ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Çün tecelli etti seyyid şâh-ı nûr
Her varakdan
rûy-ı dildâr görünür
Cümle mü'min
kalpleri oldu tenevvür
Ateş-i
aşktan bu ateş devridir
Seyyid şah-ı nur:Pir Seyyid Muhammed Nur
Hazretleri’leri, Rûy-ı dildar:Kalbi
hükmü altına alan sevgilinin yüzü,Tenevvür:Nurlanmak,
aydınlanmak demektir.
Hz. İsa
(as);“İnsanın
iki doğuşu vardır, biri anasından, biri de kendinden doğmasıdır. Eğer bir insan
kendinden doğmazsa, kainâtın ve mana âleminin esrarına vakıf olamaz.” buyurmuştur.
Bu itibarla ehl-i kemalin ve ehli irfanın iki yaşı vardır. Ki bir yaşı herkes
gibi bu âleme anasından doğmasıyla başlayıp bu âlemdeki ömrü boyunca devam eden
yaşıdır. İkinci yaşı ise kâmil mürşidi bulup da salik olmasıyla başlayıp,
yoklukla kavuştuğu Hakk’ın beka olan ebedi diriliği ve ölümüzlüğüyle ebediyen
devam eder. İkinci yaşın başlaması ve bekabillah ölümsüzlüğüyle devam etmesi
hep ilâh-i aşk ile olduğundan Yunus Emre Hz;
Âşık yunus
öldü diye salâ verirler
Ölenler hayvandır âşıklar ölmez,buyurur.
İşte Malik Efendi Hazretleri’de
ikinci doğuşla mazhar olunan kulluğu, Hak aşkının hararetiyle hâsıl olan ateş devri olarak ifade ediyor. Ve mana
âleminin padişahı olan Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin şahsında tasnifi açığa çıkan meslek-i
Resul-u Melami irşadıyla ikinci doğuşa
mazhar oldum. Bu mazharıyetle, İlâh-i sevgilinin güzel yüzü her varaktan(yapraktan), yani her
tecelliden gözükmesiyle beni hükmü
altına aldığı gibi, meslek-i Resul telkini irşadına iman eden cümlemüminlerin kalpleri de, ilâh-i aşk
ile tenevvür oldu. Yani, nurlandı /
aydınlandı, buyuruyor.
Sırr-ı
levlak şeş cihetden okunur
Âlemi ihya
edip buldu zuhur
Cilve-i
aşkıla oldu bu huzur
Ateş-i aşkdan bu ateş devridir
Şeş cihet:
Altı taraf, yön,Âlem-i ihya: Âlemin dirilmesi anlamında olup, Sırr-ı
levlak şeş cihetten okunur:“Levlake
levlak lema halaktul eflak – Sen olmasaydın sen olmsaydın felekleri
yaratmazdım.”(hadis-i kutsi)
Sırrı, şeş cihetten / altı yönden okunur demektir. Bu kutsi beyanında Cenab-ı
Hak, Hz.Muhammed’e (sav) hitaben iki defa “sen olmasaydın, sen olmasaydın” buyurur. Ki, bu hitabın biri sen olmasaydın suret âlemlerini yaratmazdım. İkinci hitabı isesen olmasaydın manâ âlemlerini
yaratmazdım, demektir. Suret ve manevi cümle âlemlerin yaratılmasına Hz. Resulullah’ın
sebep olması, Muhammed kulluğunu Cenab-ı Hakk’ın sevip âşık olmasındandır. Bunu
ifadeyle Kur’an’da;“…Allah onları
sever…”(Maide,54) buyrulduğu
gibi, Süleyman Çelebi Hz. Mevlid-i şerifte;
“Gel habibim (sevgilim) sana âşık
olmuşam
Cümle halkı sana ata (hediye) kılmışam”
diyor.
Bu Muhammed-i
kulluğun zuhur edip açığa çıkması, mürşidi kâmil’in zikri daim ve makamatı
tevhidin üçü fenafillâh üçü bekabillah altı makam telkini ile olur.
Çünkü meratibi tevhidin yedinci makamını hiçbir mürşid telkin edemez.
Bu itibarla her kim kâmil’in telkin
ettiği altı makamın irşadıyla aydınlanırsa o, Muhammed-i kulluğa mazhar
olarak suret ve mana yaratılışının sırrına, yani sırr-ı levlak hikmetine
ulaşır. Ki bunu beyanla, sırrı levlak şeş cihette (altı yönden)
okunur buyruluyor. Ve devamla, kâmilin telkin ettiği altı makamatı
tevhid irfanıyla müşahede ediyorum ki âlemi ihya
edip buldu zuhur, cilve-i aşkıla
oldu bu huzur deniliyor. Yani cümle
suret ve mana âlemlerinin yaratılarak hayat bulup zahir olmasının sebebi, Cenabı
Hakk’ın Hz. Muhammed’e olan aşk’ının cilvesidir, demektir.
Herkes bildi nur-i kevneyn andadır
Canı teslim eyleyip kurban olur
Onbeşin mahı
gibi pür nurdur
Ateş-i
aşktan bu ateş devridir
Herkes bildi
nur-i kevneyn andadır demek, Nur-i kevneyn:Dünya ve ahiret iki âlemin sultanı Hz.Muhammed’in
(sav) nuru, Hz. Pir’in şahsında tasnifi (düzenlenmesi) zahir olan meslek-i Resul
telkin-i irşadıyla hâsıl olur demektir. Çünkü Pir Seyyid Muhammed Nur, seyri
süluku bizzat Resulullah Efendimiz’den görmüştür. Peygamberler nebi, resul ve ululazim olmakla üç kısımdır.
Nebi Peygamberlere vahiy gelmasine rağmen,
nebiler ortaya çıkıp ben peygamberim bana vahiy geliyor gelin size tebliğ ve
irşadda bulunayım demezler. Ancak kendisine gelenlere tebliğ ve irşad’da
bulunurlar. Nebi’ler her zamanda sayıları fazla olarak var olmuşlardır. Ki
bazen, bir şehir veya ailede birkaç nebi olmuştur. Var olduğu rivayet edilen
124.000 peygamberin çoğunluğunu nebi peygamberler oluşturur.
Resul Peygamberler, daha az ve seyrek
olarak zuhur etmişlerdir. Nebi’liğe de mazhar olan resuller kendini gizlemez,
ortaya çıkıp insanlara ben Allah’ın Resuluyüm / elçisiyim beni dinleyin, diyerek
tebliğde bulunur. Hatta Resuller, bağlı olduğu şeriat çerçevesinde şavaş dahi
yaparlar.
Ululazim Peygamberler ise nebi’liğe ve resul’lüğe
mazhar olmakla beraber çok daha seyrek zuhur ederler. Ve bunlar zuhuruyla yeni
şeriat getirirler. Ululazim peygamberin getirdiği şeriat uzun yıllar devam eder
ve bunların şeriatına nebiler ve resuller tabi olup o şeriatla amel ederler. Ululazim
peygamberleri ifadeyle Kur’an’da; “Biz peygamberlerden misaklarını almıştık.
Senden de misak aldık. Nuh’tan, İbrahim’den, Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan,
bunların hepsinden kuvvetli bir sözleşmeyle misak aldık.” (Ahzab,7) buyrulur.
Ki ayette isimleri bidirilen bu peygamberler ululazim peygamberler olup,
ululazim peygamberlerin ve tüm peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir. Ve
ona vahyolan kuran ve onun şeriatı, kıyamete kadar “Âlimler peygamberlerin
varisleridir”(Hadisi şerif)
hükmü icabınca, âlimlerin velilerin tebliğ ve irşadıyla devam edecektir.
Hadisi
şerifte ifade olunan ”Peygamber varisi” âlimler de
nebilerin varisi, resullerin varisi, ululazim peygamberin varisi olmakla üç
kısımdır:
Nebi’lerin varisi olan âlimler; İslam dininin
şeriatına taalluk eden zahir ilimlerin âlimleridir.
Resul’lerin varisi olan âlimler; kâmil
mürşidlerdir. Bunu beyanla Kur’an’da;
“Biz sana tekrarlanan yedi âyeti ve şu büyük Kur’an’ı verdik.” (Hicr,87) buyrulur. Ki, burada ifade
olunan “yedi ayet,” Allah’ın yedi makamıdır. Ve bu Allah’ın yedi
makamı, mesleki resulde seyri süluk ile tahsil edilen üçü fenafillâh, dördü
bekabillâh olan yedi tevhid mertebeleridir. Ki resul peygamber varisi olanlar,
tüm peygamberler ve insanı kâmil velilerde zuhuruyla “tekrarlanan” yedi tevhid
mertebesi kemalatına, fenafillâh ve bekabillâh müşahedesiyle mazhar olan her
zamanın mürşidi kâmili’dir.
Ulul azim peygamber varisi âlimler ise müceddit
/ yenileyici olan kâmildir. Bunu ifadeyle asr-ı saadette âli prensiplere
yapılan müdahaleleri gören bazı sahabeler Resulullah Efendimize; “Ya Resulullah
seyri süluk âli prensiplerini yazalım mı?” demelerine karşılık Hz. Resulullah;
“Hayır
yazmayın her yüzyılda mücedditi yenileyicisi gelecektir.” buyurmuşlardır.
Ki bu mücedditler, (yenileyiciler) her yüzyılda zuhur ederler. Ve meslek-i Resul
âli prensiplerine, seyri süluk mertebelerine eksiltmeyle ya da
ziyadeleştirmeyle yapılan müdahaleleri, eksikleri tamamlayarak fazlalıklardan
ise arındırarak giderip, aslı üzere düzenleyip tasnif edip düzenlerler.
Bu
müceddidlerin içinden altı yüz yılda gelenleri vardır ki, bunların etkisi ve tesiri
asırlarca sürer. Mesela Resulullah’tan altı yüzyıl sonra zuhur eden “Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî” ve Şeyhül
Ekber’den altı yüzyıl sonra zuhur eden “Pir
Seyyid Muhammed Nur Hazretleri” bu mücedditlerdendir. Ve bunlar
zuhurlarıyla yaşadıkları zamanlarında ve bu âlemden göçtüklerinden sonra da
bıraktıkları eserleri ve halifeleri vasıtasıyla, gerek zahir gerek batın olarak
derin ve kalıcı tesir yaparlar.
Mesela,Selçuklu
Devletinin çöktüğü, Osmanlı Devleti’nin ise kuruluş aşamasında, “Endülüsten” (İspanya’dan)
Türk yurduna gelen Şeyhül Ekber’in
zuhurundaki kemalât, İslam dünyasına ve özellikle Türk milletinin yeniden yapılanmasına
muazzam katkılar sağlamıştır. Şeyhül Ekber Türk kültür ve irfanına, zahiren ve batınen derin ve kalıcı
tesir bırakmış, aynı zamanda Osmanlı
devletinin, kuruluş ve yükselme dönemlerinin manevi harcı olmuştur. Çünkü
Şeyhül Ekber’in yetiştirdiği halifeler, alperenler, Osmanlı devlet ricali ile
iç içe olmuş ve Osmanlının seçkinlerini irşad etmişlerdir. Bu irşad sayesinde
Muhammed’i ahlâk ile yönetildiği için Osmanlı devleti, kuruluş ve yükselme
dönemlerindeki uygulamaları ile insanların gönlünü fethetmiştir.
Bunu beyanla, Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey’in mürşidi ve kayınbabası
olan Şeyh Edebalı bir “Ahi mürşidi’dir.”
Ve ahilerin pir’i olan Ahi evran’ın vekili
halifesidir. Ahi Evran ise Şeyhül Ekber’in evlatlığı ve halifesi olan Sadreddin Konevi Hazretleri’nin hem akranı, hemde yakınıdır.
Yine Osman
Bey’in oğlu Orhan Gazi’nin devletin
başına geçmesinden hemen sonra, Muhiddin ArabîHazretleri’nin
“Füsusul Hikem” adlı eserini şerh
edenlerden Davud-i Kayserî Hazretlerini,
İznik medresesinin başına getirip baş müderris tayin etmiştir. Ve Davud-i
Kayserî’nin şerh ettiği Füsusul Hikem adlı
eser, Orhan Gazi zamanında basım
tekniği yüksek olan Hindistan’da bastırılmıştır. Osmanlının yükselmesinde ilim
ve irfânıyla çok katkısı olan Molla Fenari
Hazretleri’nin babası, insan-ı kâmil
zincirinin en ziyalı halkalarından olan Sadreddin
Konevî’nin halifelerinden dir. Sadreddin Konevî, Şeyh-ül Ekber Muhiddin
Arabî Hazretleri’nin hem evlatlığı hem de halifesidir. Ayrıca Sadrettin Konevi,
Hz. Mevlâna’nın da
mürşitlerindendir.Ve Mevlâna Hazretleri’nin vasiyeti üzerine Mevlâna’nın cenaze
namazını Sadrettin Konevî Hazretlerikıldırmıştır.
Bu itibarla on üçüncü yüzyılda ve sonrasında, İslam dünyasının ve Türk
milletinin yetiştirdiği Yunus Emre, Hacı Bektaşı Veli, Mevlana ve Niyazi Mısri
Hazeratları gibi, insanlığın yüzakı olan erenlerin ve ehli kemal’in yetişmesinde,
Şeyhül Ekber Muhiddin ArabîHazretleri’nin
tesiri pek muazzam ve yoğundur. Bu mevzu, eğer ehil araştırmacılar tarafından
eğer daha detaylı olarak araştırılırsa, Türk kültür ve medeniyetinin
oluşumuna Şeyhül Ekber’in katkıları daha iyi anlaşılır.
Velhasıl Resulullah Efendimiz’den
yaklaşık altı yüzyıl sonra selçıklu devletinin yıkılış, Osmanlı Devleti’nin ise
kuruluş esnasında zuhur eden Şeyhül Ekber Muhiddini ArabîHazretleri Osmanlı devlatinin kuruluş ve yükseliş
dönemlerinde yetiştirdiği halifelerinin faaliyetleriyle Osmanlı devletinin
manevi harcı olmuştur. Ve insanlık âlemi, Muhiddini Arabî Hazretlerinin
eserlerinden bu gün dahi yoğun bir şekilde istifadelenmektedir.
Pir
Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’de
600 yılda bir gelen mücedid / yenileyici velidir. Çünkü Şeyh-ül Ekber’den
yaklaşık 600 sene sonra zuhur etmiştir. Osmanlı
devletinin çöküş yaşadığı, Türkiye Cumhuriyetinin ise kuruluş öncesi bir
zamanda, Mısır’dan Rumeli’ye gelen
Hz.Pir’in zuhuru, gerek zahiren, gerekse batıni olarak İslam dünyasında ve Türk
milleti üzerinde devrim niteliğinde muazzam tesir ve etki meydana getirmiştir.
Ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunda manevi harç olmuştur.
Bunu beyanla; tac ve hırka giymek, çile çekip erbain çıkarmak gibi
yüzyıllardır devam eden birçok tekke geleneklerini Hz. Pir kaldırmış, bu tür
uygulamaları iptal etmiştir. Bunun nedenini soranlara ise Hz. Pir;”Bu
yüzyıl (20.yy.) ilim ve fende çok büyük inkişafların ve gelişmelerin olacağı
yüzyıldır, bu yüzyıl, ilim yüzyılıdır” demiştir.
Yine asırlardır tekkelerde tesbihat, çile ve riyazat gibi virdler olduğu
halde, bunları neden telkin etmeyip kaldırdığını kendisine soranlara Hz. Pir
özetle;“Ehli zikir ve ehli tevhidi hakiki, manevi asker’dir. Askerin ise bir
sefer / savaş zamanı vardır, bir de sulh barış zamanı vardır. Sulh zamanında
askere sağa dön, sola dön, selam şöyledir, elbise böyle giyilir, ütüsü şöyle
olur gibi eğitimler verilir. Savaş zamanında ise askere böyle eğitim verilmez
ve savaşta Asker böyle şeylerle oyalanmaz. Savaş zamanı askere en kısa yoldan
düşmanı cephede nasıl yenip alt edeceğinin eğitimi verilir. Ve silahını nasıl
kullanacağı gösterilir. İşte ilim asrı olan 20.yy. sefer (savaş) zamanı
olduğundan, manevi askerin çile, riyazat, tac, hırka vb. ile uğraşacağı zaman
değildir. Biz tekke geleneğinde bir sürü çile, riyazat gibi virdlerden sonra
ancak telkin edilen “zikri daimi,” salik’e hemen telkin ediyoruz. Sadık
olan ihvan, Daim zikir uyanıklığı ve makamatı tevhid irfanı ile maksada ulaşır.”
diye cevap vermiştir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin zahiri yönden de etki ve tesiri
muazzam olmuştur. Çünkü onun ve halifelerinin zuhuru, 19.yy. sonu ve 20.yy. başıdır.
Ve zamanın ilim ve fikir erbabı kendisine iltifat ederek, ondan istifade
etmiştir. Hz. Pir, O günkü devletin üst düzey bürokrasisinde pek tesirli
olmuştur. Şeyhülislamlar, yüksek
rütbeli paşalar, hatta zamanın padişahı olan Abdülmecid dahi, Hz.
Pir’den seyri süluk görmüştür. Zamanın ilim adamları ve seçkinleri Hz. Pir’e
intisap etiği gibi,özellikle o zamanın askeri
okullarında, Hz. Pir ve
halifelerinin tesiri ve etkisi olmuştur,
Rivayet olunur ki, Hz. Pir’in halifesi
Vehbi Efendi’ye intisab etmiş
olanlardan ‘yaklaşık 70 kadar askeri
öğrenci, o zamanki baskıcı padişaha isyan eder endişesiyle denizde boğdurmuştur.’
O tarihlerde birçok Paşa, Subay ve Asker, meslek-i Resul’e intisap etmişler.Prizren,
Üsküp, Selanik gibi askeri birlik olan şehirlerde, marşlar söyleyerek topluca
iştirak ettikleri sohbetlerde, Hz. Pir ve halifelerinin irşadı ile
aydınlanmışlardır.Bunlar birinci cihan
harbinde başta Çanakkale olmak
üzere, cephelere gönüllü olarak gidip iştirak etmişler, fedakarca hizmetler
edip gönüllü olarak şehit ve gazi olmuşlardır.
Mesela,fütursuz bir cesaret ve fadai’ce yaptığı görevle, gecenin
karanlığında boğaza deniz mayınlarını döşeyip, Haçlı donanmasını bozguna
uğratmakla Çanakkale Harbi’nin kaderini tayin ederek, harbin kazanılmasında
muazzam katkı sağlayan, “Nusret”
mayın gemisinin bazı tayfa ve çarkçı başısı, Hz. Pir’in irşadından nasipli
gazilerdir.
Zamanın Padişahı Abdülmecid, Hz.
Pir’in irşad ve uyarısı ile Limni Adasına gidip atalarının Niyazi Mısri’ye yaptıkları eziyet, sürgün ve zulümden
dolayı,‘Niyazi Mısri Hz.nin ruhaniyetinden ataları adına özür dileyerek,
türbesini tezyin etmiş ve o zamanki Rusya muharebesini kazanmıştır.’
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Müslüman kimsele-rin köle olamayacağını ve
müslümanı köle yapmanın dinen meşru olmadığını”söylemiştir. Bunun
üzerine müslüman kadın kölesi (cariyesi)
olanlar;“Böyle bir şeyi ilk defa duyduk.” demişler. Ve cariye köleleri nikâhlayarak eş yapmışlar,
müslüman köleliğine son vermişlerdir.
Hz. Pir’den seyri süluk gören Padişah
Abdülmecid, Osmanlı limanlarındaköle, insan ticareti yapılmasını yasaklamıştır.
Bu yasağın kaldırılmasını isteyen İngiliz heyetine Abdülmecid;“Allah katında seninle benimle aynı
olan, insanı Köle diye alıp satmak meşru ve reva olmaz”diyerek cevaplamıştır. Yine Osmanlıda
yenileşme olarak adlandırılan Tanzimat,
Abdülmecid zamanında ilan edilmiştir. Ki bugün bazı siyasi ve tarihçiler, Cumhuriyet’in tanzimat’la başladığını ve bu
sürecin devamıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğunu ifade ederler.
Ki Cumhuriyetin başlangıcı olan Tanzimat’ın,Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin irşadına mazhar olmuş padişah ve
kadroları tarafından ilan edilmesi çok anlamlıdır.
Kanaâtımızca, Osmanlı Devleti’nin
dağılması esnasında Çanakkale’de, Yemen’de, Filistin’de, Trablusgarp’ta, doğuda
ve nihayet kurtuluş savaşında canla başla çalışıp başkomutan olarak görev
yapan, büyük önder Gazi Mustafa Kemal
Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar.Rumelinde, Makedonya
Kosova merkezli irşad ve tebliğ yaparak yaşayan, Hz. Pir’in ve halifelerinin
irfan ve kemalat yüklü rüzgârından mutlaka tesir alıp etkilenmişlerdir. Etkilenmemeleri mümkün değildir. Çünkü
Osmanlının başkenti istanbulda, özellikle
Rumeli’nin Üsküp, Selanik, Manastır, İştip, Prizren, Priştina gibi
şehir merkezlerinde ve bunlara bağlı yerleşimlerde. ÖzellikleMakedonya bölgesinde halkın kitleler
halinde dâhil olduğu o günkü en popüler fikri akım, Hz. Pir’in şahsında zahir
olan Melamilik idi.Aynı tarihler de
aynı bölgede birer genç asker olarak yaşayan. Ve bütün felsefi akımları
yakından takip ettiği bilinen Atatürk’ün
ve Cumhuriyeti kuran kadroların, o günkü en popüler fikri akım olan
Melamiliğe kayıtsız kalmaları düşünülemez.
O kadrolar ki, Osmanlının yıkılmasıyla T.C Devleti
sınırları dışında olan halkların, gerek iltica yoluyla gerekse mübadele / nüfus
değişimleriyle T.C Devletine kabul edilmelerinde, ırk, soy farkı aramayıp,
sadece Müslüman olup olmamalarını dikkate almışlardır. Mesela; Arnavut, Boşnak, Çerkez, Gürcü, Kürt, Arap,
Laz, Pomak, Yörük, Türkmen vb. halklar içinden,‘Eşhedüenla ilahe illallah ve
eşhedüenne Muhammeden abdühu ve Resuluhu’diyen tevhid müminleri, yani
sadece Müslüman olanlar, Türk Milletini ve
Türk Milletinin aslını oluşturmuştur. Azınlık olarak isegayri Müslimler (Müslüman olmayanlar) Rum, Ermeni, Yahudi vb.leri kabul edilmiştir.
Hatta Anadolu’daki öz be öz Peçenek Türklerinden olanlar, Hıristiyan
oldukları için, nüfüs değişiminde Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Atatürk’ün
sağlığında, bugün Moldovya’da halen yaşayan, Hırıstiyan Gagavuz / Gökoğuz Türklerinin, T.C Devletine müracat
edip Türkiye’ye gelip yerleşme talepleri, hristiyan
olduklarından kabul edilmemiştir.
Bugün ağzımızı doldurarak ‘Türk
Milleti’nin nüfusunun %99’unun Müslüman olduğunu’ söylüyorsak, bu Türkiye
Cumhuriyetini kuran Atatürk ve arkadaşlarının feraset ve gayretleriyle
olmuştur. Bu itibarla Türk Milletinin aslını ve hamurunu ‘Eşhedüenla ilahe illallah ve
eşhedüenne Muhammeden abdühu ve Resuluhu’ tevhid imanı taşıyan tevhid
mümin ve müslümanları oluşturuyorsa, bu oluşumda Hz. Pir’in zuhurundaki kemalat’ın mazzam katkısı ve tesiri vardır.
Bu itibarlaPir Seyyid Muhammed
Nur Hazretleri’nin zuhurundaki marifet ve kemalat, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında
manevi harç olduğu gibi, T.C Devletinin
yaşamasında ve devamlılığında manevi harç olmaya devam etmektedir ve edecektir
de.
Hz. Resulullah Efendimiz’in unsur vücudu, misâl vücudu ve nur-u vücüdu olmakla üç vücud ile zuhur eder.
Resulullah’ın unsur
vücudu bu âlemde annesi Amine’den doğan babası Abdullah’tan olan ve 63 yıl
bu âlemde görünen beşer yönüdür.
Resulullah Efendimiz misâl
vücudunu beyanla;“Kim beni rüyasında görürse beni görmüştür
çünkü şeytan benim suretimde görünemez.” buyurduğundan, Resulullah’ın misâl
vücudu rüyada gözüken vücududur.
Vücud-u Nur-u Muhammed ise Resulullah (sav) Efendimiz’in
cümle varlıkların ve herşeyin evveli olarak yaratılan vücudu’dur. Ve bunu
ifadeyle Hz. Resulullah;“Allah evvela benim nurumu yarattı.”
buyurur. Yine bir hadisi şerifte “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden
de cümle âlemleri yarattı.” beyan olunur. Ki ehli kemâl,“bu
yaratılan ilk cevherin Nur-u Muhammed (sav) olduğunu” ifade etmişlerdir.
Ululazim Peygamber Hz. Muhammed (sav) in varisi olan Pir
Seyyid Muhammed Nur Hazretleri meslek-i
Resul’un fena mertebelerini Resulullah’ın misâl
vücudundan, beka mertebele-rini ise harkulâde olarak Resulullah’ın unsur vücudundan telkin alarak irşad
olmuş. Ve vücud-u Nur-u Muhammed ile
de, hac dönüşünde müşerref olmuştur.
İşte bunu
ifadeyle bu beyitlerde; Pir Seyid Muhammed Nur Hazretleri
Resulullah’ın bizzat telkin ve irşadına mazhar olduğun-dan, Hz. Pir’in şahsında
tasnifi (düzenlenmesi) zahir olan mesleki Resul-u Melami irşadında nur-ı kevneyn, yani dünya ve ahiret
sultanı Hz.Muhammed’in nur-u aydınlığının mevcut olduğunu herkes bildi buyruluyor. Ve devamla, her kim meslek-i Resul
irşadına canını teslim eyleyipkurban (yakın)
olursa o, mah’ın onbeşi gibi, yani ay’ın bedir dolunay haliyle tam olarak
kâmilen gözükmesi gibi, Nur-u
Muhammed (sav) ile nurlanıp aydınlanır,
deniliyor.
Esselâm her şecer nida
kılır
Yedi iklim pir Muhammed
çağırır
Geİmeseydin cümle âlem mat
olur
Ateş-i aşktan bu ateş
devridir
Şecer: Ağaç, Nida:Seslenme,
ünleme, anlamında olup Kur’an-ı Kerim’de;“Oraya gelince kutlu yerde bulunan vadinin
sağ tarafındaki ağaçtan kendisine; ‘Ey Musa, âlemlerin rabbi olan Allah benim’
diye nida edildi.” (Kasas, 30) buyrulur.
Bu itibarla esselâm her şecer nida kılır
ifadesiyle; Hz. Pir Efendimiz’in şahsında tasnifi zahir olan meslek-i Resul
irşadıyla aydınlananlara her şecer(ağaç),
selam ederek nida kılıp seslenir deniliyor ki, bu aynı Hz.Musa’ya ağaçtan
Allah’ın konuşup nida etmesi gibidir. Her ağaçtan maksat ise kulun mazhar ve
muhatap olduğu cümle tecellilerle zahir olan suretlerdir. Ki kulun her tecelli
ile zahir olan suretlerde âlemlerin Rabbini müşahade etmesi, Rabbin seslenip nida kılarak kuluna selam vermesidir.
Yedi iklim: Hakk’ın yedi sıfatı subutiyesidir. Cümle âlem ise sıfatı subutiyenin esma,
yani isimlerle olan zuhurudur. Çünkü cümle âlemlerin ve âlemlerdeki her
varlığın aslı, Hakk’ın yedi sıfatı subutiyesidir. Ki bu sıfatların tecellisi
ile hâsıl olan isimler, cümle âlemleri ve âlemlerdeki her bir varlığı
oluşturur.
Her varlığın aslı olan bu sıfatlar, her yaratılanda eksik
olarak var olmasına rağmen, yedi sıfatın tamamı insanda mevcuttur. Fakat her
insanda sıfatların tamamı mevcut olmasına rağmen ilim sıfatı eksik, noksan
olarak zuhur eder. Bundan dolayı insanlar, “nakıs
(eksik) ve kâmil” olmakla iki
kısımdır.
Buna göre,
bir insanda zikri daim ve tevhidi hakiki irfanıyla İlim sıfatı kemâl ile zuhur
edip açığa çıkarsa, ancak o kul insan-ı kâmil olur. Ki, zikri daim ve tevhidi
hakiki irfanı Hz. Pir’in veya halifesinin meslek-i Resul irşadıyla ancak
insanda zahir olup açığa çıktığından, yedi
iklim olan yedi sıfat bir insanda kemal ile açığa çıkıp zahir olabilmesi
için, ihtiyacı olan Pir Seyyid Muhammed
Nur telkin-i irşadını arayıp çağırır,
deniliyor.
Ve Allah, Hz.Muhammed (s.a.v) kulluğuna olan aşk ve
muhabbetiyle cümle varlıkları yarattığı için, Hz. Pir ve halifesinin meslek-iResul
telkini olan Muhammedi kulluğa erişim irşadı, cümle âlemlerin, varlıkların yaratılış
ve var oluş devamlılığını sağlar. Yani meslek-i Resul irşadı var olduğu
muddetçe, Allah’ın Muhammed kulluğuna olan muhabbet ve aşkı ile yarattığı her
bir varlığın yaratılışı devam eder. Çünkü vücud-u Nur-u Muhammed mazharıyetine
ancak, meslek-i Resul seyri süluku ile ulaşılır.
Bu itibarla Nur-u Muhammed meslek-i Resul irşadıyla açığa
çıktığı için, Hz. Pir’in veya halifesi olan mürşidi kâmil’in meslek-i Resul
irşadı olmaz ise Hakk’ın âşık olduğu vücud-u Nur-u Muhammed zahir olmaz. Nur-u
Muhammed kulluğu olmazsa, yaratılış durur ve hiçbir şey var olamaz.
Bunu ifadeylegelmeseydin cümle âlem mat olur,
buyruluyor. Ki, Nur-u Muhammed (sav) irşadı Hz. Pir veya halifelerinin
telkiniyle açığa çıkmasaydı, yaratılış durur ve cümle âlem ölü mesabesinde olup hiçbir varlık kalmazdı, demektir.
Sureti anun livâ'ul hamd
durur
Dahi ruhu cennete tûbâ
durur
Meyvesinin kim yise mesrur
durur
Ateş-i aşktan bu ateş
devridir
Liva’ul hamd: Ahirette mahşer günü
Hz.Muhammed ümmetinin altında toplanacakları bayrak,Tûba: Dallarının gölgesi her tarafı kaplayan cennet ağacı,Mesrur: Sevinmiş meramına ermiş
demektir.
Buna göre, her Ululazim Peygamberin ümmeti,
kendinden sonra gelen Ululazim Peygamberin zuhuruna kadar olan zaman
dilimindeki tüm insanlardır. Yani Hz. Musa’nın zuhurundan Hz. İsa’nın zuhuruna
kadar yaşayan tüm insanlar, Musa ümmetidir. Ve bu zaman dilimindeki insanlık
Hz. Musa’ya inen kitap ve şeriat ile kulluk yaparlar. Hz. İsa’nın zuhurundan
Hz.Muhammed’in zuhuruna kadar olan insanlık, İsa ümmetidir. Ve bu zaman
dilimindeki insanlık Hz. İsa’ya inen kitap ve şeriat’la kulluk yaparlar. Kur’an’daki;”Muhammed
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve
nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab,40) beyan gereği
Hz.Muhammed, cümle Peygamberlere vahyolunan sayfa ve kitabın mahiyetini içeren
kuran ve şeriatıyla Peygamberlerin sonuncusu olduğu için, kıyamete kadar var
olan tüm insanlık, Muhammed ümmetidir.
Peygamberlik, Hz.Muhammed’in unsur bedeniyle bu âlemden göçmesiyle sona
erdiğinden, Resulullah’tan sonra tebliğ ve irşad, Kur’an’ın hüküm ve şeriatı
doğrultusunda “peygamber varisi” olan âlimler ve mürşidi kâmil veliler
tarafından kıyamete kadar yapılırak devam eder. Âlimler ilmi şeriat irşadıyla, mürşidi kâmil veliler
ise şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimleri irşadıyla tebliğde
bulunurlar.
Buna göre, nasıl ki Ululazim Peygamber
olan Hz. Musa (as.) zuhur edince ben Hz. Musa’ya değil de Hz. Nuh’a veya Hz.
İbrahim’e iman ediyorum demek. Hz. İsa zuhur edince ben İsa’ya değil Hz.
Musa’ya iman ediyorum demek. Hz. Muhammed zuhur edince ben Hz. Muhammed’e değil
Hz. İsa’ya veya Hz. Musa’ya iman ediyorum demek küfür ve şirk ise. Zamanın
mücedditi veli’nin irşad ve tebliğini bırakıp, geçmiş zamanda insanları irşad
ederek aydınlatmış velâyet mürşidi kâmili olan Bahaaddin Nakşibend’in, Mevlana’nın,
Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş’ın, Hacı Bayram’ın, Niyazi Mısri’nin vb.nin yolunda
gidiyorum demekte, büyük gaflet ve yanlışlıktır. Çünkü her Peygamberin irşadı;
evvelki cümle peygamberlerin irşad ve kamalatını içeridiği için bir kişinin,
zamanın peygamberine iman etmemekle tüm Peygamberlerin irşad-ı marifetini
içeren tebliğden mahrum olması gibi; zamanın müceddit veli’si ile zahir olan
meslek-i Resul irşadını bırakıp, ben falanca geçmiş velinin ismi ile anılan
yolda gidiyorum demek, cümle geçmiş Kâmil’in marifetini içeren irşad
aydınlığından mahrum olmaktır.
Bu itibarla Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri zamanın velayet irşadı
yapan kâmil mürşid velilerin pir-i mücedditidir. Ki şahsında meslek-i Resul âli
prensipleri telkini tasnif olup düzenlenen Hz. Pir’in veya halifelerinin suretlerinde zahir olan, telkin-i irşad
etrafında muhiplerin, saliklerin, âşıkların toplanması; Mahşer günü Hz. Resulullah’ın
liva’ul hamd sancağının altında
müminlerin toplanması gibidir, deniliyor.
Ve devamla, ruhu cennette tuba durur buyruluyor. Yani cennetteki tuba ağacının tüm müminleri
gölgelendirmesi gibi, Hz. Pir veya halifelerinden zahir olan Muhammedi marifet,
bu âlemde müminleri cehlin ateşinden muhafaza ederek gölgelendirir, demektir.
Meyvesini
kim yese mesrur (sevinçli) olur demek
ise kim meslek-i Resul-u Melami irşadı ile aydınlanırsa o, insan-ı kâmil
makamına ulaşma sevinci ile dolarak
mesrur / sevinçli olur demektir.
Çünkü bu sevinç, aynı zamanda kul’un yaradılışının yüce maksadına ulaşmasının
sevinci ile mesrur olmasıdır.
Kürse bindi âlemi davet
kılır
Şeyh Hulusi kürsünün adı
durur
Aşk İçinde Hilmiya daim
yanur
Ateş-i aşktan bu ateş
devridir
Kürsü: Yüksekçe bir yer olup, oradan âlimler vaaz
ve nasihatta bulunurlar. Şeyh Hulusi,
daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi Abdülmalik Hilmi
Hazretleri’nin mürşididir.
Buna göre, Müceddit Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin
şahsında tasnifi düzenlemesi açığa çıkan meslek-i Resul telkin-i irşadını yapan
zamanın mürşidi kâmili, Hak aşk’ı ile kendinin ve cümle âlemin nisbet varlığını
fena ederek, Hak’la beka bulmak olan Muhammed (s.a.v) kulluğunun davetçisidir.
Bu davet günümüzde Hz. Pir’in halifesi mürşidi kâmil irşadıyla yapılmaktadır.
Ve zamanın kâmili’nin suret kürsüsünden zahir olan meslek-i Resul davet ve
irşadı, Hz. Pir’in şahsında tasnifi düzenlenmesi zahir olan. Ve Hz. Pir’in
bizzat Resulullah’tan gördüğü seyri süluk’un aynıdır.
Bunu beyanla, Malik Efendi HazretleriHilmi lakâbıyla; mürşidim Şeyh Hulusi’ninsureti kürsüsünden zahir olan irfanı kemalat,
Pir Seyyid Muhammed Nur’un irşadı olup, ben de o irşaddan hâsıl olan ilâh-i aşk içinde daim yanarım, buyuruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder