8 Şubat 2016 Pazartesi

At ile merkep ahvâli;

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDET ŞAHİN

At ile merkep ahvâli;

At ile eşeğin hâlleri, davranışları demektir. Malik Efendi Hazretleri, dinin şeriat ile ilgili zahir ilimlerin tahsili ile yetinen, dinin batınına ait tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinden gafil olan ilim erbabını at ahvali ile teşbih ediyor / benzetiyor. Tarikat ve cemaat gruplarına mensub olup sakal bırakarak, takke takıp, sarık sararak, şalvar hicaz fistanı vb. gibi topulumun genel kabulune uymayan kıyafetler giyerek din’cilik teşhiri / gösterişi yapan cahil abid’i de, merkeb (eşek) ile teşbih ederek (benzeterek) at ile merkebin ahvali olarak beyan ediyor.  

Kulağı ile iftihar hâr durur
Sucâzı geçmez sanur derya durur

Hâr:Eşek,Sucâz: Küçük su akarı,Derya: Deniz demektir.
Kulağı ile iftihar hâr durur demek, eşek, kulaklarının uzunluğu ile kendini beğenip iftihar eder demektir. Ki cahil abid te, Allah’ın emri ile yetinmeyip, Allah’ın emrettiğinden daha fazla gece ve gündüz ibadetler ve tesbihatlarla, sakal bırakmak, şalvar veya hicaz fistanı gibi kıyafetlerle şekil suret düzerek, etrafına dincilik teşhiri yapan kimsedir. Ki böyle cahil kimseler, kendileri gibi fazla ibadet yaparak, tesbih çekip şekil suret ile uğraşanlar haricindeki herkesi, kendileri gibi olmadıkları için beğenmezler. Ve kendi yaptıkları kulluk ile iftihar ederler. Böyle kimselerin ilim ve hikmete dair meşguliyeti olmadığı için, o’na basit ilmi değer taşıyan bir meseleyi sorsan o, sorulan sorudan korkarak o basit sucağız (küçük su akıntısı) gibi soruyu, ilim ve irfandan nasipli olmadığı için ağır ve derin bir müşkülderyası zannederek, cevaplayamaz.
      Bunu ifadeyle har’ın, yani merkebin kulağının uzunluğuylaiftihar etmesigibi cahil abid de; herkesten farklı olan kendi kılık kıyafetini, suret-i şekli ahvalini, herkesten farklı olarak yaptığı kendi ibadetlerini beğenip kendi ile iftihar eder. Fakat cahil abid ilim ve irfandan nasipsiz olduğu için, basit ilmi değer taşıyan bir sual veya müşkülle karşılaşsa o, basit müşkülü / soruyu derin deniz gibi zannederek cevaplayamaz. Ve onun bu ahvâli aynı merkebin sucâzı, / küçük su’yu derya deniz sanıp geçememesi gibidir, buyruluyor. 

Hep at önünde yük ile hem yürür
Bir çamura rast gelse önünde kalır

      Eşekler, sırtında yük olduğu halde at ile beraber yolda giderlerken, daima atın önüne geçmeya çalışarak atın önünde yürürler.
Ki, eşeğin yüküyle atın önüne geçmeye çalışması gibi; yaptığı fazla ibadet ve tesbihat yükü ile cahil abidin, kendini ilim erbabından üstün olduğunu zannederek kılık kıyafet, şekil suret düzerek halkı âleme âlimler’in fevkinde görünme arzu ve gayretini ifade eder. 
Eşeğin bir çamura rast geldiğinde, sırtında yükü ile öylece kalıp ilerleyememesi ise; cahil abid kendini beğenip âlimlerden üstün görünme çabasına rağmen, ilm-i bir müşkül soru ile karşılaştığında eşeğin çamura batması gibi, cahil abidin sus pus olup o müşküle ilm-i bir cevap bulamamasıdır.

Rehnümalık ana şeytan gösterir
Yol alırken bağırır hem çağırır

      Rehnuma:Yol gösterici, kılavuz, mürşid anlamına gelir. Ehli kemâl;“Mürşid’i Kur’an olmayanın mürşidi şeytandır.”buyurmuşlardır. Ki, “hidayetin baş mazharı Hz. Resulullah’ın” temsilcisi olan âlimler ve insanı kâmil veliler, muhakkak kesinlikle vahiyle çelişmeyen, Kur’an ile aynıyet ifade eden tebliğ ve irşadda bulunurlar.
Fakat kâmil olmayan nakıs (eksik) bazı tarikat ve cemaat mürşitleri Kur’an-ı nazarı itibara almadan. Bizim yolumuz böyledir deyip vahye uygunluğuna bakmadan şu kadar tesbih çekeceksin. Beş vakitten fazla bu kadar namaz kılacaksın, ramazan orucu haricinde şu orucu tutacaksın gibi, Kur’an’la vahiy’le çelişen fetva ve söylemlerle mürid ve taraftarlarına yol göstererek rehnumalık, yani mürşidlik yaparlar. Mürit ve taraftarlarına; mürşitlerinin her an onu nazar ettiğini, yani harkulâde bir şekilde kerametle her an müridi müşahade ile kontrol ederek, müridi belâlardan kötülüklerden koruduğunu söylerler veya ima ederler. Mürşidini fotoğrafı veya hayali ile rabıta yaptırarak müride açıkça şirk işletirler.
İşte bu ve benzer rehnumalığı / yol göstericiliğiyle nakıs (eksik) kâmil olmayan bir mürşid, müridi açık şirk’e sürükleyerek, müridi Kur’an’ın dosdoğru yolundan ayırmakla şeytanlık yapmış olur. Çünkü;“Şeytan dedi ki; beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, bende onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerinde elbette oturacağım” (Araf,16) ayeti ve benzer ayetbeyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi şeytan, doğru yolda gidenleri şaşırtan ve saptırandır.
      Bunu beyanla; eşekle teşbih edilen cahil abidin vahiyle örtüşmeyen hâl ve davranışlarını, nakıs / eksik mürşidinin ona şeytanca verdiği fetva ve öğretiler oluşturur. Ve cahil abid’e rehnumalık / yol göstericilik yapan kâmil olmayan nakıs mürşid; bir de kuran dışı şeytanca öğretttiği fazla ibadet, tesbihat ve virdleri şöyle yap, böyle yap diye etrafına fetvalar verip bağırıp çağırır, deniliyor.

Sahibi hımara yükün yüklüyor
Besmele ile îstiaze okuyor

      Hımar: Eşek,İstiaze:Euzubillâhimineşşeytanirracim / Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım” demektir.
Buna göre, sahibi eşeğe hem yükünü yüklüyor hemde besmele ile istiaze okuyor, yani euzu besmele çekiyor ifadesinin anlamı şöyledir: Eşeğin sahibinden maksat, cahil kimsenin kâmil olmayan nakıs / eksik mürşididir. Ki, Kur’an yolundan ayırıp şeytanca kulluk öğrettiği müridi olan cahil abide, Allah’ın emretmediği fazlaca ibadet tesbihat yükünü. Mürşidini rabıta etmesi gibi açık şirk yükünü ve maddi beşeri menfaat edinme yüklerini yüklerken, birde “ euzubillâhimineşşeytanirracim / şeytandan Allah’a sığınırım ”diyerek nakıs / eksik mürşidin euzubesmele çekmesidir.
      Bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar.” (Zuhruf,36-37) buyrulur.

At sineği konsa merkep delirir
Dört bile ayağıyla yere vurur

      At sineği:Daha çok atların kuyruk altında barınarak yaşayan, fakat ısırdığında acı ve kaşıntı veren bir sinektir. Ve eşekler, at sineğinden çok rahatsız olurlar. Eğer bir at sineği merkebi ısırırsa merkep delirir ayaklarını yere vurur tepinir, üstündeki yüke aldırmadan kendini yere atarak yüküyle beraber yere yıkılır.
     Mana yönüyle At sineği, zahiri ilimler âliminin çözemeyip içinden çıkamadığı din-i müşkül ve problemleridir. İlmi ve akli anlayışa değer veren zahir ilim erbabı olan âlim kimsede, At sineğinin remzettiği müşkül ve problemlerin var olması veya bu müşküllerin ona sorulması, at’la teşbih edilen âlim’i çok rahatsız etmez.
Fakat merkeb ile teşbih edilen cahil abid, kendini beğenip âlemi halka kendini herkesten daha dindar olarak göstermesine rağmen, at sineğinin remzettiği dini bir müşkül veya soru ile karşılaştığında çok rahatsız olur. Cahil abid kendini beğenip kendini herkesten yüksekte gördüğü için, enaniyetinden müşkül ve sorulara İlmi akli yönden bir cevap bulamayıp veremediği gibi, cahilliği meydana çıkmasın diye çırpınıp durur. Ve müşkül olan o konuyla ilgisi olmayan şeylerden bahsederek etrafına rahatsızlık verir.
Ki bunu beyanla at sineği konsa merkep delirir, dört bile ayağıyla yere vurur, buyruluyor. 

Şeytan ile daima hoşnud durur
Mürâi merâinin yâri durur

      Mürâi: İkiyüzlü, gösteriş yapmayı seven, Merâi:Aynalar, demektir.
Mürai olan cahil abid, yaptığı riya dolu davranış ve konuşmalarla, şekil ve suret düzmekle gösteriş yaparak âlemi halka kendini teşhir eder. Ki cahilin bu ahvâli şeytanın ahvâlinden olup şeytancadır.
Mürâi’nin (ikiyüzlünün) merâinin (aynaların) yâri dostu olması ise şöyledir; cahil abidin kendini beğenerek dindarlığını teşhir ettiği ahvâlini, kendisi gibi dindarlık gösterişi yapan başka bir mürai kişi aynasından seyretmesidir. Bu itibarla iki mürai bir araya gelince, şeytanca yaptıkları dindarlık teşhiri ve gösterişini birbirlerine anlatarak birbirlerini hoşnut ederler. Bu şeytani hoşnutluğun devamı için cahil abid müraisi, daima kendisi gibi müraileri arayıp mürailerle buluşur. Ki bu buluşmalarda mürai mürainin, hem merai (aynası)hem de yâri (dostu)olur.

Hamili insan iken at uzadır
Başını hem kuyruğuyla oynuyor

      Hamil: Yüklü, yüklenmiş demektir. Yüce Allah Kur’an’da; "O halde sen yüzünü bir hanif / muvahid olarak dine, Allah’ın insanları üzerine yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları bilmiyorlar.” (Rum,30) buyurur ki, ayetteki herkesin üzerine yaratıldığı fıtratı ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddini Arabî Hazretleri; “Her kesin ezeli fıtratı tevhid’dir. Ve herkes tevhid üzerine yaratılır” diyor. Bunu ifadeyle bir hadisi şerifte ise; “Her doğan islam fıtratı üzere doğar.” buyrulur.
Ki, bu ayet ve hadisi şerif beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi yaratılan her insan, ezeli fıtratı olan tevhidin hakikatine erişme potansiyelini taşır. Eğer bir insan zamanın kâmil mürşidinden zikri daim ve tevhidi hakiki ilmi irfanını tahsil ederse o kişide, ezeli fıtratı olan tevhidi hakiki keşfi irfanı açığa çıkar ve o kimse muvahidi hakiki, yani ehli tevhidi hakiki mazharı arif ve kâmil bir insan olur. Zamanın kâmil mürşidinden meratibi tevhid seyri süluku görmeyen bir kimse hangi ilimleri tahsil ederse etsin, hangi ilmin âlimi olursa olsun ezeli fıtraratına yüz çeviremez ve tevhidi hakiki mazharı arif ve kâmil bir insan olamaz. 
Bu itibarlaat’la teşbih olunan zahiri ilimler âliminin insan yükü; zamanın mürşidi kâmilinin zikri daim ve meratibi tevhid irşadından mahrumiyetle, potansiyelinde var olmasına rağmen açığa çıkaramayıp faal edemediği kâmil insan olabilme yüküdür. Çünkü zamanın mürşidi kâmilinden seyri süluk görmeyen zahiri ilim erbabı olan bir âlim, İlim sıfatına mazhar olmasına rağmen ilimi ve vücudu varlığını kendine nisbet ederek gizli şirk olan vücut günahını işler. Ki bunu ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddini Arabi Hazretleri; “vücut günahı günahların anasıdır” diyor. Çünkü gizli şirk olan vücut günahı, Kur’an’daki “Şirkten başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisa, 48-116)beyanı icabınca affedilmeyen günah olduğundan, Hz.Resulullah İbn-i Abbas’a hitaben; “Vücud günahı hiçbir günahla mukayese olunmayan bir günahtır.” buyurmuştur.
Ki vücut günahı olan gizli şirkten bir kişiyi, ancak zamanın mürşidi kâmilinden tahsil edilen zikri daim uyanıklığı ve tevhidi hakiki ilmi irfanı kurtarır. Çünkü ehl-i kemâl; “hakikatta Hakk’ın zatına taalluk eden, (zat-ı ilâhi ile ilgili olan) bilgi ilimdir, gerisi ise zandır.” demişlerdir. Ve ilim, Allah’ın zatı ile sabit olan sıfatlarındandır ve mefsuf olan Allah’ın zatının zuhurudur. Bunun için, Hakk’ın zatına taalluk eden yegâne ilim, tevhidi hakiki ilmi irfanıdır.
Bu itibarlaşeriatla igili zahir ilimlerin âlimi olmasına rağmen tevhidi hakiki irfanından gafletle, ilim ve vücud varlığını kendine nisbet etmesi, o zahiri ilimler âlimini gizli şirk’ten kurtarmaz. Bundan dolayı ulama-i zahir hafız, fakih, imam, hoca, müftü vb. gibi vasıfları taşımasına rağmen, ilmi tevhid irfanından mahrum olduğu için, gafletle kendine vücut nisbet ederek gizli şirk işleyip potansiyelinde hapis kalan kâmil insan kemal bulamaz. Ve ezeli fıtratında var olan kâmil insanı açığa çıkarıp aktif edemediğinden, potansiyelinde hapis kalan kâmil insan yüküyle yaşar.
      Velhasıl, hamili (yükü) insan iken,Atın başını sallayıp uzatarakkuyruğuyla oynayarak yol alması gibi. At’la teşbih olunan zahiri ilimler âlimi; insanı diğer yaratılmışlardan şerefli ve üstün kılan ilmin verdiği itibar ve rahatlıkla bu imtihan âleminde ömür yolculuğunu yaparken, gizli şirk içinde potansiyelinde haps edip aktif edemediği kâmil insan yüküyle yol alır, demektir.

Hâr yük ile başını eğdüriyor
Kendini ibadet ider sanıyor

      Hâr, yani merkepler yüklü oldukları zaman başını dik tutamadıkları için yüklü eşeğin başı eğik olur. Ki sırtındaki yükün ağırlığından başının eğilmesini har’ın (eşeğin) ibadet sanması gibi, Allah’ın buyurmadığı ve fazladan yaptığı tesbihat, ibadet, şekil suret düzmek yükleri ile mürşidini rabıta yapmak gibi gizli şirk içeren davranışlarını cahil abid, kâmil kulluk ibadeti zanneder, deniliyor.  

At eşekle hem tekellüm ediyor
Her birisi kendi medhin söylüyor

      At’la teşbih edilen zahir ulama.Eşek’le teşbih edilen cahil abid, bu yeryüzü olan imtihan âlemindeki ömür yolculuklarını yaparken tekellüm ediyorlar, yani konuşuyorlar.Fakat bu konuşmaların da daima ‘ben şöyleyim, ben böyleyim’ diyerek her ikiside kendilerini medh edip, gizli şirk içeren kulluklarıyla ömürlerini tüketiyorlar, demektir.

At gider bekler başını uzatır
Hem salına salına yol alıyor

      At’ın yol alırken başını uzatıp dik tuttuğu halde salına salına gitmesi gibi, at’la teşbih olunan âlim, zikri daim uyanıklığından tevhidi hakiki irfanından ve insanı kâmil mertebesinden gafil olsa da, ilme değer vardiği için yeryüzünde ömür yolculuğunu cahilden daharahat bir şekilde yapar. Çünkü âlim, insanı diğer yaratılanlardan en üstün ve şerefli kılan ilim’e ilmi araştırmalara değer verdiği için, karşılaştığı problemleri müşkülleri anlamak ve anlatmakta cahil abid’ten daha rahat olur.  

Şikâr dikâr yol alırken oynuyor
Yük taşır kendin beğ oldu sanıyor

Ulama-i zahir Şikâr dikâr, yani ilmin verdiği rahatlık ve gururlaömür yolunda yol alırken ben Müftüyüm, Hocayım Arapçam var, ben Hafızım gibi vasıflarını öne sürerek gizli şirk olan vücut günahı yükü taşıdığına bakmadan, kendini bey yani yaratılışın yüce gayesine ulaşmış kâmil bir insan sanıyor, demektir.
Secdeye başını indiremiyor
Ne bilir hayvan nedir secde huzur

      Mevki ve makamı her ne olursa olsun, hangi zahir ilmin âlimi olursa olsun bir kimse, zamanın mürşidi kâmilinin irşadı olan zikri daim ve tevhidi hakiki irfanından gafil olursa, o kişi kendine vücut nisbet eder. Ve nisbet benliği / nefsi ile o kişi bu âlemde tattığı yemek, içmek, cinsellik vb. hayvani lezzetlere, ahiretteki amel cennetinde de mazhar olmak için kulluk yapar. Ve böylece o insanın dünya ve ahiretini hayvani lezzetler kulluğu kaplar.
      Halbûki insan, daha üstün insani zevklerle kulluk yapması için yaratılmıştır. Bunu ifadeyle Kur’an’da “Ben cinleri ve insanları; ancak bana ibâdet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat-56) buyrulur. Büyük sahâbe İbn-i Abbas (ra), bu âyette beyan edilen Kulluk”tan / ibâdet”ten maksadın ârif ve tevhîd ehli olmaktır, diye tefsir etmiştir. Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden Prizrenli Hacı Kâmil Tosko Hazretleri İse; Bu âyette ifade edilen kulluk ve ibâdette üç hikmet vardır: Birinci hikmet, amel-i salihtir. Yani Allah’ın emirler ve yasaklarına riayettir. İkinci hikmet, amel-i salih ile beraber yakaza hâlidir, yani zikrullah uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise, amel-i salih ve zikrullah uyanıklığıyla beraber tevhîd-i mabuddur.” diyor. Ki ameli salih, daim zikir uyanıklığı, tevhidi mabut olan üç hikmet, kul’u yaratılışının yüce maksadına ulaştırarak secdenin hakikatına, yani kulun kendinin ve eşyanın yokluğunda tecelli eden rabbi’ne kavuşturur. Ve rabbine vasıl olup kavuşan bir kul ancak secdenin hakikatı huzuruna erişip, insanı kâmil marifetiyle yaşar.
Bu itibarla At ile teşbih olunan ulama-i zahir hayvani lezzetler peşindeki kulluğuyla, zamanın Kâmil mürşidinin irşadına teslim olamayıp, başını eğiptenezzül edemediği için zikri daim ve tevhidi hakiki irşadından mahrum kalır. Ve nisbet varlığını / benlİğini fenaya (yokluğa) eriştiremediğinden secdeninhuzur-u hakikatını bilemez, demektir.




Merkep abid kendini ad ediyor
Ben ibadet ehliyim baş eğdiriyor

Merkep’le teşbih olunancahil abid, ben ibadet ehliyim, herkes beş vakit namaz kılarken ben şu kadar fazla ibadet, şu kadar fazla tesbihat ve şukadar sevap işliyorum diyerek, halk arasında çok ibadet ve tesbihat yapan bir kimse olarak anılıp tanınarak, şan ve şöhret sahibi olmak için kendini topluma teşhir eder.Ve kendisi gibi şekil, suret, şalvar, sakal, fistan vb. giymesi, fazla ibadetler ve tesbihatlar yapması için halkı âleme baş eğdirmeye çalışır. Yani mensubu olduğu tarikat veya cemaata davet ederek, insanlara kendi gibi şekil suret düzmelerini söyleyerek, bir de halkı âleme mürşidlik yapmaya kalkar, demektir.

Çabuk çabuk yüküyle hem yürüyor
At önünde geçmeğe arzusudur

      Eşeğin sırtındaki yükü ile at’ın önünegeçme istek ve arzusuylaçabuk çabukyürümesi gibi,cahil abid fazla ibadet, tesbihat ve şekil suret düzmekle yaptığı dincilik teşhiriyle kendini beğenip, ilim erbabının önüne geçtiğini zanneder. Ve âlimleri sakalı yok, hicaz fistanı giymiyor, onların aile efradı şöyledir, kılık ve kıyafeti böyledir, vb. anlayış ve mukayeselerle daima âlimleri eksik görüp, dini açıdan kendini âlimlerin fevkinde (üstünde) gösterme arzusu taşıyarak yaşar.

Dervişim deyü kulaklar görüyor
Benim diyen bilmiyor şeytan durur

      Hz. Mevlâna; ‘Atın yaptığı idrârın üzerindeki saman çöpüne konan sinek, kendini kaptanı deryâ (denizlerin kaptanı) zanneder.’buyurarak, cehaletle kendini beğenen, kibirli kulluğuyla övünenlerin ahvâlini beyan eder. Ki cahil âbid de, kibir ve âlemi halka teşhirle yaptığı kulluğunu, birde dervişlik olarak vasıflandırarak, ben dervişim diyerek gururlanıp, kibirlenip halka dervişlik suret ve kılık kıyafetiyle gösteriş yapar. Fakat bilmez ki, “ben” diyerek kibirlenip gururlanmak şaytanlığın ta kendisidir, buyruluyor.

Yükleri ile ikisi yol alıyor
Biri insan birisi un taşıyor

      Nefsin gıdası olan unyükünü eşeğin, insan yükünü ise at’ın taşıyarak yolculuk yapmaları, at’la teşbih olunan zahiri âlim’le, merkeple teşbih olunan cahil Abidin yüklenip taşıdıkları yüklerinin farklılığıdır.
Ki merkeple teşbih olunan cahil abid, gizli şirk olan nisbet varlığıyla yaptığı fazla virdler ibadetler yüküyle ömür yolculuğunu yaparken, ibadetleri ve tesbihatları karşılığında kazandığı sevaplarla nefsini ahirette huri, gılman, köşk vb. gibi amel cenneti nimetleri ile lezzetlenmek için kulluk üretir. Ki bu, hayvani gıda olan un yükünü eşeğin taşıması gibi olup, bu âlemde nefsinin tattığı hayvani lezzetlerle ahirette de lezzetlenmek amacıyla kulluk yapan cahil âbidin, ömür yolculuğundaki hayvani değerlerle yüklü olan hâlini ifade eder.
       İnsan yükünü, at’ın taşımasının anlamı ise şöyledir; Yüce yaratıcı olan Allah, sıfatı subutiyesiyle cümle âlemlerde ve her varlıkta şöylece mevcuttur; Toprakta, kudret ve tekvin sıfatları. Bitkiler de hayat, kudret ve tekvin sıfatları. Hayvanda hayat, irade, kudret, tekvin, görmek, duymak, sıfatları, insan da ise hayat, ilim, irade, görmek, duymak, kelam, kudret ve tekvin olan sekiz sıfatın tamamı mevcuttur. Ki insanı, diğer cümle yaratılanlardan ve hayvanlardan ayıran en belirgin özellik ilim ve kelam sıfatlarına mazhar olmasıdır. Bunu bayanla kuranda;“…De ki, Rabb’ım ilmimi arttır” (Taha,114) buyrulur. Ki, ancak insan ilim tahsiliyle insanı kâmil makamına terakki edip yükselir. Yine yüce yaratıcının; “Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” (Tin,4-5) Ve “…Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara,30) Bayanlarında açıkça ifade olunduğu gibi, insanı Rabbin halifesi ve en güzel şekilde kâmil insan makamına ulaştıran ilimdir. Ki, insanı kâmil mertebesine insandan başka hiçbir yaratılan yükselemez.
      Fakat hakikatta ilim, Hakk’ın zatına taalluk ederse (ilgiliyse) ilimdir. Hakk’ın zatına taalluk etmeyen bilgi ve anlayışlar zan olarak kabul edilir. Ki Hakk’ın zatına taalluk eden yegâne ilim, ilmi tevhidi hakiki irfanıdır. Ve ancak zamanın mürşidi kâmilinden tahsil edilen tevhidi hakiki irfanıyla kul, insanı kâmil makamına ulaşabilir. Bu itibarla at’la teşbih olunan ulama-i zahir, tevhidi hakiki ilmi irfanından gafil olduğu için yeryüzünde âlim olarak bilinmesine rağmen, sadece insanın mazhar olduğu ilim sıfatını kendine nisbet etmekle gizli şirk işleyerek, insana ait yükü taşır.  
      Ki bunu beyanlayükleri ile eşek’le teşbih olunan cahil abid, at’la teşbih olunan ulamayı zahir, yeryüzündeki ömür yolculuğunda yol alıyorlar, biri insani mazharıyet olan ilmi kendine nisbet etme yükünü,  biri un olan dünya ahiret nefsini tabiat lezzetleriyle gıdalandırma olan hayvani yüklerini taşıyorlar, demektir.

Yani at insanı almış yürüyor
Dahi merkep un yüküyle gidiyor

      Yani, at ahvalinin remzettiğizahir ilim erbabı, onu yaratılışının yüce amacına eriştirip kâmil insan olmaya eriştirecek olan ilmi kendine nisbet etme yükü ile yürüdüğü gibi; merkeb ahvalinin remzettiği cahil abid ise, nefsinin tabiattan tattığı hayvani istekler yüküyle kulluk yaparak, ömür yolculuğunda yol alıp gidiyorlar, demektir.

Bahr-i amik sahiline geldiler
İkisi öteberi hem bakdılar

      Bahr-i amik sahili, derin denizin kıyısı, demektir. Ki, bahr-i amik kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan zat-ı vahdet deryası / denizidir. Bu derin deryaya girebilmek için, dinin yalnızca zahir ilimlerini tahsil etmek yetmediği gibi, cehaletle fazla ibadet ve tesbihat yaparak, şekil suret düzme kulluğu da yeterli değildir. Bu derayaya ancak ilmi tevhidi hakiki irfanıyla girilip yüzülür. Bunun için ulama-i zahire ve cahil abid’e cümle varlıktaki zatı ilâh-i mevcudiyeti ile alâkalı bir şey sorulsa, bilemeyip bakar kalırlar.
      Bunu ifadeyle cahil abid ve ulama-i zahir bahr-i amik olan vahdet-i zat deryası sahiline geldiklerinde, İkisi de öteberi baka kaldılar, buyruluyor.  

Gördüler denizi geçmek olmuyor
Yükleri var sıkletinden batıyor

      Gördüler zat-ı vahdet denizinde yüzmek için, bu imtihan âlemindeki ömür yolcululuğunda, cehaletle yapılan şekil suret kulluğu ve sadece zahir ilimlerin tahsili yeterli değil. Böyle anlayışlarla yapılan kulluk, insanı vücut günahı olan gizli şirk yükünden arındırıp, insanı kâmil makamına eriştirmediğinden, vücut günahı olan gizli şirk yüküyle vahdeti zat denizinde yüzülemez. Ve bu yüklerin manevi ağırlık ve sıkleti insanı denizin dibine batırarak, zatı ilâhiden gafletle boğulup helâk olmasına sebep olur, demektir.

At burnundan fişkırıp piv piv eder
Eşek ağzını açıp ha ha İder

Nasıl ki, at’ın ve eşeğin su’da boğulurken burnundan ve ağzından çeşitli sesler çıkarmaları gibi. Ulâma-i zahir ve cahil abid’de kendi nefsinde ve cümle eşyada zahir ve mevcut olan zatı ilâh-i den perdeli oldukları için, zatı ilâh-i hakkında alâkasız anlayış ve zan içeren görüşlerini ifadeyle konuşup, sesler çıkarırlar. Ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de “Onlar zandan başka hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki; zan, Hakk’tan hiç bir şey ifade etmez…” (Yunus,36) buyrulur.

Kaldılar yük altında geberdiler
Atı kurt merkebi itler yediler

      Kul’un nisbet varlığını cehaleti meydana getirir ki, cehaletle kendini ve cümle eşyayı rabbinden uzak ve gayrı zannetmekle kul, gizli şirk işleyerek kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbine vuslat edemez. Oysa ”Onu kıvama erdirip, içine ruhumdan üflediğimde…” (Sad,72) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, kul’un aslı hakikatı rabbinden olup, kul hakikatı olan rabbinden kendini ayrı ve uzak zannetmekle, ancak kendine zulmeder.
Kul’un bu zulümden kurtuluşunun yegâne çaresi, mürşidi kâmilin zikri daim ve tevhidi hakiki irşadıyla terakki ederek, kendinin ve eşyanın fenasında / yokluğunda baki olan Rabbine kavuşup insanı kâmil olmasıdır. Bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de “Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte mukarribun / Allah’a yakın olanlar onlardır.” (Vakıa,10-11) buyrulur.
Tabiattan tattıkları yemek, içmek, sağlık, cinsellik vb. hayvani lezzetler ile dünya ve ahiret kulluklarını kayıtlamakla, yaradılışın yüce hedefine varamayıp Rabbin katına yükselemeyen. Ve insanı kâmil olamayan merkeple teşbih olunan cahil abid’le, at’la teşbih olunan ulama-i zahir; gizli şirk olan nisbet varlıklarının yükü altında kaldılar buyruluyor. Ve devamla, bunlar imtihan âlemindeki ömür yolculuklarını hayvani lezzetler peşinde bir kullukla tamamladıklarından atı kurt, merkebi itler yedi deniliyor.
      Yani, merkeple teşbih olunan cahil abid ile at’la teşbih olunan ulama-i zahir, mürşidi kâmilin zikri daim ve tevhidi hakiki irşadıyla aydınlanmadıkları için, sureta insan olmalarına rağmen kâmil insan olamazlar. Bunların, dünya ahiret nefislerini (kendilerini) lezzetleriyle kayıtladıkları hayvani yaşantılarıyla hayvaniyete karışmalarını da ifadeyle; hayvan olan at’ı yine hayvan olan kurt, hayvan olan merkebi’de yine hayvan olan it yedi deniliyor. Çünkü hadisi şerifte; “Siz nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz” buyrulduğu gibi, Hz. Mevlana; “ey oğul sen neyi seversen ondansın. Ey oğul neyi seversen sen o’sun. Ey oğul sen ancak sevdiğin şeysin.”diyor.  

Varlığı ile derk-i esfel gittiler
Benim böyle benim şöyle bahisler

Derk-i esfel: Sefilce dibe, aşağıya inmek demektir. Ki cahil abid’le ulâmayı zahir, nisbet varlıklarıyla ben şöyleyim ben böyleyim deyip, kendilerine nisbet ettikleri ve gizli şirki içeren varlıklarıyla kendilerini medhederek sefilce cehennemin dibine gittiler buyruluyor. Ki cennetler’in amel cenneti ve irfan cenneti olmakla iki kısım olması gibi, cehennemlerde iki kısımdır. Nasıl ki ahiretteki amel cennetine bu âlemde işlenilen sevaplarla giriliyorsa, ahiretteki cehenneme de bu âlemde işlenilen günahlarla girilir. Nasıl ki bu âlemde cümle eşyanın yokluğunda / fenasında mevcut ve baki olan rabbine kavuşmakla, bu âlemde kul irfan cennetine dâhil olup ebediyen cenneti irfanda kalıp zevki ilâhiyle zevkleniyorsa. Bu âlemde kul, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbinden cehaletiyle perdelenip Rabbine kavuşamazsa, onun rabbinden ayrı kalması ebedi olup ahirette de devam eder. Ve böylece o kul’un cehaleti, dünya ve ahirette onun cehl-i cehennemi olur. Bunu ifadeyle Kur’an’da;“Bu dünyada kör olan ahirette de kördür.” (İsrâ,72) buyrulur.
      Bir kul ahirette amel cenneti içinde olup nefsini hayvani değerlerle lezzetlendirebilir. Fakat o kul insan olmakla rabbin’den perdelenip ayrı kaldığı için, cehl-i cehennem ateşinin azabıyla eza çeker. Ki, Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid-i Şerif’inde bu mevzuyu beyanla;

“Gerçi zahiren cennet içre dururum
Manada nar’ın (ateşin) azabını görürüm” diyor.

      Çünkü insan, Rabbin katına ulaşıp rabbi’ne vasıl olması için yaratıldığından, bir insanın Rabbinden ayrı olması onun dünya ve ahirette cehli cehennemidir. Ki kulun gaflet ve cehaletle kendine ve eşyaya vücut nisbet etmesi onu Rabbinden perdelediği gibi, onu affedilmeyen günah olan gizli şirke sürükler. Ve o kul ben şöyleyim ben böyleyim anlayış ve zannı ile oluşan gizli şirk ve vücud günahıyla cehli cehenneme dâhil olur.
Bunu beyanla, at’la teşbih olunan ulama-i zahir ve eşekle teşbih olunan cahil abid, ben böyleyim ben şöyleyim bahisleri ile gizli şirki ve vücud günahını içeren kulluklarını medhederek derk-i esfele, yani cehl-i cehennemin dibine sefil, düşkün bir vaziyette gittiler buyruluyor.

Malik'ül-Hilmi gemide geziyor
Bunca yüklüleri seyran ediyor

      Hadisi şerifte; “Benim ehli beytim nuh’un gemisi gibidir, kim o gemiye dâhil olursa tufandan kurtulur”buyruluyor. Meslek-i Resul’u Melami irşadı olan zikri daim ve tevhidi hakiki marifetiyle ancak, manevi Evlad-ı Resul / Ehl-i Beyt olarak “Ehli Beyt gemisine” dâhil olunur. Ki manevi Evlad-ı Resul olup ehli beyt gemisine binmiş olan Abdülmalik HilmiHazretleri; zikri daim ve tevhidi hakiki irfanı irşadından mahrum olan, gizli şirk içindeki vücud günahı yüklülerine bakıp onları seyrediyorum, diyor.

İlm-i mahvı okuyor hem dalıyor
Bahr-i aşka "lâ ilahe okuyor

      İlm-i mahv, kâmil’in meslek-i Resul telkini olan zikri daim ve tevhidi hakiki ile hâsıl olan fenafillâh (Allah’ta yok olmak) keşfi irfanıdır. Ve kulun cehaletle kendine nisbet ettiği varlığını mahvı fena ederek, Hakk’ın zatı’na vuslat etmesidir. Ulaştığı fenafillâh keşfi marifetiyle, bu âlemdeki ömür yolculuğunda “...hedefe varanlardan” (Vakıa,10) olan Malik Efendi; ilâh-i aşk denizine dalıp, lâ ilâhe okuyor, yani tevhidin hakikatı keşfi irfanıyla Allah’tan gayrı hiç bir şey müşahade etmediğini beyan ediyor.Allahuâlem.

Hiç yorum yok: