8 Şubat 2016 Pazartesi

Çün tecelli etti seyyid şâh-ı nûr

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Çün tecelli etti seyyid şâh-ı nûr
Her varakdan rûy-ı dildâr görünür
Cümle mü'min kalpleri oldu tenevvür
Ateş-i aşktan bu ateş devridir

      Seyyid şah-ı nur:Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’leri, Rûy-ı dildar:Kalbi hükmü altına alan sevgilinin yüzü,Tenevvür:Nurlanmak, aydınlanmak demektir.
Hz. İsa (as);“İnsanın iki doğuşu vardır, biri anasından, biri de kendinden doğmasıdır. Eğer bir insan kendinden doğmazsa, kainâtın ve mana âleminin esrarına vakıf olamaz.” buyurmuştur. Bu itibarla ehl-i kemalin ve ehli irfanın iki yaşı vardır. Ki bir yaşı herkes gibi bu âleme anasından doğmasıyla başlayıp bu âlemdeki ömrü boyunca devam eden yaşıdır. İkinci yaşı ise kâmil mürşidi bulup da salik olmasıyla başlayıp, yoklukla kavuştuğu Hakk’ın beka olan ebedi diriliği ve ölümüzlüğüyle ebediyen devam eder. İkinci yaşın başlaması ve bekabillah ölümsüzlüğüyle devam etmesi hep ilâh-i aşk ile olduğundan Yunus Emre Hz;

Âşık yunus öldü diye salâ verirler
Ölenler hayvandır âşıklar ölmez,buyurur.

İşte Malik Efendi Hazretleri’de ikinci doğuşla mazhar olunan kulluğu, Hak aşkının hararetiyle hâsıl olan ateş devri olarak ifade ediyor. Ve mana âleminin padişahı olan Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin şahsında tasnifi açığa çıkan meslek-i Resul-u Melami irşadıyla ikinci doğuşa mazhar oldum. Bu mazharıyetle, İlâh-i sevgilinin güzel yüzü her varaktan(yapraktan), yani her tecelliden gözükmesiyle beni hükmü altına aldığı gibi, meslek-i Resul telkini irşadına iman eden cümlemüminlerin kalpleri de, ilâh-i aşk ile tenevvür oldu. Yani, nurlandı / aydınlandı, buyuruyor.




Sırr-ı levlak şeş cihetden okunur
Âlemi ihya edip buldu zuhur
Cilve-i aşkıla oldu bu huzur
Ateş-i aşkdan bu ateş devridir

      Şeş cihet: Altı taraf, yön,Âlem-i ihya: Âlemin dirilmesi anlamında olup, Sırr-ı levlak şeş cihetten okunur:“Levlake levlak lema halaktul eflak – Sen olmasaydın sen olmsaydın felekleri yaratmazdım.”(hadis-i kutsi) Sırrı, şeş cihetten / altı yönden okunur demektir. Bu kutsi beyanında Cenab-ı Hak, Hz.Muhammed’e (sav) hitaben iki defa “sen olmasaydın, sen olmasaydın buyurur. Ki, bu hitabın biri sen olmasaydın suret âlemlerini yaratmazdım. İkinci hitabı isesen olmasaydın manâ âlemlerini yaratmazdım, demektir. Suret ve manevi cümle âlemlerin yaratılmasına Hz. Resulullah’ın sebep olması, Muhammed kulluğunu Cenab-ı Hakk’ın sevip âşık olmasındandır. Bunu ifadeyle Kur’an’da;“…Allah onları sever…”(Maide,54) buyrulduğu gibi, Süleyman Çelebi Hz. Mevlid-i şerifte;

“Gel habibim (sevgilim) sana âşık olmuşam
Cümle halkı sana ata (hediye) kılmışam” diyor. 

Bu Muhammed-i kulluğun zuhur edip açığa çıkması, mürşidi kâmil’in zikri daim ve makamatı tevhidin üçü fenafillâh üçü bekabillah altı makam telkini ile olur. Çünkü meratibi tevhidin yedinci makamını hiçbir mürşid telkin edemez.
      Bu itibarla her kim kâmil’in telkin ettiği altı makamın irşadıyla aydınlanırsa o, Muhammed-i kulluğa mazhar olarak suret ve mana yaratılışının sırrına, yani sırr-ı levlak hikmetine ulaşır. Ki bunu beyanla, sırrı levlak şeş cihette (altı yönden) okunur buyruluyor. Ve devamla, kâmilin telkin ettiği altı makamatı tevhid irfanıyla müşahede ediyorum ki âlemi ihya edip buldu zuhur, cilve-i aşkıla oldu bu huzur deniliyor. Yani cümle suret ve mana âlemlerinin yaratılarak hayat bulup zahir olmasının sebebi, Cenabı Hakk’ın Hz. Muhammed’e olan aşk’ının cilvesidir, demektir.


Herkes bildi nur-i kevneyn andadır
Canı teslim eyleyip kurban olur
Onbeşin mahı gibi pür nurdur
Ateş-i aşktan bu ateş devridir

Herkes bildi nur-i kevneyn andadır demek, Nur-i kevneyn:Dünya ve ahiret iki âlemin sultanı Hz.Muhammed’in (sav) nuru, Hz. Pir’in şahsında tasnifi (düzenlenmesi) zahir olan meslek-i Resul telkin-i irşadıyla hâsıl olur demektir. Çünkü Pir Seyyid Muhammed Nur, seyri süluku bizzat Resulullah Efendimiz’den görmüştür. Peygamberler nebi, resul ve ululazim olmakla üç kısımdır. 
Nebi Peygamberlere vahiy gelmasine rağmen, nebiler ortaya çıkıp ben peygamberim bana vahiy geliyor gelin size tebliğ ve irşadda bulunayım demezler. Ancak kendisine gelenlere tebliğ ve irşad’da bulunurlar. Nebi’ler her zamanda sayıları fazla olarak var olmuşlardır. Ki bazen, bir şehir veya ailede birkaç nebi olmuştur. Var olduğu rivayet edilen 124.000 peygamberin çoğunluğunu nebi peygamberler oluşturur.
Resul Peygamberler, daha az ve seyrek olarak zuhur etmişlerdir. Nebi’liğe de mazhar olan resuller kendini gizlemez, ortaya çıkıp insanlara ben Allah’ın Resuluyüm / elçisiyim beni dinleyin, diyerek tebliğde bulunur. Hatta Resuller, bağlı olduğu şeriat çerçevesinde şavaş dahi yaparlar.
Ululazim Peygamberler ise nebi’liğe ve resul’lüğe mazhar olmakla beraber çok daha seyrek zuhur ederler. Ve bunlar zuhuruyla yeni şeriat getirirler. Ululazim peygamberin getirdiği şeriat uzun yıllar devam eder ve bunların şeriatına nebiler ve resuller tabi olup o şeriatla amel ederler. Ululazim peygamberleri ifadeyle Kur’an’da; “Biz peygamberlerden misaklarını almıştık. Senden de misak aldık. Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan, bunların hepsinden kuvvetli bir sözleşmeyle misak aldık.” (Ahzab,7) buyrulur. Ki ayette isimleri bidirilen bu peygamberler ululazim peygamberler olup, ululazim peygamberlerin ve tüm peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir. Ve ona vahyolan kuran ve onun şeriatı, kıyamete kadar “Âlimler peygamberlerin varisleridir”(Hadisi şerif) hükmü icabınca, âlimlerin velilerin tebliğ ve irşadıyla devam edecektir.
      Hadisi şerifte ifade olunan ”Peygamber varisi” âlimler de nebilerin varisi, resullerin varisi, ululazim peygamberin varisi olmakla üç kısımdır: 
Nebi’lerin varisi olan âlimler; İslam dininin şeriatına taalluk eden zahir ilimlerin âlimleridir.
Resul’lerin varisi olan âlimler; kâmil mürşidlerdir. Bunu beyanla Kur’an’da; “Biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve şu büyük Kur’an’ı verdik.” (Hicr,87) buyrulur. Ki, burada ifade olunan yedi ayet,” Allah’ın yedi makamıdır. Ve bu Allah’ın yedi makamı, mesleki resulde seyri süluk ile tahsil edilen üçü fenafillâh, dördü bekabillâh olan yedi tevhid mertebeleridir. Ki resul peygamber varisi olanlar, tüm peygamberler ve insanı kâmil velilerde zuhuruyla “tekrarlanan” yedi tevhid mertebesi kemalatına, fenafillâh ve bekabillâh müşahedesiyle mazhar olan her zamanın mürşidi kâmili’dir.
Ulul azim peygamber varisi âlimler ise müceddit / yenileyici olan kâmildir. Bunu ifadeyle asr-ı saadette âli prensiplere yapılan müdahaleleri gören bazı sahabeler Resulullah Efendimize; “Ya Resulullah seyri süluk âli prensiplerini yazalım mı?” demelerine karşılık Hz. Resulullah; “Hayır yazmayın her yüzyılda mücedditi yenileyicisi gelecektir.” buyurmuşlardır. Ki bu mücedditler, (yenileyiciler) her yüzyılda zuhur ederler. Ve meslek-i Resul âli prensiplerine, seyri süluk mertebelerine eksiltmeyle ya da ziyadeleştirmeyle yapılan müdahaleleri, eksikleri tamamlayarak fazlalıklardan ise arındırarak giderip, aslı üzere düzenleyip tasnif edip düzenlerler.
      Bu müceddidlerin içinden altı yüz yılda gelenleri vardır ki, bunların etkisi ve tesiri asırlarca sürer. Mesela Resulullah’tan altı yüzyıl sonra zuhur eden “Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî” ve Şeyhül Ekber’den altı yüzyıl sonra zuhur eden “Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri” bu mücedditlerdendir. Ve bunlar zuhurlarıyla yaşadıkları zamanlarında ve bu âlemden göçtüklerinden sonra da bıraktıkları eserleri ve halifeleri vasıtasıyla, gerek zahir gerek batın olarak derin ve kalıcı tesir yaparlar.
Mesela,Selçuklu Devletinin çöktüğü, Osmanlı Devleti’nin ise kuruluş aşamasında, “Endülüsten” (İspanya’dan) Türk yurduna gelen Şeyhül Ekber’in zuhurundaki kemalât, İslam dünyasına ve özellikle Türk milletinin yeniden yapılanmasına muazzam katkılar sağlamıştır. Şeyhül Ekber Türk kültür ve irfanına, zahiren ve batınen derin ve kalıcı tesir bırakmış, aynı zamanda Osmanlı devletinin, kuruluş ve yükselme dönemlerinin manevi harcı olmuştur. Çünkü Şeyhül Ekber’in yetiştirdiği halifeler, alperenler, Osmanlı devlet ricali ile iç içe olmuş ve Osmanlının seçkinlerini irşad etmişlerdir. Bu irşad sayesinde Muhammed’i ahlâk ile yönetildiği için Osmanlı devleti, kuruluş ve yükselme dönemlerindeki uygulamaları ile insanların gönlünü fethetmiştir.
Bunu beyanla, Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in mürşidi ve kayınbabası olan Şeyh Edebalı bir “Ahi mürşidi’dir.” Ve ahilerin pir’i olan Ahi evran’ın vekili halifesidir. Ahi Evran ise Şeyhül Ekber’in evlatlığı ve halifesi olan Sadreddin Konevi Hazretleri’nin hem akranı, hemde yakınıdır.
      Yine Osman Bey’in oğlu Orhan Gazi’nin devletin başına geçmesinden hemen sonra, Muhiddin ArabîHazretleri’nin “Füsusul Hikem” adlı eserini şerh edenlerden Davud-i Kayserî Hazretlerini, İznik medresesinin başına getirip baş müderris tayin etmiştir. Ve Davud-i Kayserî’nin şerh ettiği Füsusul Hikem adlı eser, Orhan Gazi zamanında basım tekniği yüksek olan Hindistan’da bastırılmıştır. Osmanlının yükselmesinde ilim ve irfânıyla çok katkısı olan Molla Fenari Hazretleri’nin babası, insan-ı kâmil zincirinin en ziyalı halkalarından olan Sadreddin Konevî’nin halifelerinden dir. Sadreddin Konevî, Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri’nin hem evlatlığı hem de halifesidir. Ayrıca Sadrettin Konevi, Hz. Mevlâna’nın da mürşitlerindendir.Ve Mevlâna Hazretleri’nin vasiyeti üzerine Mevlâna’nın cenaze namazını Sadrettin Konevî Hazretlerikıldırmıştır.
     Bu itibarla on üçüncü yüzyılda ve sonrasında, İslam dünyasının ve Türk milletinin yetiştirdiği Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli, Mevlana ve Niyazi Mısri Hazeratları gibi, insanlığın yüzakı olan erenlerin ve ehli kemal’in yetişmesinde, Şeyhül Ekber Muhiddin ArabîHazretleri’nin tesiri pek muazzam ve yoğundur. Bu mevzu, eğer ehil araştırmacılar tarafından eğer daha detaylı olarak araştırılırsa, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna Şeyhül Ekber’in katkıları daha iyi anlaşılır.
Velhasıl Resulullah Efendimiz’den yaklaşık altı yüzyıl sonra selçıklu devletinin yıkılış, Osmanlı Devleti’nin ise kuruluş esnasında zuhur eden Şeyhül Ekber Muhiddini ArabîHazretleri Osmanlı devlatinin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde yetiştirdiği halifelerinin faaliyetleriyle Osmanlı devletinin manevi harcı olmuştur. Ve insanlık âlemi, Muhiddini Arabî Hazretlerinin eserlerinden bu gün dahi yoğun bir şekilde istifadelenmektedir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’de 600 yılda bir gelen mücedid / yenileyici velidir. Çünkü Şeyh-ül Ekber’den yaklaşık 600 sene sonra zuhur etmiştir. Osmanlı devletinin çöküş yaşadığı, Türkiye Cumhuriyetinin ise kuruluş öncesi bir zamanda, Mısır’dan Rumeli’ye gelen Hz.Pir’in zuhuru, gerek zahiren, gerekse batıni olarak İslam dünyasında ve Türk milleti üzerinde devrim niteliğinde muazzam tesir ve etki meydana getirmiştir. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunda manevi harç olmuştur.
      Bunu beyanla; tac ve hırka giymek, çile çekip erbain çıkarmak gibi yüzyıllardır devam eden birçok tekke geleneklerini Hz. Pir kaldırmış, bu tür uygulamaları iptal etmiştir. Bunun nedenini soranlara ise Hz. Pir;”Bu yüzyıl (20.yy.) ilim ve fende çok büyük inkişafların ve gelişmelerin olacağı yüzyıldır, bu yüzyıl, ilim yüzyılıdır” demiştir.
      Yine asırlardır tekkelerde tesbihat, çile ve riyazat gibi virdler olduğu halde, bunları neden telkin etmeyip kaldırdığını kendisine soranlara Hz. Pir özetle;“Ehli zikir ve ehli tevhidi hakiki, manevi asker’dir. Askerin ise bir sefer / savaş zamanı vardır, bir de sulh barış zamanı vardır. Sulh zamanında askere sağa dön, sola dön, selam şöyledir, elbise böyle giyilir, ütüsü şöyle olur gibi eğitimler verilir. Savaş zamanında ise askere böyle eğitim verilmez ve savaşta Asker böyle şeylerle oyalanmaz. Savaş zamanı askere en kısa yoldan düşmanı cephede nasıl yenip alt edeceğinin eğitimi verilir. Ve silahını nasıl kullanacağı gösterilir. İşte ilim asrı olan 20.yy. sefer (savaş) zamanı olduğundan, manevi askerin çile, riyazat, tac, hırka vb. ile uğraşacağı zaman değildir. Biz tekke geleneğinde bir sürü çile, riyazat gibi virdlerden sonra ancak telkin edilen “zikri daimi,” salik’e hemen telkin ediyoruz. Sadık olan ihvan, Daim zikir uyanıklığı ve makamatı tevhid irfanı ile maksada ulaşır.” diye cevap vermiştir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin zahiri yönden de etki ve tesiri muazzam olmuştur. Çünkü onun ve halifelerinin zuhuru, 19.yy. sonu ve 20.yy. başıdır. Ve zamanın ilim ve fikir erbabı kendisine iltifat ederek, ondan istifade etmiştir. Hz. Pir, O günkü devletin üst düzey bürokrasisinde pek tesirli olmuştur. Şeyhülislamlar, yüksek rütbeli paşalar, hatta zamanın padişahı olan Abdülmecid dahi, Hz. Pir’den seyri süluk görmüştür. Zamanın ilim adamları ve seçkinleri Hz. Pir’e intisap etiği gibi,özellikle o zamanın askeri okullarında, Hz. Pir ve halifelerinin tesiri ve etkisi olmuştur,
Rivayet olunur ki, Hz. Pir’in halifesi Vehbi Efendi’ye intisab etmiş olanlardan ‘yaklaşık 70 kadar askeri öğrenci, o zamanki baskıcı padişaha isyan eder endişesiyle denizde boğdurmuştur.’ O tarihlerde birçok Paşa, Subay ve Asker, meslek-i Resul’e intisap etmişler.Prizren, Üsküp, Selanik gibi askeri birlik olan şehirlerde, marşlar söyleyerek topluca iştirak ettikleri sohbetlerde, Hz. Pir ve halifelerinin irşadı ile aydınlanmışlardır.Bunlar birinci cihan harbinde başta Çanakkale olmak üzere, cephelere gönüllü olarak gidip iştirak etmişler, fedakarca hizmetler edip gönüllü olarak şehit ve gazi olmuşlardır.
      Mesela,fütursuz bir cesaret ve fadai’ce yaptığı görevle, gecenin karanlığında boğaza deniz mayınlarını döşeyip, Haçlı donanmasını bozguna uğratmakla Çanakkale Harbi’nin kaderini tayin ederek, harbin kazanılmasında muazzam katkı sağlayan, “Nusret” mayın gemisinin bazı tayfa ve çarkçı başısı, Hz. Pir’in irşadından nasipli gazilerdir.
Zamanın Padişahı Abdülmecid, Hz. Pir’in irşad ve uyarısı ile Limni Adasına gidip atalarının Niyazi Mısri’ye yaptıkları eziyet, sürgün ve zulümden dolayı,‘Niyazi Mısri Hz.nin ruhaniyetinden ataları adına özür dileyerek, türbesini tezyin etmiş ve o zamanki Rusya muharebesini kazanmıştır.’
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Müslüman kimsele-rin köle olamayacağını ve müslümanı köle yapmanın dinen meşru olmadığını”söylemiştir. Bunun üzerine müslüman kadın kölesi (cariyesi) olanlar;“Böyle bir şeyi ilk defa duyduk.” demişler. Ve cariye köleleri nikâhlayarak eş yapmışlar, müslüman köleliğine son vermişlerdir.
Hz. Pir’den seyri süluk gören Padişah Abdülmecid, Osmanlı limanlarındaköle, insan ticareti yapılmasını yasaklamıştır. Bu yasağın kaldırılmasını isteyen İngiliz heyetine Abdülmecid;“Allah katında seninle benimle aynı olan, insanı Köle diye alıp satmak meşru ve reva olmaz”diyerek cevaplamıştır. Yine Osmanlıda yenileşme olarak adlandırılan Tanzimat, Abdülmecid zamanında ilan edilmiştir. Ki bugün bazı siyasi ve tarihçiler, Cumhuriyet’in tanzimat’la başladığını ve bu sürecin devamıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğunu ifade ederler. Ki Cumhuriyetin başlangıcı olan Tanzimat’ın,Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin irşadına mazhar olmuş padişah ve kadroları tarafından ilan edilmesi çok anlamlıdır.
Kanaâtımızca, Osmanlı Devleti’nin dağılması esnasında Çanakkale’de, Yemen’de, Filistin’de, Trablusgarp’ta, doğuda ve nihayet kurtuluş savaşında canla başla çalışıp başkomutan olarak görev yapan, büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar.Rumelinde, Makedonya Kosova merkezli irşad ve tebliğ yaparak yaşayan, Hz. Pir’in ve halifelerinin irfan ve kemalat yüklü rüzgârından mutlaka tesir alıp etkilenmişlerdir. Etkilenmemeleri mümkün değildir. Çünkü Osmanlının başkenti istanbulda, özellikle Rumeli’nin Üsküp, Selanik, Manastır, İştip, Prizren, Priştina gibi şehir merkezlerinde ve bunlara bağlı yerleşimlerde. ÖzellikleMakedonya bölgesinde halkın kitleler halinde dâhil olduğu o günkü en popüler fikri akım, Hz. Pir’in şahsında zahir olan Melamilik idi.Aynı tarihler de aynı bölgede birer genç asker olarak yaşayan. Ve bütün felsefi akımları yakından takip ettiği bilinen Atatürk’ün ve Cumhuriyeti kuran kadroların, o günkü en popüler fikri akım olan Melamiliğe kayıtsız kalmaları düşünülemez.
      O kadrolar ki, Osmanlının yıkılmasıyla T.C Devleti sınırları dışında olan halkların, gerek iltica yoluyla gerekse mübadele / nüfus değişimleriyle T.C Devletine kabul edilmelerinde, ırk, soy farkı aramayıp, sadece Müslüman olup olmamalarını dikkate almışlardır. Mesela; Arnavut, Boşnak, Çerkez, Gürcü, Kürt, Arap, Laz, Pomak, Yörük, Türkmen vb. halklar içinden,‘Eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedüenne Muhammeden abdühu ve Resuluhu’diyen tevhid müminleri, yani sadece Müslüman olanlar, Türk Milletini ve Türk Milletinin aslını oluşturmuştur. Azınlık olarak isegayri Müslimler (Müslüman olmayanlar) Rum, Ermeni, Yahudi vb.leri kabul edilmiştir.
Hatta Anadolu’daki öz be öz Peçenek Türklerinden olanlar, Hıristiyan oldukları için, nüfüs değişiminde Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Atatürk’ün sağlığında, bugün Moldovya’da halen yaşayan, Hırıstiyan Gagavuz / Gökoğuz Türklerinin, T.C Devletine müracat edip Türkiye’ye gelip yerleşme talepleri, hristiyan olduklarından kabul edilmemiştir.
Bugün ağzımızı doldurarak ‘Türk Milleti’nin nüfusunun %99’unun Müslüman olduğunu’ söylüyorsak, bu Türkiye Cumhuriyetini kuran Atatürk ve arkadaşlarının feraset ve gayretleriyle olmuştur. Bu itibarla Türk Milletinin aslını ve hamurunu ‘Eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedüenne Muhammeden abdühu ve Resuluhu’ tevhid imanı taşıyan tevhid mümin ve müslümanları oluşturuyorsa, bu oluşumda Hz. Pir’in zuhurundaki kemalat’ın mazzam katkısı ve tesiri vardır.
      Bu itibarlaPir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin zuhurundaki marifet ve kemalat, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında manevi harç olduğu gibi, T.C Devletinin yaşamasında ve devamlılığında manevi harç olmaya devam etmektedir ve edecektir de.
Hz. Resulullah Efendimiz’in unsur vücudu, misâl vücudu ve nur-u vücüdu olmakla üç vücud ile zuhur eder.
Resulullah’ın unsur vücudu bu âlemde annesi Amine’den doğan babası Abdullah’tan olan ve 63 yıl bu âlemde görünen beşer yönüdür.
Resulullah Efendimiz misâl vücudunu beyanla;“Kim beni rüyasında görürse beni görmüştür çünkü şeytan benim suretimde görünemez.” buyurduğundan, Resulullah’ın misâl vücudu rüyada gözüken vücududur.        
Vücud-u Nur-u Muhammed ise Resulullah (sav) Efendimiz’in cümle varlıkların ve herşeyin evveli olarak yaratılan vücudu’dur. Ve bunu ifadeyle Hz. Resulullah;“Allah evvela benim nurumu yarattı.” buyurur. Yine bir hadisi şerifte “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden de cümle âlemleri yarattı.” beyan olunur. Ki ehli kemâl,“bu yaratılan ilk cevherin Nur-u Muhammed (sav) olduğunu ifade etmişlerdir.
Ululazim Peygamber Hz. Muhammed (sav) in varisi olan Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri meslek-i Resul’un fena mertebelerini Resulullah’ın misâl vücudundan, beka mertebele-rini ise harkulâde olarak Resulullah’ın unsur vücudundan telkin alarak irşad olmuş. Ve vücud-u Nur-u Muhammed ile de, hac dönüşünde müşerref olmuştur.
      İşte bunu ifadeyle bu beyitlerde; Pir Seyid Muhammed Nur Hazretleri Resulullah’ın bizzat telkin ve irşadına mazhar olduğun-dan, Hz. Pir’in şahsında tasnifi (düzenlenmesi) zahir olan mesleki Resul-u Melami irşadında nur-ı kevneyn, yani dünya ve ahiret sultanı Hz.Muhammed’in nur-u aydınlığının mevcut olduğunu herkes bildi buyruluyor. Ve devamla, her kim meslek-i Resul irşadına canını teslim eyleyipkurban (yakın) olursa o, mah’ın onbeşi gibi, yani ay’ın bedir dolunay haliyle tam olarak kâmilen gözükmesi gibi, Nur-u Muhammed (sav) ile nurlanıp aydınlanır, deniliyor. 

Esselâm her şecer nida kılır
Yedi iklim pir Muhammed çağırır
Geİmeseydin cümle âlem mat olur
Ateş-i aşktan bu ateş devridir

      Şecer: Ağaç, Nida:Seslenme, ünleme, anlamında olup Kur’an-ı Kerim’de;“Oraya gelince kutlu yerde bulunan vadinin sağ tarafındaki ağaçtan kendisine; ‘Ey Musa, âlemlerin rabbi olan Allah benim’ diye nida edildi.” (Kasas, 30) buyrulur.
Bu itibarla esselâm her şecer nida kılır ifadesiyle; Hz. Pir Efendimiz’in şahsında tasnifi zahir olan meslek-i Resul irşadıyla aydınlananlara her şecer(ağaç), selam ederek nida kılıp seslenir deniliyor ki, bu aynı Hz.Musa’ya ağaçtan Allah’ın konuşup nida etmesi gibidir. Her ağaçtan maksat ise kulun mazhar ve muhatap olduğu cümle tecellilerle zahir olan suretlerdir. Ki kulun her tecelli ile zahir olan suretlerde âlemlerin Rabbini müşahade etmesi, Rabbin seslenip nida kılarak kuluna selam vermesidir.
Yedi iklim: Hakk’ın yedi sıfatı subutiyesidir. Cümle âlem ise sıfatı subutiyenin esma, yani isimlerle olan zuhurudur. Çünkü cümle âlemlerin ve âlemlerdeki her varlığın aslı, Hakk’ın yedi sıfatı subutiyesidir. Ki bu sıfatların tecellisi ile hâsıl olan isimler, cümle âlemleri ve âlemlerdeki her bir varlığı oluşturur.
Her varlığın aslı olan bu sıfatlar, her yaratılanda eksik olarak var olmasına rağmen, yedi sıfatın tamamı insanda mevcuttur. Fakat her insanda sıfatların tamamı mevcut olmasına rağmen ilim sıfatı eksik, noksan olarak zuhur eder. Bundan dolayı insanlar, “nakıs (eksik) ve kâmil” olmakla iki kısımdır. 
      Buna göre, bir insanda zikri daim ve tevhidi hakiki irfanıyla İlim sıfatı kemâl ile zuhur edip açığa çıkarsa, ancak o kul insan-ı kâmil olur. Ki, zikri daim ve tevhidi hakiki irfanı Hz. Pir’in veya halifesinin meslek-i Resul irşadıyla ancak insanda zahir olup açığa çıktığından, yedi iklim olan yedi sıfat bir insanda kemal ile açığa çıkıp zahir olabilmesi için, ihtiyacı olan Pir Seyyid Muhammed Nur telkin-i irşadını arayıp çağırır, deniliyor.
Ve Allah, Hz.Muhammed (s.a.v) kulluğuna olan aşk ve muhabbetiyle cümle varlıkları yarattığı için, Hz. Pir ve halifesinin meslek-iResul telkini olan Muhammedi kulluğa erişim irşadı, cümle âlemlerin, varlıkların yaratılış ve var oluş devamlılığını sağlar. Yani meslek-i Resul irşadı var olduğu muddetçe, Allah’ın Muhammed kulluğuna olan muhabbet ve aşkı ile yarattığı her bir varlığın yaratılışı devam eder. Çünkü vücud-u Nur-u Muhammed mazharıyetine ancak, meslek-i Resul seyri süluku ile ulaşılır.
Bu itibarla Nur-u Muhammed meslek-i Resul irşadıyla açığa çıktığı için, Hz. Pir’in veya halifesi olan mürşidi kâmil’in meslek-i Resul irşadı olmaz ise Hakk’ın âşık olduğu vücud-u Nur-u Muhammed zahir olmaz. Nur-u Muhammed kulluğu olmazsa, yaratılış durur ve hiçbir şey var olamaz.
      Bunu ifadeylegelmeseydin cümle âlem mat olur, buyruluyor. Ki, Nur-u Muhammed (sav) irşadı Hz. Pir veya halifelerinin telkiniyle açığa çıkmasaydı, yaratılış durur ve cümle âlem ölü mesabesinde olup hiçbir varlık kalmazdı, demektir.





Sureti anun livâ'ul hamd durur
Dahi ruhu cennete tûbâ durur
Meyvesinin kim yise mesrur durur
Ateş-i aşktan bu ateş devridir

      Liva’ul hamd: Ahirette mahşer günü Hz.Muhammed ümmetinin altında toplanacakları bayrak,Tûba: Dallarının gölgesi her tarafı kaplayan cennet ağacı,Mesrur: Sevinmiş meramına ermiş demektir.
Buna göre, her Ululazim Peygamberin ümmeti, kendinden sonra gelen Ululazim Peygamberin zuhuruna kadar olan zaman dilimindeki tüm insanlardır. Yani Hz. Musa’nın zuhurundan Hz. İsa’nın zuhuruna kadar yaşayan tüm insanlar, Musa ümmetidir. Ve bu zaman dilimindeki insanlık Hz. Musa’ya inen kitap ve şeriat ile kulluk yaparlar. Hz. İsa’nın zuhurundan Hz.Muhammed’in zuhuruna kadar olan insanlık, İsa ümmetidir. Ve bu zaman dilimindeki insanlık Hz. İsa’ya inen kitap ve şeriat’la kulluk yaparlar. Kur’an’daki;”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab,40) beyan gereği Hz.Muhammed, cümle Peygamberlere vahyolunan sayfa ve kitabın mahiyetini içeren kuran ve şeriatıyla Peygamberlerin sonuncusu olduğu için, kıyamete kadar var olan tüm insanlık, Muhammed ümmetidir.
      Peygamberlik, Hz.Muhammed’in unsur bedeniyle bu âlemden göçmesiyle sona erdiğinden, Resulullah’tan sonra tebliğ ve irşad, Kur’an’ın hüküm ve şeriatı doğrultusunda “peygamber varisi” olan âlimler ve mürşidi kâmil veliler tarafından kıyamete kadar yapılırak devam eder. Âlimler ilmi şeriat irşadıyla, mürşidi kâmil veliler ise şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimleri irşadıyla tebliğde bulunurlar.
Buna göre, nasıl ki Ululazim Peygamber olan Hz. Musa (as.) zuhur edince ben Hz. Musa’ya değil de Hz. Nuh’a veya Hz. İbrahim’e iman ediyorum demek. Hz. İsa zuhur edince ben İsa’ya değil Hz. Musa’ya iman ediyorum demek. Hz. Muhammed zuhur edince ben Hz. Muhammed’e değil Hz. İsa’ya veya Hz. Musa’ya iman ediyorum demek küfür ve şirk ise. Zamanın mücedditi veli’nin irşad ve tebliğini bırakıp, geçmiş zamanda insanları irşad ederek aydınlatmış velâyet mürşidi kâmili olan Bahaaddin Nakşibend’in, Mevlana’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş’ın, Hacı Bayram’ın, Niyazi Mısri’nin vb.nin yolunda gidiyorum demekte, büyük gaflet ve yanlışlıktır. Çünkü her Peygamberin irşadı; evvelki cümle peygamberlerin irşad ve kamalatını içeridiği için bir kişinin, zamanın peygamberine iman etmemekle tüm Peygamberlerin irşad-ı marifetini içeren tebliğden mahrum olması gibi; zamanın müceddit veli’si ile zahir olan meslek-i Resul irşadını bırakıp, ben falanca geçmiş velinin ismi ile anılan yolda gidiyorum demek, cümle geçmiş Kâmil’in marifetini içeren irşad aydınlığından mahrum olmaktır. 
      Bu itibarla Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri zamanın velayet irşadı yapan kâmil mürşid velilerin pir-i mücedditidir. Ki şahsında meslek-i Resul âli prensipleri telkini tasnif olup düzenlenen Hz. Pir’in veya halifelerinin suretlerinde zahir olan, telkin-i irşad etrafında muhiplerin, saliklerin, âşıkların toplanması; Mahşer günü Hz. Resulullah’ın liva’ul hamd sancağının altında müminlerin toplanması gibidir, deniliyor.
Ve devamla, ruhu cennette tuba durur buyruluyor. Yani cennetteki tuba ağacının tüm müminleri gölgelendirmesi gibi, Hz. Pir veya halifelerinden zahir olan Muhammedi marifet, bu âlemde müminleri cehlin ateşinden muhafaza ederek gölgelendirir, demektir.
Meyvesini kim yese mesrur (sevinçli) olur demek ise kim meslek-i Resul-u Melami irşadı ile aydınlanırsa o, insan-ı kâmil makamına ulaşma sevinci ile dolarak mesrur / sevinçli olur demektir. Çünkü bu sevinç, aynı zamanda kul’un yaradılışının yüce maksadına ulaşmasının sevinci ile mesrur olmasıdır.

Kürse bindi âlemi davet kılır
Şeyh Hulusi kürsünün adı durur
Aşk İçinde Hilmiya daim yanur
Ateş-i aşktan bu ateş devridir

      Kürsü: Yüksekçe bir yer olup, oradan âlimler vaaz ve nasihatta bulunurlar. Şeyh Hulusi, daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi Abdülmalik Hilmi Hazretleri’nin mürşididir.
Buna göre, Müceddit Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin şahsında tasnifi düzenlemesi açığa çıkan meslek-i Resul telkin-i irşadını yapan zamanın mürşidi kâmili, Hak aşk’ı ile kendinin ve cümle âlemin nisbet varlığını fena ederek, Hak’la beka bulmak olan Muhammed (s.a.v) kulluğunun davetçisidir. Bu davet günümüzde Hz. Pir’in halifesi mürşidi kâmil irşadıyla yapılmaktadır. Ve zamanın kâmili’nin suret kürsüsünden zahir olan meslek-i Resul davet ve irşadı, Hz. Pir’in şahsında tasnifi düzenlenmesi zahir olan. Ve Hz. Pir’in bizzat Resulullah’tan gördüğü seyri süluk’un aynıdır.
Bunu beyanla, Malik Efendi HazretleriHilmi lakâbıyla; mürşidim Şeyh Hulusi’ninsureti kürsüsünden zahir olan irfanı kemalat, Pir Seyyid Muhammed Nur’un irşadı olup, ben de o irşaddan hâsıl olan ilâh-i aşk içinde daim yanarım, buyuruyor.

Hiç yorum yok: