup, babası Abdullah olan ve 63 yaşında vefat ederek bu dünyadan ayrılmış olarak tanıyıp, bu iman ve anlayış üzere kulluk yaparlar. 
       Gerçek müminler hakkında ise Kur’an-ı Kerim’de; “Gerçek/hakiki müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların îmanlarını arttırır ve onlar yalnız Rab’lerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfâl, 2) beyan olunduğu gibi diğer bir ayette; “…Gerçek/hakiki müminler Allah’ı her şeyden daha çok / kararlı ve taşkınlıkla seviyorlar...” (Bakara, 165) Buyrulur. İşte bu ve benzer ayet beyanlarında ifade edilen “gerçek/hakiki müminler,” Kuranın cümle emir ve yasaklarına kesinlikle riayet ettikleri gibi, Allah’ın emir ve yasaklarını ne eksik ne fazla muhakkak yerine getirirler. Bunların Allah’ın emir ve yasaklarına riayetleri ise, kendilerini/nefislerini ahirette cehennemden koruyup, amel cenneti nimetleri olan huri, gılman köşk vb. nimetlere kavuşmak gaye ve maksadıyla asla olmayıp, ilâhi sevgili olan Allah’ın emri olmasındandır. Bunu beyanla gerçek müminlerden olan Yunus emre Hz.leri;
                                                               Cennet cennet dedikleri
                                                               Birkaç evle birkaç huri
                                                               İsteyene ver sen onu
                                                               Bana seni gerek seni demiştir.
 “Gerçek müminler” “Lailaheillallah/Allah’tan başka ilâh yok” dediklerinde ise, onların anlayışı“Allah’tan gayrı mevcut yok” müşahadesi olup, böyle bir kâmil iman’la gerçek müminler, Allah’a kulluk yaparlar. “Muhammeden resulullah/Muhammed Allah’ın kul’u ve resuludur” dediklerinde ise gerçek müminler; Hz resulullah’ı sadece bu alemde 63 yıl unsur bedeniyle yaşamış olarak değil, bu şahadet alemi ve cümle alemlerde mevcut olan vücud-u Nur-u Muhammed müşahadesiyle iman ederler. Ve Hz.Resulullah’ın ahlak ve tabiatı üzere olan kulluk gayretiyle yaşarlar.
       Gerçek müminler için ayette“.. Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların îmanlarını arttırır..” beyan edildiği gibi, onlar kalplerindeki zikri daim uyanıklığı ve her biri ayet olan makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle, kendilerinde ve cümle alemdeki tecellilerde Hakk’a vuslat marifetine erişmeleri, Nur-u Muhammed mazharı olan insanı kamil kulluğudur. Ve İnsanı kâmil kulluğu, aynı zamanda cümle peygamberlerin ulaşıp eriştiği makam olup, bu insanı kâmil makamına erişenlerden Allah, tüm zamanlarda kendine resuller/elçiler, peygamberler seçmiştir. Yani insanlığa gelen cümle peygamberler, hidayeti Nur-u Muhammed mazharıyetiyle tebliğ ve irşad da bulunmuşlardır. Bunu ifadeyle Süleyman çelebi Hz.leri mevlidinde;
Hak taâlâ çün yarattı Ademi
Kıldı Ademle müzeyyen alemi.
Adem’e kıldı feriştehler sücut
Hem ona çok kıldı Lütfi ol ıssı cut
Mustafa nurunu alnında kodu
Bil habibin nurudur bu nur dedi
Kıldı ol nur anın alnında karar
Kaldı anın ile nice ruzigar
Sonra Havva alnını nakletti bil
Durdu anda dahi nice ayu yıl
Şit doğdu ana nakletti nur
Anın alnında tecelli kıldı nur
Erdi İbrahimü İsmaile hem
Söz uzanır geri kalanı der isem
İş bu resmile müselsel muttasıl
Ta olunca Mustafaya muntakil
Geldi çün rahmetellil alemin
Vardı nur karar etti hemin
Tut kulak efsafına ey yarı din
    Bilesin kimdir o fahrül mürselin. Der. Ki hadisi şerifte; “Allah evvelâ benin nurumu yarattı” buyrulmuş olduğundan, mevlid’de ifade edidiği gibi her peygamberde, cümle alemlerin evveli olan Nur-u Muhammed zahir olmuştur. Ve tüm peygamberler nur- u Muhammed mazhariyetiyle insanlığa tebliğ ve irşad’ta bulunmuşlardır.
         Cenab-ı Hak kendi zatı tekliğinden, ilk önce yarattığı Nur-u Muhammed kulluğuyla bilinmekliğine aşık olduğunu beyanla “…bilinmekliğime muhabbet ettim /aşık oldum halkı yarattım…”(hadisi kutsi) buyurdu. Çünkü Hakk’a ancak ve ancak, Muhammed-i bir kullukla arif ve vasıl olunur, bunun başkaca bir yolu olmaz. Bu itibarla cenab-ı Hakk’ın, Muhammed-i kulluk’la bilinip arif olunma muhabbet ve aşk’ı, cümle peygamberlerde zahir olduğu gibi, gelmiş ve gelecek olan cümle insanı kâmil olan veliler’de de zahir olmuş, olmakta ve gelecekte de olacaktır.
      Hz. resulullah efendimiz; “Ben Allah’ın nur’undan müminlerde benim nurumdan yaratıldı” demişlerdir. İşte hidayet-i nur-u Muhammed (s.a.v) in tüm zamanlarda cümle peygamber ve gerçek müminler’de zuhur edip açığa çıkması “Kevser” dir, Ve Kevser, Hz. Muhammed s.a.v’ in tüm zamanlardaki bitmez tükenmez olan sürekliliği ve devamlılığıdır.
       Bu itibarla, meslek-i resul irşadı olan zikri daim ve makamatı tevhid müşahadesiyle insan-ı kâmil olan gerçek müminler, “Kevser” mazharıyeti olan hidayeti nur-u Muhammed kulluğunu, her zamanda açığa çıkardıklarından manevi evladı Resul, yani ehli beyt-i manevi’dirler. ‘Çünkü gerçek müminler; “ashabı suffa” gibi nur-u Muhammed örtüsüne/abasına bürünmüşlerdir.’ Bu itibarla; “ Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri, O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.” İlahi beyanındaki ledduni anlam şöyledir.
        ‘Ey bu ayetleri okuyan mümin, hidayeti nur-u Muhammed mazharı olan ve her zamanda bu alemde mevcudiyeti devam eden manevi evladı Resul’u arayıp bul, ve Evladı Resul’un “Kevser” irşadı olan zikri daim ve makamatı tevhid keşfi irfaniyetiyle gerçek müminlerden olup, sende nur-u Muhammed örtüsüne bürünerek manevi evladı Resul arasına girip, sende ehli beyt-i manevi ye dahil ol demektir.
         Ayetteki “Rabb’ın için namaz kıl” beyanı ise, mazhar olduğun “kevser” marifetiyle Rabb’ın makamlarını müşahade ettiğinde, kendinin ve cümle alemin her andaki fenasında, (yokluğunda) Baki (ebedi) olan güzelliğiyle gözüken alemlerin Rabb’ı için namaz kıl. İyi bil ki, “...Namaz müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.” (Nisa -103) Ve namazı vakitlerle kılmak Kuran’ın açık emri olduğundan sakın terk etme. Fakat vakit namazlarını kılmakla beraber namazın hakikatına ulaş, çünkü Hz. Peygamber efendimiz “Namaz müminin miracıdır” buyurur ki, miraç Kul’un Rabbı’na vuslatıdır. (kavuşmasıdır) Agâh ol ki, Hakikat ta miraç kendinin ve cümle alemin yokluğunda zahir ve baki olan Hak’tan gayrı görmeyip, daima Hak’la var olmaktır. İşte beş vakit hiç terk etmeden kıldığın namazın bu hakikat ve marifetine ulaş. Sakın gafiller gibi amel cennetinin nimeti olan huri, gılman, köşk vb. nimetlerle nefsini lezzetlendirmek için Allah’a kulluk yapma Demektir.
      Ayetteki “Kurban kes” beyanındaki mana ise şöyledir. Kurban, kurbiyet, yani yakınlık demektir. Bu kurbiyet/yakınlık ise, kulun cümle varlıkta mevcut olan Hakk’ın, kendi vahdetin’den açığa çıkarıp yarattığı kesret tecellilerini müşahade marifetinin yakınlığıdır. Bunu ifadeyle kuts-i beyanında cenab-ı Hak; “Kulum bana nevafille öyle yakın olur/ yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.Buyurur ki bu yakınlık/kurbiyet aynı zamanda, hidayeti Nur-u Muhammed mazharıyetiyle kulun marifetullaha erişmesidir. Bu itibarla “Kurban kes” emrinden maksat, mazhar olduğun marifetullah’ı, bu marifetin cahillerine, mahrum ve muhtaçlarına aktarıp dağıtarak “Kevser” sürekliliğini ve devamlılığını sağla demektir. Çünkü ayette Arapça olarak geçen “venhar” kelimesi, aynı zamanda akıtmak anlamında olduğundan, Nur-u Muhammed kulluğu ile hasıl olan kurban/yakınlık marifetini, bu marifetin mahrum ve yoksullarına irşad ile akıtıp dağıtarak, “Kevser” sürekliliği ve evladı Resul kulluğunun devamlılığını sağla. Ve sende manevi evladı Resul / ehl-i beyti manevi arasına karış demektir.
       Ayetteki “Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.” beyanının manası ise, şöyledir. “Ebter,”kesiklik sürekliliği ve devamlılığı olmayan, sınırlı hudutlu ve sonu olan demektir. Ki “ebter” olanlar iki kısımdır.
      Birincisi, aklı maaş olanlardır; Bunlar yeryüzünde nefsinin tattığı tabiat zevk ve lezzetlerinin esiri olup, bu alemde tabiat nimetleri ile lezzetlenmekten başka bir tefekkür ve gayesi olmayan dünya ehlleridir. Ki dünyanın devamlılığı ve sürekliliği olmayıp sınırlı, hudutlu ve kesik, yani sonu olduğundan dünya ve tabiat lezzetleri “ebter” olduğu gibi, aklı maaş ve dünya ehli olmak ebterliktir. Çünkü kıyametin kopması dünyayı sona erdirip, insanın ölmesi ise onu dünyadan ve aldığı dünya lezzetlerinden ayırıp kestiği için, aklı maaş olan ehli dünya “ebterdir.”
       İkinci olarak “Ebter”liğe mazhar olanlar ise, ehli dünya gibi olmayıp, akl-ı maad olanlardır. Ki bunlar, ahiret gününe iman eder ve yaptığı tüm faaliyetlerde harama günaha dikkat ederek yaşarlar. Bunlar, ahiret aleminde nefsini cehennemden koruyup huri, gılman, köşk, yiyecek, içecek gibi amel cenneti nimetleriyle nefsini lezzetlendirmek için daima sevap olan işlerle meşgul olurlar. Bu itibarla, bunlar kulluklarını amel cenneti ve bu cennet nimetleriyle kayıtlamakla hudutlayıp, sınırlarlar. İşte bu sınırlar k’ul’un Hakk’a vuslat tekamülünü kesmesi ve insan-ı kâmil olmasını engellemesi yönüyle, o kul’un “ebter” liği olur.
      Kur’an’ın: “yeryüzündeki herkes/her şey fânidir, yokluktadır. Celâl ve ikram sahibi Rabbinin veçhi/yüzü bâkidir.” (Rahmân- 26, 27) Yine, “O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helâktadır / yokluktadır…” (Kasas, 88) buyurmasına rağmen, tekamülü “ebter” olup kesilen kul, kendinin ve cümle alemin varlığını Hak’tan ayrı zannetmekle, kendine ve eşyaya müstakil vücut nisbet ederek kulluğunu sınırlayarak kayıtlar. Ve bu kulluğunu Hak’tan gayrı şeylerle kayıt etme kesikliği, yani “ebter” liği yüzünden kişi, insan-ı kâmil makamına erişemez ve Rabbı’na kavuşmaktan mahrum olur.
      Aynı zamanda bunlar, Hz Resulullah efendimizi yalnızca unsur beden varlığıyla bilip, ölümle bu alemden ayrıldığına inandıklarından. Vücud-u Nuru Muhammed’in cümle alemlerde ve her zamandaki “Kevser” zuhuru olan devamlılığından ve sürekliliğinden perdeli / mahçup bir kullukla yaşarlar. Ve, “Kevser” mazharı olan evlad-ı Resul irşadından gafletle “ebter” olanlar, nur- u Muhammed aba’sı (örtüsü) ile örtünemediklerinden manevi evladı Resul / manevi ehl-i beyt arasına dahil olamazlar. Ve “Kevser” den mahrum “ebter” olan kulluklarıyla cenab-ı Hak’tan ebediyen mahçup olup perdelenirler. Bunu beyanla Kur’an’da; “Bu dünyada ama / kör olan ahirette de kördür” (İsra- 72) buyrulur.
        Kevser süresi ve kurban’ın yorumu hatalarıyla beraber tamamlandı her şeyi en iyi bilen Allah’tır.                       
                                                                                     Nejdet Şahin

Hiç yorum yok: