23 Şubat 2016 Salı

Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım
Melâmet deryada hayret içre kaldım

      Bahr-i aşk: Aşk denizi, Gevher: Mücevher,Melâmet deryası:Meslek-i Resul-u Melamiirşadı olan zikri daim, fenafillâh ve bekâbillâh mertebelerinin okyanus gibi marifet ve kemâlat zenginliği manasınadır.
      Buna göre ilâh-i aşk’ın denizine dalmakla nisbet varlığımı aşk denizinde gark ederek fena ettim. Ve fena’ya / yokluğa ulaşmış kulluğumla nice mücevher gibi kıymetli olan Hak tecellilerine mazhar oldum. Fakat bu tecelliler içinde, melâmet deryasının marifet ve kemâlat zenginliği beni hayrete eriştirdi, demektir.
      Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz; “Allah’ım benim hayretimi arttır” buyurmuşlardır. Çünkü kul’u hayrete eriştiren melâmilik, mesleki resul telkininde fenafillâh olmak ve Hz.Muhammed (s.a.v ) ahlâkıyla ahlâklanmak olarak tarif edilir. Ki bu tarifteki melâmet, cümle peygamberlerde ve insanı kâmil velilerde zahir olan müşterek kulluk neşesidir.  
      Bu itibarlainsanlığa tebliğ ve irşad’da bulunmuş tüm peygamberlerin ve insanı kâmil olan evliyanın tamamı Melamiliğe mazhar olup, hepsinin fenafillâha erişmiş kulluklarında nur-u Muhammed (s.a.v) zahir olmuştur. Bunu ifadeyle Prizrenli Hacı Ömer Lütfü Hz;

“Lütfü ihsanı hüdâdan olmasınmı müstefis
 Zübde-i fahri risalettir Melâmi zümresi” diyor.

Ki bu ifade, tüm insanığın iftiharı olan hidayeti nuru Muhammed tebliğ ve irşadı yapan gerek peygamber elçilerinin, gerek velâyet elçilerinin tebliğ ve irşadında zahir olan zübde’nin / öz’ün, melâmet olmasının beyanıdır.    
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım, melâmet deryada hayret içre kaldım, buyuruyor. Yani ilâh-i aşk’a mensub olmakla birçok kıymetli hikmete nail olduğum gibi, melâmet deryasındaki (denizindeki) fenafillâh ve bekâbillâh mertebeleri marifetiyle, velâyet ve nübüvet ruhaniyeti zenginliğinin hayretine daldım, demektir.

Gemiler yürürler envâ-ı metâ ilen
Nerden geliyorlar ben de soramazdım

      Enva-ı metâ:Türlü çeşitli kıymetli mallar demektir. Gemi’den maksat ise manevi ehl-i beyt / evlad-ı Resul olan tevhidi hakiki ehilleridir. Bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz; “Benim ehl-i beytim Nuh’un gemisi gibidir, her kim onlara sığınırsa tufandan kurtulur” buyurmuştur. Zamanın mürşidi kâmilinden meslek-i Resul’u Melami seyri süluku olan zikri daim ve makamatı tevhid irşadına mazhar olan her salik, “gizli şirk” tufanından kurtularak Hz. Resulullah’ın, Nuh’un gemisi dediği manevi ehl-i beyt’e mensub olur. Ki her kim manevi ehl-i beyt ile yakınlık kurar arkadaş olursa o kimse, Resulullah’ın ümmeti için korktuğu “gizli şirk” “tufanından kurtulur.”
Bu itibarla gemilerin denizde çeşitli kıymetli mallarla yürüyüp yüzmesi demek; Manevi ehl-i beyt olan ehl-i aşkın ve arifi billâh’ın zikrullah uyanıklığı ve tevhid (bir’lik) keşfi irfanı gibi kıymetli cevher mazhariyetiyle, ilâhi sevgilinin güzelliğini sergilediği kâmilin meclisine yürüyüp, o mecliste zahir olan ilâh-i sevgilinin güzelliğini müşahede ahengiyle keyiflenmeleridir.   
      Bunu beyanla, arif-i billâh kâmil-i mürşid Süleyman Kolari Hz. şöyle bir misâl verdi; “Topraktan kendiliğince kayanayıp çıkan su vardır ki, bunlara bazı yörelerde kaynak veya ayazma denir. O kaynaktan su içmek için çok eğilmek gerektiğinden kaynak suyunu içmek zahmetli olduğu gibi, su içerken üst başın, yani elbiselerin çamura bulaşması ihtimâli de vardır. Kim ki, çiftçlik tarım vb. iş ile uğraşıyorsa onun elbisesinin çamurlanması önemli olmadığından o kimse, bu kaynaktan hiç zahmet çekmeden eğilip suyu kana kana içerek susuzluğunu giderir. Fakat kıymetli beyaz renkli elbiseleri olan ve at üstünde yolculuk yapan bir kimse kaynağı görmesine rağmen, attan inip atı bir yere bağlama zahmetini ve kıymetli beyaz elbisesinin çamura bulaşma ihtimalini düşünerek, attan inmez ve kaynaktan su içemeden suya ihtiyacı olmasına rağmen, susuz olarak yolculuğuna devam eder.” dedi. Ve devamla, “zamanın kâmil mürşidi susuzluğun giderildiği kaynak gibidir. Ki namı, yüksek mevki ve makamı olmayan ünvansız kimseler, mürşidi kâmili bulduklarında hemen tevazuyla tenezzül edip onun irşadına kolaylıkla teslim olurlar. Fakat bazı ünvanı mevki ve makamı yüksek olanlar ve âlimler, kâmil’in marifet ve kemâlatını görmelerine rağmen ünvanları, makamları, şan ve şöhretleri engel olduğundan mürşidi kâmile tevazu gösteremez tenezzül edip eğilemezler. Ve kâmilin irşadından mahrum olarak ömür yolculuğunu yaparlar.” buyurdular.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Gemiler yürürler envâ-ı metâ ilen, nerden geliyorlar ben de soramazdım diyor. Yani manevi ehlibeyt olan zamanın mürşidi kâmilinin ehl-i aşk ve ehl-i irfandan oluşan meclisini. Ve o meclisteki tevhid (bir’lik) deryası gibi zengin ve çok kıymetli marifet ve kemâlat kaynağını gördüğüm halde, gururum ve cehlim engel olduğu için kâmil’e yanaşıp müşküllerimi soramazdım diyerek Malik Efendi Hz; mürşidi kâmile intisab etmeden önceki ahvâlini beyan ediyor.

Çıktı aklım baştan yedi eflâk geçti
Beni benden sorsan haber veremezdim

     Eflâk: Felekler, âlemler anlamındadır. Ehl-i kemal; “Aklı maaş, aklı mead ve aklı kül / kâmil olmakla aklın üç mertebesi vardır.” demişlerdir.
Aklı maaş; nefsin yani kişinin dünya maişet ve geçimine yöneliktir.
Aklı mead; ahirette nefsin cehennem azabından korunup, amel cenneti nimetleriyle lezzetlenmesine yöneliktir.
Aklı kül / kâmil ise; Cenab-ı Hak’tan gayrıya yönelmeyen ve Rabbin vuslatına ermiş olan akıldır. Ki gerek aklı maaş gerekse aklı mead mazharı olan bir insan, Hak’tan gafletle kendine nisbetle varlığının olduğunu zanneder.
      Buna göre, beyitte yedi eflâk olarak ifade edilen yedi felekler, her insanın yaratılışından mazhar olduğu; hayat, ilim, irade, kudret, işitmek, görmek ve kelâm olan yedi sıfatlardır. Ve her insanda var olan bu sıfatların mefsufunun, yani bu sıfatlarla sıfatlananın Allah olduğunu Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayet beyan etmesine rağmen, aklı maaş ve mead olan insan, cehaletle bu sıfatları kendinin zannederek mefsufluğu kendine nisbet eder. Fakat her kim zamanın kâmili mürşidinin irşadı olan zikri daim ve tevhidi sıfat makamı keşfi irfanıyla aklı kâmile yükselip terakki ederse o, cehaletle kendine nisbet ettiği yedi sıfatı fena ederek, yedi sıfatta mefsufun Allah olmasını müşahade eder.
      İnsanın kendine nisbetle yedi sıfatı fena ederek bunları Allah’a nisbet etmesi, aklı maaş ve aklı mead anlayışlarını terk etmesiyle mümkün olduğu için, çıktı aklım başımdan deniliyor. Yani maaş ve meada yönelik olan akıl ve anlayışım başımdan gitti demektir. Ve devamla, yedi eflâk geçtim buyruluyor. Ki insanın tevhidi sıfat makamı keşfi irfanıyla, yedi sıfatı kendine nisbet etmeyi terk edip Allah’a nisbet etmesi, yedi eflâk’tan geçmesidir.
      Bu itibarla tevhid-i sıfat keşfi irfanına erişen bir kul, musalla taşında yatan bir ceset mesabesinde olur. Ki cesette göz var görmez, kulak var işitmez, el var tutmaz, ayak var yürümez vs. neden? Çünkü cesette olan yedi sıfatı subutiye artık cesetten ayrıldığı için cesede bir şey sorsan duymaz, bir cevap bir haber veremez. 
      Bunu beyanla Malik Efendi; Çıktı aklım baştan yedi eflâk geçti, beni benden sorsan haber veremezdim diyor. Yani kâmil’in tevhidi sıfat telkini irşadıyla yedi sıfatı subutiyenin mefsunun yüce Allah olduğunu keşfettiğimden, cehalet ve gafletle sıfatları kendime nisbet eden aklı anlayışım başımdan gitti. Ve ben bir cesed gibi kaldığımdan kendimi dahi ifade edemem, demektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da;“…şüphesiz / kuşkusuz Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nahl, 74) buyrulur.

Mevc-i derya çoşdu melâhiler saldı
Yalnız, bir kaldı ehad dedi âdem

      Mevc-i derya:Deniz’in dalgaları, Melâhiler: Cünbüşler, eğlenceler anlamındadır. Ki Niyazi Mısri Hz;

“Saldın şikâre (Av’a) çün beni
Âdem olup bulam seni” buyurur.

Bu beyan bize insanın yeryüzü olan bu imtihan âlemde yaratılmasındaki yüce gayenin, âdem-i yokluk ile Cenab-ı Hakk’ı bulup Hakk’a kavuşmak olduğunu ifade ediyor. Ki bunu beyanla Malik Efendi Hz; melâmet denizi dalgalandı, tevhid-i zat keşfi irfanıyla âdem (yokluk) olan kulluğum, ehad / tek olan zat’a kavuşup vasıl oldu, buyuruyor.     

Mülk sahibi kimdir hitab etti kahhâr
Kendi cevab verir benîm Hayy u Kayyûm

Kur’an-ı Kerim’de; Bu gün mülk kimindir? Vahid ve kahhar olan Allah’ındır…” (Mü’min, 16) buyrulur ki;Vahid, bir, eşi, benzeri, cüz’ü, parçası olmayan.Kahhar, kahretmeye muktedir ve her an mutlak galip olan, demektir. Yine Kuran-ı Kerim’de, “Allahu lâ ilâhe illâ hu vel Hayy’ül Kayyum / Allah’tan başka ilah yok, Hayy’dır O, sürekli / daim diridir Kayyûm’dur…” (Bakara, 255) beyanı vardır. Ki “Hayy u kayyum” demek, Allah’ın “Hay” oluşu, yani Allah’ın diriliğinin / hayatının sürekli ve kesintisiz olması gibi Allah’ın “Kayyum,” yani Allah’ın mevcudatta ezelden ebede daima var olmaklıkla tecelli etmesidir.
      Dikkat edilirse bu ilâhinin şah / son beyitinde Malik EfendiMalik, ya da Hilmi ismini / lâkabını kullanmıyor. Çünkü kulun bekâbillâh’a ulaşıp bekâ mertebelerinin marifetine erişmesi, kulun Hakk’ın bekâsıyla bekâ bularak Hak’la var olmasıdır.
      Bu itibarla bekâbillah’ın Cem mertebesi, kesreti halkı / halk çokluğunu batın, Hakk’ı zahir müşahede olduğu için, Hakk’ın “Bu gün mülk kimindir?” sorusuna, yine “Vahid ve Kahhar” ismiyle Cenab-ı Hak kendi cevaplıyarak “benim” demesi beyan ediliyor. Ve devamla, bekabillâhın Hazretül-cem mertebesi müşahede-siyle Hak batın, kesreti halk zuhurunda ise kesintisiz sürekli olarak Hakk’ın “Hay” / diri olduğu ifade ediliyor. Yine bekabillâhın Cemmül-cem mertebesi müşahadesiyle de gerek evvel, gerek ahir, gerek batın, gerekse zahir tecellisiyle Allah’ın Kayyûm, yani cümle varlık ve mevcudatta ezelden ebede daim olmaklıkla, Allah’ın varlığı kaimdir deniliyor. Çünkü bekâbillâh mertebelerinin tamamının mahiyeti, Allah’ın ebedi sonu olmayan baki tecellilerini müşahede marifet ve kemalatıdır.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi, bu beytin son iki satırında kendi isim ve lâkabından hiç bahsetmeden, mülk sahibi kimdir hitab etti kahhâr, kendi cevab verir benîm Hayy u Kayyûm diyerek, Mümin suresinin 16. veBakara suresinin 255. ayetlerinin leddûni hikmetleriyle, bekâbillâh mertebelerini beyan ediyor. Allahuâlem.

Hiç yorum yok: