ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Beyhude
hevaya kılma heves
Zakir Hak ol
her dem u nefes
Beyhude:Boşyere, faydasız, Heva: İstek, nefsin isteği, Zakir: Zikreden demektir. Buna göre,
boşyere nefsin havasına / isteklerine heves edip onlara özenme, her dem yani
her an ve her nefeste Cenab-ı Hakk’ı zikredenlerden ol, buyruluyor. Ki bu
zikrullah’ın mahiyeti nedir ve nasıl yapılır? Herkes zikrullah’tan bahsettiğine göre bu bahsedilenler
zikrullahmıdır? Sorusunun cevabı şöyledir;
Günümüzde müntesip ve taraftarları az
veya çok, bir takım tarikat mürşidi ve cemaat lideri, kul’u yaradılışın yüce
maksadına ulaştıracak olan zikrullah diye bazı esmaları zikredip söylemeyi,
sayı ile tesbih çekmeleri mensuplarına telkin eder veya vekillerine telkin
ettirirler. Bu tarikat ve cemaat mürşit ve önderleri çok saltanatlı olup,
çeşitli enformasyonla kâmil insan, büyük mürşit, zamanın gavsı, asrın hatta bin
yılın en büyük üstâdı, müceddidi gibi vasıflarla halka ve kamuoyuna lanse
edilip enforme edilirler. Fakat bu mürşid ve önderler bu kadar saltanat ve
debdebeye rağmen zikrullahı kendileri de bilmez. Bunların müntesiplerine ve
müridlerine yaptıkları târifleri öğretileri de kul’u yaradılışının yüce
maksadına ulaştıran zikrullah değildir. Çünkü zikrullah’tan gâfil olan bir
mürşit, kendisi zikrullah telkin ve irşâdına muhtaç iken, başkalarına zikrullah
telkin edemez.
Rabbine kavuşma yüce yaratılış maksadına kul’u ulaştıran zikrullah,
falanca büyüğün fişmanca zatın dediği gibi sayı ile şu kadar esma, tesbih
çekmek olmayıp, yüce Allah’ın vahiyle kullarına öğrettiği gibidir. Ki bunu
ifadeyle Kur’an’da, “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi
zikredin. (Bakara, 239) buyrulur.
Bu ve benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi zikrullah, yüce
Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de tarif ederek öğrettiği gibidir. Ve bir kul ancak
Allah’ın vahiyle öğrettiği zikir mazharıyetiyle rabbi’ne kavuşabilir.
Buna göre Allah’ın kul’undan yapmasını istediği zikir, zikr-i dâimdir ki
bunu ifadeyle Kur’an’da “…siz ayakta iken, oturur iken, yatar iken
Allah’ı zikredin…” (Nisâ,103)
Ve “Aklını
işleten / gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken dâima Allah’ı
zikrederler…” (Âl-i İmrân,191)
buyrulur. Buna göre yaşayan bir insanın ayakta olmak, oturmak ve yatmaktan
başka bir hal ve pozisyonu var mıdır? Yoktur. Çünkü bir kişi nefes alıp verdiği
müddetçe ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Bu ve benzeri vahiy
beyanlarından açık ve net bir şekilde anlaşıldığı gibi, Cenâb-ı Hak kullarından
kendisini sayı ile değil, her nefeste zikr-i dâim’le zikretmesini istiyor. İşte
bunu ifadeyle Süleyman Çelebi Hz. Mevlid’inde; “Her nefeste Allah adın de müdâm” buyurur.
Ayrıca Cenâb-ı Hak, bizden hangi ismi ile ve hangi azamızla O’nu zikretmemizi
de Kur’an’daki;“Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir ki; Allah
zikredildiğinde kalbleri titrer...” (Enfâl,2) “Onlar öyle
insanlardır ki; Allah zikredilince kalbleri titrer…” (Hac,35)
“Müminlerin kalbleriAllah’ın
zikri ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler; ancak Allah’ın
zikri ile tatmin olur.” (Ra’d,28) Ayetleri ve benzer ayet beyanları ile
öğretir. Bu ve benzeri ilahî buyruklar bize rabbimizi kalb ile ve isimlerinden Allah
ismi ile zikretmemizi beyan
ediyor. Çünkü kalb, vücudun merkezi olup bir ülkenin başkenti gibidir, ülkenin
başkentinde kim iktidar olursa o ülkenin diğer şehirleri de başkentteki
iktidarın hakimiyetine girmesi gibi. Kul’un varlık ülkesinin başkenti de
kalbidir. Ve bir kulun kalbinde zikrullah hakim olursa o kulun, vücudunun
tamamında hakimiyet Allah’ın olur. Yani vücudun diğer azaları da kalbdeki
zikrullah hakimiyetine girer ve Allah’a boyun eğer. Ki burada kast edilen
kalp, bedendeki kan pompası olan kalp değildir manev-i vücudun hasleti olan
kalptir.
Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden olan
Allah ismi, mertebe itibariyle ulûhiyet mertebesinin ismidir. Ve esmaya
nisbetle Allah ismi, ism-i Celâldir. Ki Celâl’in yakıcı tesiri olduğundan
zikir, kalp ile ve Allah ismiyle yapılırsa kul’un kalbindeki Hak’tan gayrı muhabbetler
yanıp yok olur. Bu itibarla Cenâb-ı Hak, kulun azalarından merkezi aza olan
kalbi ile Allah diyerek, her nefeste zikri daimi kullarına vahiyle öğretip,
emrediyor.
Yine kul’u Hakk’a kavuşturacak olan zikrulah’ın öğrenilmesi hakkında,
Kur’an’ı Kerim’de;“…eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun.” (Nahl,43) beyanı olduğu gibi, başka bir
âyette ise “…sorun zikir ehline, eğer bilmiyorsanız ” (Enbiyâ,7) buyrulur. Buna göre Allah’ın vahiyle öğrettiği, kul’u yaradılış yüce gayesine eriştiren
zikrullah, kitap okuyarak, nâkıs şeyhlere ve cemaat önderlerine tâbi olmakla
öğrenilmediği gibi, meşhur ve kalabalık olan tarîkat ve cemaatlere bağlanmakla
da öğrenilemez. Zikrullah, her zaman da sahte ve taklitleri çok olan, fakat
samimiyet ve sadakatla arandığı zaman bulunabilen zamanın kâmil-i mürşidin’den
tahsil edilir. Ki, zamanın kâmil mürşidi olan kimse, muhakkak, kesinlikle
kalb-i zikre âşinadır. Ve bir kimse her nefeste zikr-i dâime ancak kâmilin
telkin ve irşâdıyla mazhar olur. “Çünkü
bir mürşit kâmil ise, kesinlikle Kur'an’a tabidir. O, Kur'an ile çelişen hiç
bir şeye onay vermediği gibi, Kur’an harici ne eksik ne fazla bir şey telkin ve
tavsiye etmez. O; ancak Allah’ın Kur’an-ı Kerîm’de emrettiklerini telkin ve
târif ederek irşâd eder.
Bu itibarla bu beytin manası, beyhude hevaya yani
gayrıyete masivaya muhabbet kılıp heves etme. Kâlbinde Allah zikri ile her dem (her zaman) ve hernefes Hakk’a zakir ol, demektir.
Her kim ki
Hakk'a olmaya zakir
İnsan deme
ana ezall-i feres
Zakir:Zikreden, Ezall-i:Sapmış, çok aşağılık, zelil,Feres: Kısrak, at demektir. At sahipsiz kalırsa nereye gideceğini
bilemeden etrafına ve kendine zarar verir. Oysa at sahibinin emir ve
kontrolunda olduğunda çok faydalı işler yaparak, sahibini en süratli bir
şekilde varacak olduğu menzile götürür. Bu itibarlaher kimin kulluğu kâmil’in telkin ve tarif ettiği gibi Hakk’a zakir değilse yani Hakk’ı
zikretmiyorsa, o kul’a yaratılış maksadı olan Allah’a vuslat yolundaki
(tarikindeki) insan denilmez.Böyle
bir kişi, sahipsiz kalmış ve nereye gideceği belli olmayan, kendine de etrafına
da zarar veren bir at’tan, yani ezall-i
feres’ten farkı olmaz, buyruluyor.
Çünkü bir insan, ancak kalbindeki zikri daim uyanıklığıyla gafletten
uyanıp, yaratılışının yüce gayesi olan Rabbine vuslat menziline erişerek
insan-ı kâmil olur.
Ömrünü kılma
heba ile menşur
Olmayasın ruz-i cezada hares
Heba: Boşa gitme, Menşur: Perişan, işleri dağınık, Ruz-i ceza:Ahiretteki ceza günüdür, Hares: Dilsiz demektir. Bu itibarla, imtihan âlemi olan bu
dünyadaki ömrünü, Hakk’a kulluk
yapmayarak heba ile menşur kılma, yani
boş yere ve boş işlerle harap perişan etme. Ki olmayasın ahiretteki ruz-i cezada
hares, yani ahiretteki ceza gününde dilsiz olmayasın buyruluyor.
Çünkü her kim bu âlemdeki ömrü hayatını Allah’ın razı olduğu kulluk
üzere geçirirse o, ahirette ki ceza gününde sorulara düzgün cevaplar vererek
konuşur. Kim bu âlemdeki ömrü hayatını Allah’ın razı olmadığı boş işler yaparak
tamamlarsa o, ceza gününde sorulan sorular karşısında dilsiz kalır, susar ve
cevap veremez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v);“Dünya ahiretin tarlasıdır, dünya tarlasına
ne ekerseniz ahirette onu biçersiniz” buyurmuştur.
Kat et
yollarını şeytanın
Fi'Ii
haramdan nefsini kes
Kat etmek: Kesmek, ayırmak,
anlamındadır ki Kur’an-ı Kerim’de; “Allah buyurdu ki; hemen çık oradan çünkü
sen kovuldun. Din gününe kadar lânetim üzerinedir. İblis, ‘ey rabbim öyle ise
bana insanların diriltilecekleri güne kadar mühlet ver’ dedi. Allah, şöyle
dedi: ‘sen o bilinen vakte kadar mühlet verilenlerdensin.’ İblis: Öyle ise
izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka aldatır,
saptırırım. Ancak içlerinden ihlâs ile seçilmiş kulların müstesna. (Sad,77…83) buyrulur. Buna göre,
şeytanın seni azdırıp seni saptırmasına fırsat vermeyip onunla yollarını ayır, kulluğundan şeytanıkat et yani kesip at. Fii’Ii haramdan (haram işlerden)
Allah’ın yasakladıklarına yanaşmaktan nefsini
kes. Yani kendini harama yaklaşmaktan keserek koru, buyruluyor. Çünkü
günah, Allah’ın emrettiğini yapmamaktır. Haram ise Allah’ın yasaklarını
çiğnemektir.
Makbul-ı
Huda Hakk'a teveccüh
Et meyl-i
sivadan nehy'ün nefes
Hüda’nın, yani hidayet verici olan
Allah’ın indinde makbul olan kulluk Hakk’a teveccüh’tür, yani zikr-i daim
uyanıklığıyla yüzünü Hakk’a çevirip yöneltmendir. Bunun için et meyl-i sivadan nehy'ün nefes, yani
kendine, masivaya / Allah’tan gayrıye olan muhabbet ve sevgiye olan meyli yönelişi men edip yasakla. Ki her nefeste zikr-i daim’le Allah
sevgisi kalbinde galip olsun, yüzün Hakk’ateveccüh
edip yönelsin, demektir.
Kendini mahv et dost yoluna
İşitesin
feryad-ı ceres
Ceres:Zil, boyuna takılan çıngırak, Dost yolu:Dost olan Allah’ın yoludur, ilm-i tarikattır. İlmi tarikat ise
kulun her nefeste zikri daime mazhar olmasıdır. Ki zikri daime ancak mürşidi
kâmil’in telkin ve tarifiyle mazhar olunur. Ve zikri daim uyanıklığı tevhid
makamlarının irfanı ile kul’u mahv’a (fenaya, yokluğa) ulaştırarak, kul’u kendi
mahvı yokluğunda dostolan Rabbi’ne kavuşturur.
Bunu ifadeyle kendini mahv et dost olan Allah’ın yoluna ki,o zaman her nefeste zikri
daim feryadı sırrı mahiyetinin ne olduğunu, kâmil’in telkin-i irşadında işitirsin aynı boynunda takılı ceres’in
/ zilin sesi feryadının işitilipduyulması
gibi, buyruluyor. Yani boynundaki zilin / çıngırağın sesini kişinin tereddütsüz
duyması gibi kul, her nefeste zikrullahı işitir ve o, zikri daim uyanıklığıyla
muhabbetullaha ulaşır, demektir.
Cânını Hilmi
eyledi teslim
Olmaya yarın
yüzü abes
Abes:
Saçma, gayesiz, hikmetsiz, anlamındadır. Kur’an-ı Kerim’de;“O gün geldiğinde siz üç sınıfa
ayrılacaksınız. Ashab-ı meymene / Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu
kimselerdir. Ashab-ı meş’ame / Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz
kimselerdir. Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte mukarribun /
Allah’a yakın olanlar bunlardır”
(Vakıa,7…11) buyrulur. Ki ayetlerde beyan edilen üç vasıf, bu yeryüzü olan
imtihan âleminde ömürleri müddetince insanların elde ettiği vasıflardır.
Bunların biri “Ashab-ı meş’ame / kötülüğe batanlar” olan günah ehilleridir.
İkincisi,“Ashab-ı meymene / Ahiret mutluluğuna erenler” olan sevap
ehlidir. Üçüncüsü ise,“sabikun”dur. Ki bu sabikun olanlar,
yaratılışının yüce gayesi olan zikri daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid keşfi
irfanıyla, kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Hakk’a vuslat / kavuşma “hedefine
varmış” olan Allah’ın veli / dost kullarıdır. Ve bunları beyanla Kur’an’da;
“Haberiniz olsun ki Allah’ın dostları
için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.”(Yunus,62)
buyrulur.
Bu itibarlaKur’an-ı Kerim’deki;“işte mukarribun / Allah’a yakın olanlar
bunlardır” İfadesindeki Allah’a
yakın velilerden olan Malik Efendi Hz. Hilmi
lakabıyla; kâmil’in telkini olan âli prensiplere ve her nefesteki zikri daime, canımı ve tüm varlığımı teslim eyledim. Ki, yarın ahiretteki ceza gününde faydasız
boş ameller, masiva / gayrıyet meşguliyetinden pişman abes bir yüz’le
hüzünlenenlerden olmamak için, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder