ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
"Keyfe's-sebilü fike"ya zel cemil
"în etâke heze'l alil
Arapça olan bu beyit:Ya cemil / ey
bütün güzelliklerin sahibi, sana giden, sana varıp ulaşan yol nicedir /
nasıldır” anlamındadır. Ki bu mevzu hakkında Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimiz; “Allah’a
giden yol, halkın nefesleri adedincedir.” buyurmuşlardır.
Bu yeryüzü olan imtihan âlemindeki insanın
varlığı her an alıp verdiği nefesi ile devam ettiğinden bir kimse, nefes alıp
verdiği müddetçe diridir. Nefes alıp vermesi kesildiği zaman o kimse ölür. Ki
şahsımızı ayakta tutan nefeslerin ehemmiyet ve önemini ifadeyle ehl-i kemâl; “Kul’un
nefes alıp vermesi yemek yemekten, su içmekten daha kıymetli gıdadır. Çünkü
insan yemeden 50-60 gün yaşayabildiği gibi, su içmeden 6-7 gün yaşayabilir.
Fakat insan nefes alıp vermeden ancak 3-5 dakika yaşayabilir.” demişlerdir.
Buna göre beyitteki ‘ya cemil / ey
bütün güzelliklerin sahibi, sana giden sana varıp ulaşan yol nicedir /
nasıldır’ sorusuna cevaben; “Allah’a giden yol, halkın nefesleri
adedincedir” hadisi şerif hikmeti gereğince bu yol, kul’un en kıymetli
gıdası olan nefeslerini zikri daim’le alıp vermesidir, deriz.
Bu itibarla insan nefeslerini, meslek-i Resul
telkini olan her nefeste zikri daim ile alıp verirse, o kişinin nefesleri Rabbine
vuslat yolu (tariki) olur. Ki bu aynı zamanda kul’un, Kur’an kaynaklı tarikat
ilmini tahsil ederek tarikat ehli olmasıdır. Çünkü tarikat yol demektir ve
her nefeste zikri daim cemil, yani tüm güzelliklerin sahibi olan Rabbin katına”
kul’u ulaştıran yol’dur / tarik’dir. Vesselam.
"Eyekün
ileyke's-sebil
Ve entel-mevcudü fikülli
şey'in bi'd delil
“Sen, her şeyde delillerle
mevcut olduğun halde, sana giden yol çokmudur?” buyruluyor. Ki Cenab-ı
Hakk’ın cümle varlık ve eşyadaki delilleri, Hakk’ın filleri / işleri, isimleri
ve sıfatlarıdır. Ve her kim mesleki
resul’u melamiye seyri sulukuna mazhar olursa o kimse, cümle fiil’lerde
fail, cümle isim’lerde müsemma, cümle sıfat’larda ise mefsuf olan Rabbi’ni
müşahade ederek Rabbi’ne vasıl olur.
"Külli mevcudun
"bilâ tebdil
Mazhar-ı nûrike ya Celil
“Bütün mevcudat bila
tebdil (değişmeksizin) senin nuruna mazhardır ya celil” deniliyor. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da;
“Allah
göklerin ve yerlerin nurudur…”
(Nur, 35) buyrulur. Bu itibarla ey celil, ey tüm güzellikleri kendinde
toplayan ve tüm güzelliklerin sahibi olan Allah, cümle mevcudatı oluşturan
varlıklar senin nur’u zatı’na mazharıdır. Ve tüm varlıklardaki aydınlık, senin
nur’u zatı’nın apaçık parıldamasıdır, buyruluyor.
Ve's-suveri esmai ve delil
Bikülli mazharı
ente'z-zâhirü ya cemiI
“Suretler
ve isimlerin hepsi, tamamı senin varlığına delildir, sen bunlarda zahir olup
cemal-i güzelliklerini zahir ederek açığa çıkarırsın ya cemil, ey tüm
güzellikleri kendinde toplayan Allah,”
buyruluyor. Ki cümle mevcudatı oluşturan varlıklar, Allah’ın celal ismi
tecellisinin tesiriyle Allah’ın cemalini, yani güzel yüzünü örterek perdeler.
Ve bu perde, rabbin cemalinin kul tarafından müşahede edilmesine engel olur.
Şöyle ki; Allah’ın celal ve cemal tecellileri ana isimlerdendir. Ve
bu iki ana ismin tesiri geniş olduğu için zuhura gelen diğer isimleri etkiler.
Yani açığa çıkan her isim, ya celal ya da cemal etkisinde olur. Buna göre mudil ismi, celal ismi tesirindeki
isimlerdendir ki Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; ”...Mudil isminin baş mazharı
iblistir.” diyor. Bu itibarla her kim mudil ismi tecellisine mazhar
olursa o kimse, gaflete düşerek cehaletle iblis ile arkadaş olur. Ki bunu
ifadeyle Allah’u taalâ;“Kim Rahman’ın zikrini görmezlikten gelip ondan
uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de ona can yoldaşı olur. Bu
şeytanlar onları yoldan saptırırlar...” (Zuhruf, 36-37) buyurur. Bu itibarlacelal tesirindeki mudil ismi
mazharıyetiyle gaflete düşerek iblisle arkadaş olan insanın cehalet ve dalaleti
o kişiye perde olduğu için, o insan her tecellide delilleriyle zahir / apaçık
olan Rabb’in cemali’ni, yani güzel yüzünü müşahede edemez.
Fakat meslek-i Resul seyri süluku olan zikri daim ve tevhidi hakiki
keşfi irfanı ile cümle fiil, isim ve sıfat tecellisinde fail, müsemma ve mefsuf
olan Hakk’ın zatı’na kavuşmuş olan arif ve kâmil insana celal tecellisi perde
olmadığından onlar, her tecellide rabbin cemalini müşahede ederek, rabbin
cemaliyle zevklenirler.
İşte bunu beyanla Malik Efendi Hz; ‘Suretlerin ve isimlerin hepsi tamamı senin
varlığına delildir, sen bu suret ve isimlerde cemal-i güzelliklerini zahir
ederek açığa çıkarırsın ya cemil, ey güzellikleri kendinde toplayan ve tüm
güzelliklerin sahibi olan Allah,’ diyor.
Ente'n-nuru ve misbâhu ve
fetil
Ve'I-küllü biziyaike hari
akil
“Sen nursun,
misbahsın, (fenersin) fitilsin, akıllı kul için sen her şeyde apaçık ışıldayıp
ziya saçarsın” deniliyor. Ki bu beyitte ifade olunan manaya işaretle Kur’an’da;“Allah, göklerin ve yerin Nur'udur.
Onun nurunun örneği sanki bir mişkât, içinde bir misbah (fener), misbah
bir fitil’de / sırçada sanki inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da
batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından tutuşturulur; Yağı
hemen neredeyse ateş dokunmasa bile ziya / ışık verir. Nur üzerine nurdur o.
Allah, dilediğini kendi nuruna hidayet buyurur. Ve insanlara örnekler verir.
Allah her şeyi bilmektedir.” (Nur, 35) buyrulur.
Bu ayeti Kerim’de, Allah’ın yerlerin ve göklerin nur’u
olmasını, fener / lambâ misaline benzetilerek, fenerin içindeki fitilin
yanmasıyla etrafına ışık saçıp aydınlatması gibidir deniliyor. Buna göre;
fenerin fitili Allah’ın zatı’nı, fener Allah’ın sıfatlarını, fenerin ışık
saçarak aydınlatması ise Allah’ın fiilllerini ifade eder. Ki her şeyin aslı
hakikatı, Allah’ın zatıdır. Ve her şey Allah’ın zatı ile var olur. Ayette ifade
edilen fenerin fitili, fener ve fenerden açığa çıkan ışığın varoluşu; Cenab-ı
Hakk’ın zat’ından sıfatlarına, sıfatlarından fiillerine tecelli ederek,
fiilleri ile cümle âlemlerde ve varlıklarda zahir olup açığa çıkmasıdır. Bu
itibarlatüm varlıklarda açığa çıkan fiilullah “nur”dur. Ve her fiil, fail olan zat nur’unu açığa çıkardığı için, Allah “Nur üzerine nurdur.”
Her fiilullah nurunda, fail olan nur-u zatı müşahede etmek,
“nur
üzerine nur’u” müşahade irfanıdır. Ve bu irfan, inci mücevher gibi
değerli kıymetli olup, yıldız gibi insanlığa yol gösteren mürşidi kâmil’in
irşadında zahir olur. Ve kâmil, “doğuya batıya nisbet olunmayan,”
yani doğuyla batıyla sınırlanamayan hudutlanmayan “bereketli zeytin ağacı”
gibidir. Çünkü kâmil; illa şu aşiretten, bu soydan veya falanca coğrafyadan
olacak gibi değerlerle sınırlanamaz, kayıtlanamaz demektir.
Ayette,
mürşidi kâmil’in irşad-ı aydınlığını ifadeyle ise; “Bu ağacın yağı neredeyse
dokunmasa bile ışık saçar”
olarak ifade ediliyor. Ki talep eden bir kul, muhakkak zamanın mürşidi kâmiline
ulaşıp onu bulur. Ve kâmili bulan insanda, kâmilin meslek-i Resul âli
prensipler telkini olan zikri daim ve tevhidi hakiki keşfi irfanı ile insan-ı
kâmil marifeti hâsıl olur.
Fakat insanı
kâmil marifetine, aklı maaş ve aklı maad ile erişilemez. Çünkü aklı maaş
dünyaya taalûk edip dünya maişet ve geçimiyle ilgili akıldır. Aklı maad;
ahiretteki amel cenneti nimetleriyle kulluğunu kayıtlayarak, bu cennet
nimetleri için yapılan kulluğun aklıdır. Aklı kâmil kulluğu ise, gayrıyetten
arınmış ve daima Hak’la olup her tecellide Hakk’ı müşahade eden kulluğun aklı
olduğundan, insan-ı kâmil marifetine ulaşmak için aklı kâmil gereklidir.
Bunu beyanla beyitte; “sen nursun misbahsın (fenersin) fitilsin, kâmil Akıllı olanlar
tarafından sen, her şeyde ziyalı ve ışıldayarak apaçık müşahade edilirsin,’ buyruluyor.
Leyse leke şey'in biâdil
Fi'l - adedi leyse kesirun
ve kalil
“Senin şanında adaletsizlik
olmadığı gibi, azlık ve çoklukta olmaz.” deniliyor ki, azlık, çokluk ve adaletsizlik yaratıcı
olan Allah’a değil, yaratılan ve aciz olan kullara ait değerlerdir. Bu itibarla
tüm noksanlıklardan ve eksikliklerden münezzeh ve arınmış olan Allah, azlık ve
çokluktan arınmış olduğu gibi adil’dir, Allah adaletsizlik yapmaz. Adaletin
zıddı ise zulümdür ve adaletin olmadığı her yerde zulüm olur. Ki zalimlikte,
aynı azlık çokluk gibi, yaratılan aciz kullara mahsus değerlerdendir.
Kad zehera sirruke fl'l-ezel
Ve Fena Mâlik fi lem yezel
“Senin sırrın ezelde
açığa çıktı, fena olan Malik’tir, ezel olup zeval bulmayan / sonu olmayan
sensin.” Buyruluyor
ki, ezel başlangıcı olmayan
evvellik, lem yezel ise, varlığı
devamlı, sürekli ve baki olup zevâl bulmayan demektir.
Buna
göre,kıdem ve bekâ Allah’ın zatı’nın sıfatlarındandır. Ki kıdem; Allah’ın zatı’nın ezel-i olup evvelinin başlangıcının
olmamasıdır. Bekâ ise; Allah’ın
zatı’nın nihayetinin / sonunun olmamasıdır ki, bunu ifadeyle kur’an’da; “Yeryüzündeki
herkes / her şey fanidir, yokluktadır. Celal ve ikram sahibi olan
Rabbinin vechi / yüzü baki’dir.” (Rahman, 26-27) buyrulur. Varolan her şey Hakk’ın zatı ile
varolduğundan, eğer cenab-ı Hak cümle yaratılmışlardan zat-ı mevcudiyetiyle
ayrılmış olsa geriye ne kalır? Hiçbir şey kalmaz. Bu itibarla her şey dediğimiz
cümle varlıklar, Hakk’ın zatı ile var olurlar. Ve Hakk’ın zatı mevcudiyeti, her
şeyin aslı olmakla her şeyin ezeli olduğu için cenab-ı Hak, lem yezel’dir. Yani Allah, zat-ı
mevcudiyetiyle devamlı, sürekli, sonu olmayan ve zeval bulmayan “baki’”dir.
Bunu
beyanla Malik Efendi Hz;“Senin zatı’nın
ezel sırrı her şeyin evveli olmakla açığa çıktı, kendine nisbetle varlığı fena
(yokluk) olan Maliktir” diyor. Ve devamla,‘ezel olup başlangıcı olmayan ve yaratılan herşeyin evveli olan zat-i varlığın lem yezel’dir, yani zeval bulmayan /
sonu olmayan ve sürekli baki’dir.’ diyor. Her şeyi en iyi ancak Allah
bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder