ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDET ŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDET ŞAHİN
At ile merkep ahvâli;
At ile eşeğin hâlleri, davranışları demektir.
Malik Efendi Hazretleri, dinin şeriat ile ilgili zahir ilimlerin tahsili ile
yetinen, dinin batınına ait tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinden gafil olan
ilim erbabını at ahvali ile teşbih
ediyor / benzetiyor. Tarikat ve cemaat gruplarına mensub olup sakal bırakarak,
takke takıp, sarık sararak, şalvar hicaz fistanı vb. gibi topulumun genel
kabulune uymayan kıyafetler giyerek din’cilik teşhiri / gösterişi yapan cahil
abid’i de, merkeb (eşek) ile teşbih ederek (benzeterek) at ile merkebin ahvali olarak beyan
ediyor.
Kulağı ile
iftihar hâr durur
Sucâzı geçmez sanur derya durur
Hâr:Eşek,Sucâz: Küçük su akarı,Derya:
Deniz demektir.
Kulağı ile
iftihar hâr durur demek, eşek, kulaklarının uzunluğu ile kendini beğenip iftihar
eder demektir. Ki cahil abid te, Allah’ın emri ile yetinmeyip, Allah’ın
emrettiğinden daha fazla gece ve gündüz ibadetler ve tesbihatlarla, sakal
bırakmak, şalvar veya hicaz fistanı gibi kıyafetlerle şekil suret düzerek,
etrafına dincilik teşhiri yapan kimsedir. Ki böyle cahil kimseler, kendileri
gibi fazla ibadet yaparak, tesbih çekip şekil suret ile uğraşanlar haricindeki
herkesi, kendileri gibi olmadıkları için beğenmezler. Ve kendi yaptıkları
kulluk ile iftihar ederler. Böyle kimselerin ilim ve hikmete dair meşguliyeti
olmadığı için, o’na basit ilmi değer taşıyan bir meseleyi sorsan o, sorulan
sorudan korkarak o basit sucağız
(küçük su akıntısı) gibi soruyu, ilim ve irfandan nasipli olmadığı için ağır ve
derin bir müşkülderyası zannederek,
cevaplayamaz.
Bunu ifadeyle har’ın, yani
merkebin kulağının uzunluğuylaiftihar
etmesigibi cahil abid de; herkesten farklı olan kendi kılık kıyafetini, suret-i
şekli ahvalini, herkesten farklı olarak yaptığı kendi ibadetlerini beğenip
kendi ile iftihar eder. Fakat cahil
abid ilim ve irfandan nasipsiz olduğu için, basit ilmi değer taşıyan bir sual
veya müşkülle karşılaşsa o, basit müşkülü / soruyu derin deniz gibi zannederek
cevaplayamaz. Ve onun bu ahvâli aynı merkebin sucâzı, / küçük su’yu derya deniz
sanıp geçememesi gibidir,
buyruluyor.
Hep at önünde yük ile hem
yürür
Bir çamura rast gelse
önünde kalır
Eşekler, sırtında yük olduğu halde at ile beraber yolda giderlerken,
daima atın önüne geçmeya çalışarak atın
önünde yürürler.
Ki, eşeğin yüküyle atın önüne geçmeye
çalışması gibi; yaptığı fazla ibadet ve tesbihat yükü ile cahil abidin, kendini
ilim erbabından üstün olduğunu zannederek kılık kıyafet, şekil suret düzerek
halkı âleme âlimler’in fevkinde görünme arzu ve gayretini ifade eder.
Eşeğin bir
çamura rast geldiğinde, sırtında yükü ile öylece kalıp ilerleyememesi ise; cahil abid kendini beğenip
âlimlerden üstün görünme çabasına rağmen, ilm-i bir müşkül soru ile
karşılaştığında eşeğin çamura batması gibi, cahil abidin sus pus olup o müşküle
ilm-i bir cevap bulamamasıdır.
Rehnümalık ana şeytan gösterir
Yol alırken bağırır hem
çağırır
Rehnuma:Yol gösterici, kılavuz, mürşid
anlamına gelir. Ehli kemâl;“Mürşid’i Kur’an olmayanın mürşidi
şeytandır.”buyurmuşlardır. Ki, “hidayetin baş mazharı Hz. Resulullah’ın”
temsilcisi olan âlimler ve insanı kâmil veliler, muhakkak kesinlikle vahiyle
çelişmeyen, Kur’an ile aynıyet ifade eden tebliğ ve irşadda bulunurlar.
Fakat kâmil olmayan nakıs (eksik) bazı tarikat ve cemaat
mürşitleri Kur’an-ı nazarı itibara almadan. Bizim yolumuz böyledir deyip vahye
uygunluğuna bakmadan şu kadar tesbih çekeceksin. Beş vakitten fazla bu kadar
namaz kılacaksın, ramazan orucu haricinde şu orucu tutacaksın gibi, Kur’an’la
vahiy’le çelişen fetva ve söylemlerle mürid ve taraftarlarına yol göstererek rehnumalık, yani mürşidlik yaparlar.
Mürit ve taraftarlarına; mürşitlerinin her an onu nazar ettiğini, yani
harkulâde bir şekilde kerametle her an müridi müşahade ile kontrol ederek,
müridi belâlardan kötülüklerden koruduğunu söylerler veya ima ederler.
Mürşidini fotoğrafı veya hayali ile rabıta yaptırarak müride açıkça şirk
işletirler.
İşte bu ve benzer rehnumalığı / yol göstericiliğiyle
nakıs (eksik) kâmil olmayan bir mürşid, müridi açık şirk’e sürükleyerek, müridi
Kur’an’ın dosdoğru yolundan ayırmakla şeytanlık yapmış olur. Çünkü;“Şeytan
dedi ki; beni azdırmana karşılık yemin ederim ki, bende onları saptırmak için
senin dosdoğru yolun üzerinde elbette oturacağım” (Araf,16) ayeti ve benzer ayetbeyanlarından açıkça anlaşıldığı
gibi şeytan, doğru yolda gidenleri şaşırtan ve saptırandır.
Bunu beyanla;
eşekle teşbih edilen cahil abidin vahiyle örtüşmeyen hâl ve davranışlarını,
nakıs / eksik mürşidinin ona şeytanca verdiği fetva ve öğretiler oluşturur. Ve
cahil abid’e rehnumalık / yol göstericilik yapan kâmil olmayan nakıs mürşid;
bir de kuran dışı şeytanca
öğretttiği fazla ibadet, tesbihat ve virdleri şöyle yap, böyle yap diye
etrafına fetvalar verip bağırıp çağırır,
deniliyor.
Sahibi hımara yükün yüklüyor
Besmele ile îstiaze okuyor
Hımar: Eşek,İstiaze: “Euzubillâhimineşşeytanirracim
/ Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım” demektir.
Buna göre, sahibi eşeğe hem yükünü yüklüyor hemde besmele ile istiaze okuyor, yani euzu
besmele çekiyor ifadesinin anlamı şöyledir: Eşeğin sahibinden maksat, cahil kimsenin kâmil olmayan nakıs / eksik
mürşididir. Ki, Kur’an yolundan ayırıp şeytanca kulluk öğrettiği müridi olan
cahil abide, Allah’ın emretmediği fazlaca ibadet tesbihat yükünü. Mürşidini
rabıta etmesi gibi açık şirk yükünü ve maddi beşeri menfaat edinme yüklerini
yüklerken, birde “ euzubillâhimineşşeytanirracim
/ şeytandan Allah’a sığınırım ”diyerek nakıs / eksik mürşidin euzubesmele çekmesidir.
Bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten
gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de ona can yoldaşı
olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet
üzere olduklarını sanırlar.” (Zuhruf,36-37) buyrulur.
At sineği konsa merkep
delirir
Dört bile ayağıyla yere
vurur
At sineği:Daha çok atların kuyruk
altında barınarak yaşayan, fakat ısırdığında acı ve kaşıntı veren bir sinektir.
Ve eşekler, at sineğinden çok rahatsız olurlar. Eğer bir at sineği merkebi ısırırsa merkep delirir ayaklarını yere
vurur tepinir, üstündeki yüke
aldırmadan kendini yere atarak yüküyle beraber yere yıkılır.
Mana yönüyle At sineği,
zahiri ilimler âliminin çözemeyip içinden çıkamadığı din-i müşkül ve
problemleridir. İlmi ve akli anlayışa değer veren zahir ilim erbabı olan âlim
kimsede, At sineğinin remzettiği müşkül ve problemlerin var olması veya bu
müşküllerin ona sorulması, at’la teşbih edilen âlim’i çok rahatsız etmez.
Fakat merkeb ile teşbih edilen cahil abid,
kendini beğenip âlemi halka kendini herkesten daha dindar olarak göstermesine
rağmen, at sineğinin remzettiği dini bir müşkül veya soru ile karşılaştığında
çok rahatsız olur. Cahil abid kendini beğenip kendini herkesten yüksekte
gördüğü için, enaniyetinden müşkül ve sorulara İlmi akli yönden bir cevap
bulamayıp veremediği gibi, cahilliği meydana çıkmasın diye çırpınıp durur. Ve
müşkül olan o konuyla ilgisi olmayan şeylerden bahsederek etrafına rahatsızlık
verir.
Ki bunu beyanla at sineği konsa merkep delirir, dört bile ayağıyla yere vurur,
buyruluyor.
Şeytan ile daima hoşnud durur
Mürâi merâinin yâri durur
Mürâi: İkiyüzlü, gösteriş
yapmayı seven, Merâi:Aynalar, demektir.
Mürai olan cahil abid,
yaptığı riya dolu davranış ve konuşmalarla, şekil ve suret düzmekle gösteriş
yaparak âlemi halka kendini teşhir eder. Ki cahilin bu ahvâli şeytanın
ahvâlinden olup şeytancadır.
Mürâi’nin (ikiyüzlünün) merâinin
(aynaların) yâri dostu olması ise şöyledir; cahil
abidin kendini beğenerek dindarlığını teşhir ettiği ahvâlini, kendisi gibi
dindarlık gösterişi yapan başka bir mürai kişi aynasından seyretmesidir. Bu
itibarla iki mürai bir araya gelince, şeytanca
yaptıkları dindarlık teşhiri ve gösterişini birbirlerine anlatarak birbirlerini
hoşnut ederler. Bu şeytani hoşnutluğun devamı için cahil abid müraisi, daima
kendisi gibi müraileri arayıp mürailerle buluşur. Ki bu buluşmalarda mürai mürainin, hem merai (aynası)hem de yâri (dostu)olur.
Hamili insan iken at uzadır
Başını hem kuyruğuyla
oynuyor
Hamil: Yüklü, yüklenmiş
demektir. Yüce Allah Kur’an’da; "O halde sen yüzünü bir hanif / muvahid
olarak dine, Allah’ın insanları üzerine yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında
değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların çokları
bilmiyorlar.” (Rum,30) buyurur ki, ayetteki herkesin üzerine
yaratıldığı fıtratı ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddini Arabî Hazretleri; “Her
kesin ezeli fıtratı tevhid’dir. Ve herkes tevhid üzerine yaratılır”
diyor. Bunu ifadeyle bir hadisi şerifte ise; “Her doğan islam fıtratı üzere
doğar.” buyrulur.
Ki, bu ayet ve hadisi
şerif beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi yaratılan her insan, ezeli fıtratı
olan tevhidin hakikatine erişme potansiyelini taşır. Eğer bir insan zamanın
kâmil mürşidinden zikri daim ve tevhidi hakiki ilmi irfanını tahsil ederse o
kişide, ezeli fıtratı olan tevhidi hakiki keşfi irfanı açığa çıkar ve o kimse
muvahidi hakiki, yani ehli tevhidi hakiki mazharı arif ve kâmil bir insan olur.
Zamanın kâmil mürşidinden meratibi tevhid seyri süluku görmeyen bir kimse hangi
ilimleri tahsil ederse etsin, hangi ilmin âlimi olursa olsun ezeli fıtraratına
yüz çeviremez ve tevhidi hakiki mazharı arif ve kâmil bir insan olamaz.
Bu itibarlaat’la teşbih
olunan zahiri ilimler âliminin insan yükü; zamanın mürşidi kâmilinin zikri daim
ve meratibi tevhid irşadından mahrumiyetle, potansiyelinde var olmasına rağmen
açığa çıkaramayıp faal edemediği kâmil insan olabilme yüküdür. Çünkü zamanın
mürşidi kâmilinden seyri süluk görmeyen zahiri ilim erbabı olan bir âlim, İlim
sıfatına mazhar olmasına rağmen ilimi ve vücudu varlığını kendine nisbet ederek
gizli şirk olan vücut günahını işler. Ki bunu ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddini Arabi
Hazretleri; “vücut günahı günahların anasıdır” diyor. Çünkü gizli şirk olan
vücut günahı, Kur’an’daki “Şirkten başka olan günahı
affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisa, 48-116)beyanı
icabınca affedilmeyen günah olduğundan, Hz.Resulullah
İbn-i Abbas’a hitaben; “Vücud günahı hiçbir günahla mukayese
olunmayan bir günahtır.” buyurmuştur.
Ki vücut günahı olan gizli
şirkten bir kişiyi, ancak zamanın mürşidi kâmilinden tahsil edilen zikri daim
uyanıklığı ve tevhidi hakiki ilmi irfanı kurtarır. Çünkü ehl-i kemâl; “hakikatta
Hakk’ın zatına taalluk eden, (zat-ı ilâhi ile ilgili olan) bilgi ilimdir,
gerisi ise zandır.” demişlerdir. Ve ilim, Allah’ın zatı ile sabit olan
sıfatlarındandır ve mefsuf olan Allah’ın zatının zuhurudur. Bunun için, Hakk’ın
zatına taalluk eden yegâne ilim, tevhidi hakiki ilmi irfanıdır.
Bu itibarlaşeriatla igili
zahir ilimlerin âlimi olmasına rağmen tevhidi hakiki irfanından gafletle, ilim
ve vücud varlığını kendine nisbet etmesi, o zahiri ilimler âlimini gizli şirk’ten
kurtarmaz. Bundan dolayı ulama-i zahir hafız, fakih, imam, hoca, müftü vb. gibi
vasıfları taşımasına rağmen, ilmi tevhid irfanından mahrum olduğu için,
gafletle kendine vücut nisbet ederek gizli şirk işleyip potansiyelinde hapis
kalan kâmil insan kemal bulamaz. Ve
ezeli fıtratında var olan kâmil insanı açığa çıkarıp aktif edemediğinden,
potansiyelinde hapis kalan kâmil insan yüküyle yaşar.
Velhasıl, hamili (yükü) insan
iken,Atın başını sallayıp uzatarakkuyruğuyla
oynayarak yol alması gibi. At’la teşbih olunan zahiri ilimler âlimi; insanı
diğer yaratılmışlardan şerefli ve üstün kılan ilmin verdiği itibar ve
rahatlıkla bu imtihan âleminde ömür yolculuğunu yaparken, gizli şirk içinde
potansiyelinde haps edip aktif edemediği kâmil insan yüküyle yol alır, demektir.
Hâr yük ile başını
eğdüriyor
Kendini ibadet ider
sanıyor
Hâr, yani merkepler yüklü oldukları zaman başını
dik tutamadıkları için yüklü eşeğin başı eğik olur. Ki sırtındaki yükün
ağırlığından başının eğilmesini har’ın (eşeğin)
ibadet sanması gibi, Allah’ın
buyurmadığı ve fazladan yaptığı tesbihat, ibadet, şekil suret düzmek yükleri ile mürşidini rabıta yapmak
gibi gizli şirk içeren davranışlarını cahil abid, kâmil kulluk ibadeti zanneder, deniliyor.
At eşekle hem tekellüm
ediyor
Her birisi kendi medhin söylüyor
At’la teşbih edilen zahir ulama.Eşek’le teşbih edilen cahil abid, bu
yeryüzü olan imtihan âlemindeki ömür yolculuklarını yaparken tekellüm ediyorlar, yani
konuşuyorlar.Fakat bu konuşmaların da daima ‘ben
şöyleyim, ben böyleyim’ diyerek her ikiside kendilerini medh edip, gizli şirk içeren kulluklarıyla ömürlerini
tüketiyorlar, demektir.
At gider bekler başını
uzatır
Hem salına salına yol
alıyor
At’ın yol alırken başını uzatıp dik tuttuğu halde salına salına gitmesi gibi, at’la teşbih olunan âlim, zikri daim
uyanıklığından tevhidi hakiki irfanından ve insanı kâmil mertebesinden gafil
olsa da, ilme değer vardiği için yeryüzünde ömür yolculuğunu cahilden daharahat
bir şekilde yapar. Çünkü âlim, insanı diğer yaratılanlardan en üstün ve şerefli
kılan ilim’e ilmi araştırmalara değer verdiği için, karşılaştığı problemleri
müşkülleri anlamak ve anlatmakta cahil abid’ten daha rahat olur.
Şikâr dikâr yol alırken
oynuyor
Yük taşır kendin beğ oldu
sanıyor
Ulama-i zahir Şikâr dikâr, yani ilmin verdiği rahatlık ve gururlaömür yolunda yol alırken ben Müftüyüm, Hocayım
Arapçam var, ben Hafızım gibi vasıflarını öne sürerek gizli şirk olan vücut
günahı yükü taşıdığına bakmadan, kendini bey yani yaratılışın yüce
gayesine ulaşmış kâmil bir insan sanıyor,
demektir.
Secdeye başını indiremiyor
Ne bilir hayvan nedir secde huzur
Mevki ve
makamı her ne olursa olsun, hangi zahir ilmin âlimi olursa olsun bir kimse,
zamanın mürşidi kâmilinin irşadı olan zikri daim ve tevhidi hakiki irfanından
gafil olursa, o kişi kendine vücut nisbet eder. Ve nisbet benliği / nefsi ile o
kişi bu âlemde tattığı yemek, içmek, cinsellik vb. hayvani lezzetlere,
ahiretteki amel cennetinde de mazhar olmak için kulluk yapar. Ve böylece o
insanın dünya ve ahiretini hayvani lezzetler kulluğu kaplar.
Halbûki
insan, daha üstün insani zevklerle kulluk yapması için yaratılmıştır. Bunu
ifadeyle Kur’an’da “Ben
cinleri ve insanları; ancak bana ibâdet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat-56) buyrulur. Büyük sahâbe İbn-i
Abbas (ra), bu âyette beyan edilen “Kulluk”tan / “ibâdet”ten maksadın ârif
ve tevhîd ehli olmaktır, diye tefsir etmiştir. Hz. Pir’in ikinci kuşak
halifelerinden Prizrenli Hacı Kâmil Tosko Hazretleri İse; “Bu âyette ifade edilen kulluk
ve ibâdette üç hikmet vardır: Birinci hikmet, amel-i salihtir. Yani Allah’ın
emirler ve yasaklarına riayettir. İkinci hikmet, amel-i salih ile beraber
yakaza hâlidir, yani zikrullah uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise, amel-i salih
ve zikrullah uyanıklığıyla beraber tevhîd-i mabuddur.” diyor. Ki ameli
salih, daim zikir uyanıklığı, tevhidi mabut olan üç hikmet, kul’u yaratılışının
yüce maksadına ulaştırarak secdenin hakikatına, yani kulun kendinin ve eşyanın
yokluğunda tecelli eden rabbi’ne kavuşturur. Ve rabbine vasıl olup kavuşan bir
kul ancak secdenin hakikatı huzuruna erişip, insanı kâmil marifetiyle yaşar.
Bu itibarla At ile teşbih olunan ulama-i zahir hayvani lezzetler peşindeki kulluğuyla,
zamanın Kâmil mürşidinin irşadına teslim olamayıp, başını eğiptenezzül edemediği için zikri daim ve tevhidi hakiki
irşadından mahrum kalır. Ve nisbet varlığını / benlİğini fenaya (yokluğa)
eriştiremediğinden secdeninhuzur-u hakikatını
bilemez, demektir.
Merkep abid kendini ad
ediyor
Ben ibadet ehliyim baş eğdiriyor
Merkep’le teşbih olunancahil abid,
ben ibadet ehliyim, herkes beş vakit
namaz kılarken ben şu kadar fazla ibadet, şu kadar fazla tesbihat ve şukadar
sevap işliyorum diyerek, halk arasında çok ibadet ve tesbihat yapan bir kimse
olarak anılıp tanınarak, şan ve şöhret sahibi olmak için kendini topluma teşhir eder.Ve
kendisi gibi şekil, suret, şalvar, sakal, fistan vb. giymesi, fazla ibadetler
ve tesbihatlar yapması için halkı âleme baş
eğdirmeye çalışır. Yani mensubu olduğu tarikat veya cemaata davet ederek,
insanlara kendi gibi şekil suret düzmelerini söyleyerek, bir de halkı âleme
mürşidlik yapmaya kalkar, demektir.
Çabuk çabuk yüküyle hem
yürüyor
At önünde geçmeğe arzusudur
Eşeğin sırtındaki yükü ile at’ın önünegeçme istek
ve arzusuylaçabuk çabukyürümesi gibi,cahil
abid fazla ibadet, tesbihat ve şekil suret düzmekle yaptığı dincilik teşhiriyle
kendini beğenip, ilim erbabının önüne geçtiğini zanneder. Ve âlimleri sakalı
yok, hicaz fistanı giymiyor, onların aile efradı şöyledir, kılık ve kıyafeti
böyledir, vb. anlayış ve mukayeselerle daima âlimleri eksik görüp, dini açıdan
kendini âlimlerin fevkinde (üstünde) gösterme arzusu taşıyarak yaşar.
Dervişim deyü kulaklar görüyor
Benim diyen bilmiyor şeytan durur
Hz. Mevlâna; ‘Atın yaptığı idrârın üzerindeki
saman çöpüne konan sinek, kendini kaptanı deryâ (denizlerin kaptanı) zanneder.’buyurarak, cehaletle kendini beğenen,
kibirli kulluğuyla övünenlerin ahvâlini beyan eder. Ki cahil âbid de, kibir ve
âlemi halka teşhirle yaptığı kulluğunu, birde dervişlik olarak vasıflandırarak,
ben dervişim diyerek gururlanıp,
kibirlenip halka dervişlik suret ve kılık kıyafetiyle gösteriş yapar. Fakat
bilmez ki, “ben” diyerek kibirlenip
gururlanmak şaytanlığın ta
kendisidir, buyruluyor.
Yükleri ile ikisi yol alıyor
Biri insan birisi un taşıyor
Nefsin gıdası olan unyükünü
eşeğin, insan yükünü ise at’ın taşıyarak yolculuk yapmaları, at’la
teşbih olunan zahiri âlim’le, merkeple teşbih olunan cahil Abidin yüklenip
taşıdıkları yüklerinin farklılığıdır.
Ki merkeple teşbih olunan cahil abid, gizli
şirk olan nisbet varlığıyla yaptığı fazla virdler ibadetler yüküyle ömür yolculuğunu yaparken, ibadetleri ve tesbihatları karşılığında
kazandığı sevaplarla nefsini ahirette huri, gılman, köşk vb. gibi amel cenneti
nimetleri ile lezzetlenmek için kulluk üretir. Ki bu, hayvani gıda olan un yükünü eşeğin taşıması gibi olup, bu âlemde nefsinin tattığı hayvani lezzetlerle
ahirette de lezzetlenmek amacıyla kulluk yapan cahil âbidin, ömür
yolculuğundaki hayvani değerlerle yüklü olan hâlini ifade eder.
İnsan yükünü, at’ın taşımasının anlamı ise şöyledir; Yüce yaratıcı olan
Allah, sıfatı subutiyesiyle cümle âlemlerde ve her varlıkta şöylece mevcuttur;
Toprakta, kudret ve tekvin sıfatları. Bitkiler de hayat, kudret ve tekvin
sıfatları. Hayvanda hayat, irade, kudret, tekvin, görmek, duymak, sıfatları,
insan da ise hayat, ilim, irade, görmek, duymak, kelam, kudret ve tekvin olan
sekiz sıfatın tamamı mevcuttur. Ki insanı, diğer cümle yaratılanlardan ve
hayvanlardan ayıran en belirgin özellik ilim ve kelam sıfatlarına mazhar
olmasıdır. Bunu bayanla kuranda;“…De ki, Rabb’ım ilmimi arttır” (Taha,114) buyrulur. Ki, ancak insan
ilim tahsiliyle insanı kâmil makamına terakki edip yükselir. Yine yüce
yaratıcının; “Biz insanı en güzel
biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”
(Tin,4-5) Ve “…Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” (Bakara,30) Bayanlarında açıkça ifade olunduğu gibi, insanı Rabbin
halifesi ve en güzel şekilde kâmil insan makamına ulaştıran ilimdir. Ki, insanı
kâmil mertebesine insandan başka hiçbir yaratılan yükselemez.
Fakat hakikatta ilim, Hakk’ın zatına taalluk ederse (ilgiliyse) ilimdir.
Hakk’ın zatına taalluk etmeyen bilgi ve anlayışlar zan olarak kabul edilir. Ki
Hakk’ın zatına taalluk eden yegâne ilim, ilmi tevhidi hakiki irfanıdır. Ve
ancak zamanın mürşidi kâmilinden tahsil edilen tevhidi hakiki irfanıyla kul, insanı
kâmil makamına ulaşabilir. Bu itibarla at’la teşbih olunan ulama-i zahir,
tevhidi hakiki ilmi irfanından gafil olduğu için yeryüzünde âlim olarak
bilinmesine rağmen, sadece insanın mazhar olduğu ilim sıfatını kendine nisbet
etmekle gizli şirk işleyerek, insana ait
yükü taşır.
Ki bunu beyanlayükleri ile
eşek’le teşbih olunan cahil abid, at’la
teşbih olunan ulamayı zahir, yeryüzündeki ömür yolculuğunda yol alıyorlar, biri insani mazharıyet
olan ilmi kendine nisbet etme yükünü, biri un olan dünya ahiret nefsini tabiat
lezzetleriyle gıdalandırma olan hayvani yüklerini taşıyorlar, demektir.
Yani at insanı almış
yürüyor
Dahi merkep un yüküyle
gidiyor
Yani, at ahvalinin remzettiğizahir
ilim erbabı, onu yaratılışının yüce amacına eriştirip kâmil insan olmaya
eriştirecek olan ilmi kendine nisbet etme yükü ile yürüdüğü gibi; merkeb
ahvalinin remzettiği cahil abid ise, nefsinin tabiattan tattığı hayvani
istekler yüküyle kulluk yaparak,
ömür yolculuğunda yol alıp gidiyorlar,
demektir.
Bahr-i amik sahiline
geldiler
İkisi öteberi hem bakdılar
Bahr-i amik sahili, derin denizin kıyısı,
demektir. Ki, bahr-i amik kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan zat-ı
vahdet deryası / denizidir. Bu derin deryaya girebilmek için, dinin yalnızca
zahir ilimlerini tahsil etmek yetmediği gibi, cehaletle fazla ibadet ve
tesbihat yaparak, şekil suret düzme kulluğu da yeterli değildir. Bu derayaya
ancak ilmi tevhidi hakiki irfanıyla girilip yüzülür. Bunun için ulama-i zahire
ve cahil abid’e cümle varlıktaki zatı ilâh-i mevcudiyeti ile alâkalı bir şey
sorulsa, bilemeyip bakar kalırlar.
Bunu ifadeyle cahil abid ve ulama-i zahir bahr-i amik olan vahdet-i zat deryası sahiline geldiklerinde, İkisi de öteberi baka kaldılar, buyruluyor.
Gördüler denizi geçmek
olmuyor
Yükleri var sıkletinden
batıyor
Gördüler zat-ı vahdet denizinde yüzmek için, bu imtihan
âlemindeki ömür yolcululuğunda, cehaletle yapılan şekil suret kulluğu ve sadece
zahir ilimlerin tahsili yeterli değil. Böyle anlayışlarla yapılan kulluk,
insanı vücut günahı olan gizli şirk yükünden arındırıp, insanı kâmil makamına
eriştirmediğinden, vücut günahı olan gizli şirk yüküyle vahdeti zat denizinde
yüzülemez. Ve bu yüklerin manevi
ağırlık ve sıkleti insanı denizin
dibine batırarak, zatı ilâhiden
gafletle boğulup helâk olmasına sebep olur, demektir.
At burnundan fişkırıp piv
piv eder
Eşek ağzını açıp ha ha
İder
Nasıl ki, at’ın ve eşeğin su’da boğulurken burnundan ve ağzından çeşitli
sesler çıkarmaları gibi. Ulâma-i zahir ve cahil abid’de kendi nefsinde ve cümle
eşyada zahir ve mevcut olan zatı ilâh-i den perdeli oldukları için, zatı ilâh-i
hakkında alâkasız anlayış ve zan içeren görüşlerini ifadeyle konuşup, sesler
çıkarırlar. Ki bunu ifadeyle Kur’an-ı
Kerîm’de “Onlar zandan başka hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki; zan,
Hakk’tan hiç bir şey ifade etmez…” (Yunus,36)
buyrulur.
Kaldılar yük altında
geberdiler
Atı kurt merkebi itler yediler
Kul’un nisbet varlığını cehaleti meydana getirir ki, cehaletle kendini
ve cümle eşyayı rabbinden uzak ve gayrı zannetmekle kul, gizli şirk işleyerek
kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbine vuslat edemez. Oysa ”Onu
kıvama erdirip, içine ruhumdan üflediğimde…” (Sad,72) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, kul’un aslı hakikatı rabbinden olup, kul hakikatı olan
rabbinden kendini ayrı ve uzak zannetmekle, ancak kendine zulmeder.
Kul’un bu zulümden kurtuluşunun yegâne
çaresi, mürşidi kâmilin zikri daim ve tevhidi hakiki irşadıyla terakki ederek,
kendinin ve eşyanın fenasında / yokluğunda baki olan Rabbine kavuşup insanı
kâmil olmasıdır. Bunu
ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de “Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe
varanlardır. İşte mukarribun / Allah’a yakın olanlar onlardır.” (Vakıa,10-11) buyrulur.
Tabiattan tattıkları yemek, içmek, sağlık,
cinsellik vb. hayvani lezzetler ile dünya ve ahiret kulluklarını kayıtlamakla,
yaradılışın yüce hedefine varamayıp Rabbin katına yükselemeyen. Ve insanı kâmil
olamayan merkeple teşbih olunan cahil abid’le, at’la teşbih olunan ulama-i
zahir; gizli şirk olan nisbet varlıklarının yükü altında kaldılar buyruluyor. Ve devamla, bunlar imtihan
âlemindeki ömür yolculuklarını hayvani lezzetler peşinde bir kullukla
tamamladıklarından atı kurt, merkebi
itler yedi deniliyor.
Yani, merkeple teşbih olunan cahil abid ile at’la teşbih olunan ulama-i
zahir, mürşidi kâmilin zikri daim ve tevhidi hakiki irşadıyla aydınlanmadıkları
için, sureta insan olmalarına rağmen kâmil insan olamazlar. Bunların, dünya
ahiret nefislerini (kendilerini) lezzetleriyle kayıtladıkları hayvani
yaşantılarıyla hayvaniyete karışmalarını da ifadeyle; hayvan olan at’ı yine hayvan olan kurt, hayvan olan merkebi’de yine hayvan olan it
yedi deniliyor. Çünkü hadisi şerifte; “Siz nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl
ölürseniz öyle haşrolursunuz” buyrulduğu gibi, Hz. Mevlana; “ey
oğul sen neyi seversen ondansın. Ey oğul neyi seversen sen o’sun. Ey oğul sen
ancak sevdiğin şeysin.”diyor.
Varlığı ile
derk-i esfel gittiler
Benim böyle
benim şöyle bahisler
Derk-i esfel: Sefilce dibe, aşağıya
inmek demektir. Ki cahil abid’le ulâmayı zahir, nisbet varlıklarıyla ben şöyleyim ben böyleyim deyip, kendilerine nisbet
ettikleri ve gizli şirki içeren varlıklarıyla kendilerini medhederek sefilce
cehennemin dibine gittiler buyruluyor. Ki cennetler’in amel cenneti ve irfan
cenneti olmakla iki kısım olması gibi, cehennemlerde iki kısımdır. Nasıl ki
ahiretteki amel cennetine bu âlemde işlenilen sevaplarla giriliyorsa,
ahiretteki cehenneme de bu âlemde işlenilen günahlarla girilir. Nasıl ki bu
âlemde cümle eşyanın yokluğunda / fenasında mevcut ve baki olan rabbine
kavuşmakla, bu âlemde kul irfan cennetine dâhil olup ebediyen cenneti irfanda
kalıp zevki ilâhiyle zevkleniyorsa. Bu âlemde kul, kendinde ve cümle eşyada
mevcut olan Rabbinden cehaletiyle perdelenip Rabbine kavuşamazsa, onun
rabbinden ayrı kalması ebedi olup ahirette de devam eder. Ve böylece o kul’un
cehaleti, dünya ve ahirette onun cehl-i cehennemi olur. Bunu ifadeyle
Kur’an’da;“Bu dünyada kör olan ahirette de
kördür.” (İsrâ,72) buyrulur.
Bir kul ahirette amel cenneti içinde olup nefsini hayvani değerlerle
lezzetlendirebilir. Fakat o kul insan olmakla rabbin’den perdelenip ayrı
kaldığı için, cehl-i cehennem ateşinin azabıyla eza çeker. Ki, Süleyman Çelebi
Hazretleri Mevlid-i Şerif’inde bu mevzuyu beyanla;
“Gerçi
zahiren cennet içre dururum
Manada
nar’ın (ateşin) azabını görürüm” diyor.
Çünkü insan, Rabbin katına ulaşıp rabbi’ne vasıl olması için
yaratıldığından, bir insanın Rabbinden ayrı olması onun dünya ve ahirette cehli
cehennemidir. Ki kulun gaflet ve cehaletle kendine ve eşyaya vücut nisbet
etmesi onu Rabbinden perdelediği gibi, onu affedilmeyen günah olan gizli şirke
sürükler. Ve o kul ben şöyleyim ben böyleyim anlayış ve zannı ile oluşan gizli
şirk ve vücud günahıyla cehli cehenneme dâhil olur.
Bunu beyanla, at’la teşbih olunan ulama-i
zahir ve eşekle teşbih olunan cahil abid,
ben böyleyim ben şöyleyim bahisleri ile gizli şirki ve vücud günahını
içeren kulluklarını medhederek derk-i
esfele, yani cehl-i cehennemin dibine
sefil, düşkün bir vaziyette gittiler
buyruluyor.
Malik'ül-Hilmi
gemide geziyor
Bunca
yüklüleri seyran ediyor
Hadisi şerifte; “Benim ehli beytim nuh’un gemisi gibidir,
kim o gemiye dâhil olursa tufandan kurtulur”buyruluyor. Meslek-i Resul’u
Melami irşadı olan zikri daim ve tevhidi hakiki marifetiyle ancak, manevi Evlad-ı
Resul / Ehl-i Beyt olarak “Ehli Beyt gemisine” dâhil olunur.
Ki manevi Evlad-ı Resul olup ehli beyt gemisine
binmiş olan Abdülmalik HilmiHazretleri;
zikri daim ve tevhidi hakiki irfanı irşadından mahrum olan, gizli şirk içindeki
vücud günahı yüklülerine bakıp
onları seyrediyorum, diyor.
İlm-i mahvı
okuyor hem dalıyor
Bahr-i aşka
"lâ ilahe okuyor
İlm-i mahv, kâmil’in meslek-i Resul
telkini olan zikri daim ve tevhidi hakiki ile hâsıl olan fenafillâh (Allah’ta
yok olmak) keşfi irfanıdır. Ve kulun cehaletle kendine nisbet ettiği varlığını mahvı fena ederek, Hakk’ın zatı’na
vuslat etmesidir. Ulaştığı fenafillâh keşfi marifetiyle, bu âlemdeki ömür
yolculuğunda “...hedefe varanlardan”
(Vakıa,10) olan Malik Efendi; ilâh-i
aşk denizine dalıp, lâ ilâhe okuyor, yani tevhidin hakikatı keşfi irfanıyla
Allah’tan gayrı hiç bir şey müşahade etmediğini beyan ediyor.Allahuâlem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder