18 Şubat 2016 Perşembe

Beyhude hevaya kılma heves



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN




Beyhude hevaya kılma heves
Zakir Hak ol her dem u nefes

      Beyhude:Boşyere, faydasız, Heva: İstek, nefsin isteği, Zakir: Zikreden demektir. Buna göre, boşyere nefsin havasına / isteklerine heves edip onlara özenme, her dem yani her an ve her nefeste Cenab-ı Hakk’ı zikredenlerden ol, buyruluyor. Ki bu zikrullah’ın mahiyeti nedir ve nasıl yapılır? Herkes zikrullah’tan bahsettiğine göre bu bahsedilenler zikrullahmıdır? Sorusunun cevabı şöyledir;
Günümüzde müntesip ve taraftarları az veya çok, bir takım tarikat mürşidi ve cemaat lideri, kul’u yaradılışın yüce maksadına ulaştıracak olan zikrullah diye bazı esmaları zikredip söylemeyi, sayı ile tesbih çekmeleri mensuplarına telkin eder veya vekillerine telkin ettirirler. Bu tarikat ve cemaat mürşit ve önderleri çok saltanatlı olup, çeşitli enformasyonla kâmil insan, büyük mürşit, zamanın gavsı, asrın hatta bin yılın en büyük üstâdı, müceddidi gibi vasıflarla halka ve kamuoyuna lanse edilip enforme edilirler. Fakat bu mürşid ve önderler bu kadar saltanat ve debdebeye rağmen zikrullahı kendileri de bilmez. Bunların müntesiplerine ve müridlerine yaptıkları târifleri öğretileri de kul’u yaradılışının yüce maksadına ulaştıran zikrullah değildir. Çünkü zikrullah’tan gâfil olan bir mürşit, kendisi zikrullah telkin ve irşâdına muhtaç iken, başkalarına zikrullah telkin edemez. 
     Rabbine kavuşma yüce yaratılış maksadına kul’u ulaştıran zikrullah, falanca büyüğün fişmanca zatın dediği gibi sayı ile şu kadar esma, tesbih çekmek olmayıp, yüce Allah’ın vahiyle kullarına öğrettiği gibidir. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da, “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi zikredin. (Bakara, 239) buyrulur. Bu ve benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi zikrullah, yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de tarif ederek öğrettiği gibidir. Ve bir kul ancak Allah’ın vahiyle öğrettiği zikir mazharıyetiyle rabbi’ne kavuşabilir.       
      Buna göre Allah’ın kul’undan yapmasını istediği zikir, zikr-i dâimdir ki bunu ifadeyle Kur’an’da “…siz ayakta iken, oturur iken, yatar iken Allah’ı zikredin…” (Nisâ,103) Ve “Aklını işleten / gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken dâima Allah’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân,191) buyrulur. Buna göre yaşayan bir insanın ayakta olmak, oturmak ve yatmaktan başka bir hal ve pozisyonu var mıdır? Yoktur. Çünkü bir kişi nefes alıp verdiği müddetçe ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Bu ve benzeri vahiy beyanlarından açık ve net bir şekilde anlaşıldığı gibi, Cenâb-ı Hak kullarından kendisini sayı ile değil, her nefeste zikr-i dâim’le zikretmesini istiyor. İşte bunu ifadeyle Süleyman Çelebi Hz. Mevlid’inde; “Her nefeste Allah adın de müdâm” buyurur.
      Ayrıca Cenâb-ı Hak, bizden hangi ismi ile ve hangi azamızla O’nu zikretmemizi de Kur’an’daki;“Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiğinde kalbleri titrer...” (Enfâl,2) “Onlar öyle insanlardır ki; Allah zikredilince kalbleri titrer…” (Hac,35) “Müminlerin kalbleriAllah’ın zikri ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler; ancak Allah’ın zikri ile tatmin olur.” (Ra’d,28) Ayetleri ve benzer ayet beyanları ile öğretir. Bu ve benzeri ilahî buyruklar bize rabbimizi kalb ile ve isimlerinden Allah ismi ile zikretmemizi beyan ediyor. Çünkü kalb, vücudun merkezi olup bir ülkenin başkenti gibidir, ülkenin başkentinde kim iktidar olursa o ülkenin diğer şehirleri de başkentteki iktidarın hakimiyetine girmesi gibi. Kul’un varlık ülkesinin başkenti de kalbidir. Ve bir kulun kalbinde zikrullah hakim olursa o kulun, vücudunun tamamında hakimiyet Allah’ın olur. Yani vücudun diğer azaları da kalbdeki zikrullah hakimiyetine girer ve Allah’a boyun eğer. Ki burada kast edilen kalp, bedendeki kan pompası olan kalp değildir manev-i vücudun hasleti olan kalptir.
Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olan Allah ismi, mertebe itibariyle ulûhiyet mertebesinin ismidir. Ve esmaya nisbetle Allah ismi, ism-i Celâldir. Ki Celâl’in yakıcı tesiri olduğundan zikir, kalp ile ve Allah ismiyle yapılırsa kul’un kalbindeki Hak’tan gayrı muhabbetler yanıp yok olur. Bu itibarla Cenâb-ı Hak, kulun azalarından merkezi aza olan kalbi ile Allah diyerek, her nefeste zikri daimi kullarına vahiyle öğretip, emrediyor.
      Yine kul’u Hakk’a kavuşturacak olan zikrulah’ın öğrenilmesi hakkında, Kur’an’ı Kerim’de;“…eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun.” (Nahl,43) beyanı olduğu gibi, başka bir âyette ise “…sorun zikir ehline, eğer bilmiyorsanız ” (Enbiyâ,7) buyrulur. Buna göre Allah’ın vahiyle öğrettiği, kul’u yaradılış yüce gayesine eriştiren zikrullah, kitap okuyarak, nâkıs şeyhlere ve cemaat önderlerine tâbi olmakla öğrenilmediği gibi, meşhur ve kalabalık olan tarîkat ve cemaatlere bağlanmakla da öğrenilemez. Zikrullah, her zaman da sahte ve taklitleri çok olan, fakat samimiyet ve sadakatla arandığı zaman bulunabilen zamanın kâmil-i mürşidin’den tahsil edilir. Ki, zamanın kâmil mürşidi olan kimse, muhakkak, kesinlikle kalb-i zikre âşinadır. Ve bir kimse her nefeste zikr-i dâime ancak kâmilin telkin ve irşâdıyla mazhar olur. “Çünkü bir mürşit kâmil ise, kesinlikle Kur'an’a tabidir. O, Kur'an ile çelişen hiç bir şeye onay vermediği gibi, Kur’an harici ne eksik ne fazla bir şey telkin ve tavsiye etmez. O; ancak Allah’ın Kur’an-ı Kerîm’de emrettiklerini telkin ve târif ederek irşâd eder.
     Bu itibarla bu beytin manası, beyhude hevaya yani gayrıyete masivaya muhabbet kılıp heves etme.  Kâlbinde Allah zikri ile her dem (her zaman) ve hernefes Hakk’a zakir ol, demektir.

Her kim ki Hakk'a olmaya zakir
İnsan deme ana ezall-i feres

      Zakir:Zikreden, Ezall-i:Sapmış, çok aşağılık, zelil,Feres: Kısrak, at demektir. At sahipsiz kalırsa nereye gideceğini bilemeden etrafına ve kendine zarar verir. Oysa at sahibinin emir ve kontrolunda olduğunda çok faydalı işler yaparak, sahibini en süratli bir şekilde varacak olduğu menzile götürür. Bu itibarlaher kimin kulluğu kâmil’in telkin ve tarif ettiği gibi Hakk’a zakir değilse yani Hakk’ı zikretmiyorsa, o kul’a yaratılış maksadı olan Allah’a vuslat yolundaki (tarikindeki) insan denilmez.Böyle bir kişi, sahipsiz kalmış ve nereye gideceği belli olmayan, kendine de etrafına da zarar veren bir at’tan, yani ezall-i feres’ten farkı olmaz, buyruluyor.
      Çünkü bir insan, ancak kalbindeki zikri daim uyanıklığıyla gafletten uyanıp, yaratılışının yüce gayesi olan Rabbine vuslat menziline erişerek insan-ı kâmil olur.   

Ömrünü kılma heba ile menşur
Olmayasın ruz-i cezada hares

      Heba: Boşa gitme, Menşur: Perişan, işleri dağınık, Ruz-i ceza:Ahiretteki ceza günüdür, Hares: Dilsiz demektir. Bu itibarla, imtihan âlemi olan bu dünyadaki ömrünü, Hakk’a kulluk yapmayarak heba ile menşur kılma, yani boş yere ve boş işlerle harap perişan etme. Ki olmayasın ahiretteki ruz-i cezada hares, yani ahiretteki ceza gününde dilsiz olmayasın buyruluyor.
      Çünkü her kim bu âlemdeki ömrü hayatını Allah’ın razı olduğu kulluk üzere geçirirse o, ahirette ki ceza gününde sorulara düzgün cevaplar vererek konuşur. Kim bu âlemdeki ömrü hayatını Allah’ın razı olmadığı boş işler yaparak tamamlarsa o, ceza gününde sorulan sorular karşısında dilsiz kalır, susar ve cevap veremez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v);“Dünya ahiretin tarlasıdır, dünya tarlasına ne ekerseniz ahirette onu biçersiniz” buyurmuştur.                                                                                                                                     

Kat et yollarını şeytanın
Fi'Ii haramdan nefsini kes

      Kat etmek: Kesmek, ayırmak, anlamındadır ki Kur’an-ı Kerim’de; “Allah buyurdu ki; hemen çık oradan çünkü sen kovuldun. Din gününe kadar lânetim üzerinedir. İblis, ‘ey rabbim öyle ise bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver’ dedi. Allah, şöyle dedi: ‘sen o bilinen vakte kadar mühlet verilenlerdensin.’ İblis: Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır, saptırırım. Ancak içlerinden ihlâs ile seçilmiş kulların müstesna. (Sad,77…83) buyrulur. Buna göre, şeytanın seni azdırıp seni saptırmasına fırsat vermeyip onunla yollarını ayır, kulluğundan şeytanıkat et yani kesip at. Fii’Ii haramdan (haram işlerden) Allah’ın yasakladıklarına yanaşmaktan nefsini kes. Yani kendini harama yaklaşmaktan keserek koru, buyruluyor. Çünkü günah, Allah’ın emrettiğini yapmamaktır. Haram ise Allah’ın yasaklarını çiğnemektir.

Makbul-ı Huda Hakk'a teveccüh
Et meyl-i sivadan nehy'ün nefes

      Hüda’nın, yani hidayet verici olan Allah’ın indinde makbul olan kulluk Hakk’a teveccüh’tür, yani zikr-i daim uyanıklığıyla yüzünü Hakk’a çevirip yöneltmendir. Bunun için et meyl-i sivadan nehy'ün nefes, yani kendine, masivaya / Allah’tan gayrıye olan muhabbet ve sevgiye olan meyli yönelişi men edip yasakla. Ki her nefeste zikr-i daim’le Allah sevgisi kalbinde galip olsun, yüzün Hakk’ateveccüh edip yönelsin, demektir. 

Kendini mahv et dost yoluna
İşitesin feryad-ı ceres

      Ceres:Zil, boyuna takılan çıngırak, Dost yolu:Dost olan Allah’ın yoludur, ilm-i tarikattır. İlmi tarikat ise kulun her nefeste zikri daime mazhar olmasıdır. Ki zikri daime ancak mürşidi kâmil’in telkin ve tarifiyle mazhar olunur. Ve zikri daim uyanıklığı tevhid makamlarının irfanı ile kul’u mahv’a (fenaya, yokluğa) ulaştırarak, kul’u kendi mahvı yokluğunda dostolan Rabbi’ne kavuşturur.
      Bunu ifadeyle kendini mahv et dost olan Allah’ın yoluna ki,o zaman her nefeste zikri daim feryadı sırrı mahiyetinin ne olduğunu, kâmil’in telkin-i irşadında işitirsin aynı boynunda takılı ceres’in / zilin sesi feryadının işitilipduyulması gibi, buyruluyor. Yani boynundaki zilin / çıngırağın sesini kişinin tereddütsüz duyması gibi kul, her nefeste zikrullahı işitir ve o, zikri daim uyanıklığıyla muhabbetullaha ulaşır, demektir.

Cânını Hilmi eyledi teslim
Olmaya yarın yüzü abes

 Abes: Saçma, gayesiz, hikmetsiz, anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de;“O gün geldiğinde siz üç sınıfa ayrılacaksınız. Ashab-ı meymene / Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir. Ashab-ı meş’ame / Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir. Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte mukarribun / Allah’a yakın olanlar bunlardır” (Vakıa,7…11) buyrulur. Ki ayetlerde beyan edilen üç vasıf, bu yeryüzü olan imtihan âleminde ömürleri müddetince insanların elde ettiği vasıflardır. Bunların biri “Ashab-ı meş’ame / kötülüğe batanlar” olan günah ehilleridir. İkincisi,“Ashab-ı meymene / Ahiret mutluluğuna erenler” olan sevap ehlidir. Üçüncüsü ise,“sabikun”dur. Ki bu sabikun olanlar, yaratılışının yüce gayesi olan zikri daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid keşfi irfanıyla, kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Hakk’a vuslat / kavuşma hedefine varmış olan Allah’ın veli / dost kullarıdır. Ve bunları beyanla Kur’an’da; “Haberiniz olsun ki Allah’ın dostları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”(Yunus,62) buyrulur.  
     Bu itibarlaKur’an-ı Kerim’deki;“işte mukarribun / Allah’a yakın olanlar bunlardırİfadesindeki Allah’a yakın velilerden olan Malik Efendi Hz. Hilmi lakabıyla; kâmil’in telkini olan âli prensiplere ve her nefesteki zikri daime, canımı ve tüm varlığımı teslim eyledim. Ki, yarın ahiretteki ceza gününde faydasız boş ameller, masiva / gayrıyet meşguliyetinden pişman abes bir yüz’le hüzünlenenlerden olmamak için, diyor.


Hiç yorum yok: