8 Şubat 2016 Pazartesi

Gey zahl eid maarif mektebinde dur

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Gey zahl eid maarif mektebinde dur
Oku ilmi ki bir nokta bu kesretidir

      Zahid:Dinin zahiri ile meşgul olmayı yegâne kemâlat zannederek, sakal bırakıp hicaz fistanı giymek gibi şekil suret düzmeyi, gece gündüz fazla ibadetler yapmayı kulluğuna gaye edinen kimsedir,Maarif mektebi:İrfan mektebi, Nokta: Kalemi hareket ettirmeden kâğıdın üzerine bırakıldığında meydana gelendir,Kesret: Çokluk demektir. Buna göre mektepler / okullar üç kısımdır:
Birincisi: Çocuklara okuma yazma gibi temel bilgilerin öğretildiği ilköğretim ve dengi okullardır.
İkincisi: Meslek-i bilgilerin öğretildiği ve ihtisas yapılarak doktor, mühendis, öğretmen, vb. gibi uzmanlık tahsil edilen yüksekokul, fakülte vb.leridir.
Üçüncüsü:Maarif mekteb-i olan mekteb-i irfandır ki, mekteb-i irfanda harflerin, rakamların ve cümle eşyanın ve insanın kendi aslı hakikatı öğretilir. İrfan/maarif mektebi zamanın kâmil mürşidinden ve meclisinden hâsıl olan irşad aydınlığı olup, kâmil olan mürşidin telkin-i irşadı olan zikri daim uyanıklığı ile Hakk’ın zat-ı vahdeti’ne/zat bir’liğine vuslat irfanıdır. 
      Bunu beyanla Kur’an’da;“Onlara âyetlerimizi âfâklarında ve enfûslarında göstereceğiz. Ta ki onun hak olduğu, kendilerine ayan beyan/apaçık belli olsun.” (Fussılet,53)buyrulur. Ayette ifade edilen enfus’tan maksat kul’un kendisidir. Afaktan maksat ise kul’un kendinin harici olan cümle âlemdir. Enfus ve afakta gösterilecek olan ayetler’denmaksat ise kul’un kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Allah’ın fiilleri, sıfatları ve zat’ı olup bunları kulun şuhut ederek görmesidir.
İşte maarif mektebinden, yani kâmil ve meclisinden hâsıl olan irşad, kul’un nefsinde/kendinde ve afakında cümle tecellide mevcut olan Hakk’ın fillerini, sıfatı subutiyesini müşahade ve vahdet-i zat’a vuslat irfanıdır. Ki bu irşada mazhar olan bir kimse, enfusunda (kendinde) ve afakında (kendinin haricindeki cümle âlemde) müşahade ettiği her fiilde fail, her sıfatta mefsuf olan Hakk’ın zatı’na kavuşur. Ki Hakk’ın zat’ı, kesret-i (çokluğu) oluşturan her zuhur ve tecellinin aslıdır. Bu aynı noktanın cümle harflerin, rakamların ve çizilen şekillerin aslı ve başlangıcı olması gibidir.
      Daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi nokta, kalemi oynatmadan kâğıdın üzerine bırakıldığında meydana gelendir. Ve her rakam harf ve şeklin öncesi ve aslı nokta olup her harf, rakam ve şeklin noktadan açığa çıkıp zahir olması gibi, cümle tecelliyle zahir olan kesretin aslı vahdet-i zat’tır. Bunu ifadeyle Hz.Ali (kv);“İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.”demiştir. İşte, kul’un yaratılışının yüce gayesi; cümle kesretin aslı olan Hakk’ın zatı’na vuslat edip kavuşarak, tevhid-i zat (zat bir’liğinin) keşfi irfanıyla “bir’le bir” olmasıdır.
      Bu itibarlaancak maarif mektebinde tahsil edilen tevhidi hakiki ilmi irfanı kul’u zat-ı vahdet’e (zat birliğine) ulaştırdığından; gel ey zahid kişi, şekil suret düzerek, kendini teşhir etmekle yaptığın kulluğu bırakta maarif/irfan mektebine dâhil ol. O zaman noktailmi’ne arif olup, nokta’dan cümle harflerin rakamların ve şekillerin meydana gelmesi gibi Hakk’ın, vahdet-i zatın’dan kesretin zahir olduğunu müşahade edersin, buyruluyor.

Muallim hem Muhammed Mustafadır bil
Hakikat dersimiz ilm-i ledündür

Muallim:Öğretmen, ilim öğreten, mürşid, demektir, İlm-i ledün:Mana ilmi olarak ifade edilldiği gibi, dinin batınına yönelik olup şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerini cem eden tevhid-i hakiki ilmi irfanıdır.
Kur’an’da ilm-i ledün şöyle ifade olunur;“Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik. Musa ona dedi ki; sana öğretilen ilmi / rüştü / kemalatı bana da öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?” (Kehf, 65-66) bu ve benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi ilm-i ledün, Allah katından lütfedilen bir rahmettir. Allah’ın katından rahmet vererek ilm-i ledünlütfettiği kul’un iseHızır olduğunda ehli kemâl ittifak etmişlerdir. Ki Hızır, ilm-i ledün mazharı olan zamanın kâmil mürşidi’dir. Hızır’ın her zaman sağ mevcut olması ise kâmil mürşid’in her zamanda, günümüzde ve kıyamete kadar yeryüzünde var olup irşadı ile insanlığı aydınlatmasıdır.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Kur’an şeriat, tarikat, hakikat, marifet ilimleri ve yedi makam üzere inmiştir”buyurur ki, ilm-i ledün irşadı Kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinin irşadını içerdiği için, Malik Efendi Hazretlerihakikat ilmini tahsil dersimiz, ilm-i ledündür, diyor.
Hz. Pir; “Hidayetin baş mazharı Hz.Muhammed (sav) dir, onun temsilcileri ise âlimler ve kâmil mürşiddir” diyor. Ki gerek peygamberlerin gerekse velilerin tüm zamanlarda yaptıkları hidayet tebliği ve irşadında hidayet-i Nur-u Muhammed zahir olduğundan, o tebliğ ve irşadda hidayetin baş mazharı olan Muhammed Mustafa muallimdir, mürşiddir. Ki bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Mürşidi âlem Resulullah (sav) Efendimizdir.”buyurur.
Yine Hz.Resulullah;“Ben Allah nurundan müminlerde benim nurumdan yaratıldı.”buyurmuşlardır. Ki cümle Peygamberler hidayet-i Nur-u Muhammed (sav) mazharı olup, tüm Peygamberler tebliğ ve irşadlarını hidayet-i Nur-u Muhammed mazhariyeti ile yaptıkları gibi, cümle velâyet tebliği yapan İnsan-ı kâmil veliler’de, hidayet-i Nur-u Muhammed mazhariyetiyle irşad ve tebliğde bulunurlar. Bu itibarlameslek-i Resul telkin ve irşadı yapan mekteb-i irfandaki kâmil’den ve meclisinden hâsıl olan irşad’da, hidayet-i Nur-u Muhammed zuhuru hâkim ve galiptir.
Ki bunu ifadeyle mekteb-i irfandaki hidayet tebliğ ve irşadında Muallim hem Muhammed Mustafa olup, tahsil ettiğimiz Hakikat dersi ise ilmi-i ledündür, deniliyor.

Melâikeler bu esrarı bilemezler
Bu fen ki ilm-i esmai talimdendir

Kur’an-ı Kerim’de; “Bir zamanlar Rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz." Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim."”Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz."”Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alîm'sin, herşeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîm'sin, herşeyin bütün hikmetlerine sahipsin."”Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların isimlerini." Âdem onlara onların isimlerini haber verince, Allah şöyle buyurdu: "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim."”O vakit biz meleklere, "Âdem'e secde edin" demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. (Bakara, 30...34) buyrulur.
      Bu ve benzeri ayet beyanlarından anlaşıldığı gibi melekler, tüm âlemlerin isimlerini ve kendi mazharıyetlerini bilemezler ancak rabbin emrine itaat ederler. Ki bu da meleklerin Âdem-i kemâlattan ve makam-ı insandan aşağı bir yaratılış olduklarını, fakat Rabbin emrine riayet/itaat ettiklerini gösteriyor. Meleklerin halkiyetleri / yaratılışları nakıs (eksik) bir yaradılış olduğu için, melekler makâm-ı insana yani insanı kâmil makamına erişemezler.
      Âdem’in allemel esmayı / âlemlerin tümünün isimlerini bilmesi” ve meleklere kendi mazharıyetlerinden haber vermesi, Âdem’in tevhid-i hakiki irfanı olan fenafillâh ve bekâbillâh makamlarının müşahadesiyle gerek Hakk’a ait isimlerle, gerekse halka ait isimlerle açığa çıkan cümle tecelliye ârif olmasındandır. Ki Âdem mazhar olduğu irfan ve kemâlat ile meleklere, meleklerin kendi mazhariyetlerinden haber verince; kendilerinde olmayan böyle bir irfân ve kemâle melekler boyun eğerek secde ettiler.” bunu ifadeyle Melâikeler bu esrarı bilemezler, bu fen ki ilm-i esmai talimdendir buyruluyor.

Gönül kitabını oku azizim
Ehad sırrı anun içre masundur

      Ehad sırrı: Teklik sırrı, Masun: Korunan, Gönül kitabını okumak:Kul’un kendini/nefsini tanıyıp okuması demektir.
Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de; “Oku kitabını; bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin/öz benliğin yeter.” (İsra,14)buyrulduğu gibi, Hz. Resulllah Efendimiz; “kendini bilen Rabbı’nı bilir” diyor. Ki bir kimsenin kendi kitabını okuyabilmesi için muhakkak mürşidi kâmil’in irşadına ihtiyaç vardır. Ki ancak kâmil’in irşad-ı aydınlığı ile kul kendi kitabını okuyup, kendindeki ve cümle âlemdeki her tecellide mevcut olan Hakk’ın zat-ı teklik sırrı olan ehad sırrına arif ve vasıl olur.
Bu itibarlakul’un gönül kitabını yani kendini okuyup kendine arif olması irfanında ehad sırrımasundur (korunur), buyruluyor.

Okundı "vema rameyte' eya Hilmi
Sebak aldın gice gündüz uyan dur

“Vema rameyte/sen atmadın”: Enfal 17 ayeti olup, Sebak: ders demektir.
Bedir harbinde Hz.Resulullah Efendimiz bir avuç toprak alıp müşriklerin üzerine attı ve müşriklerin gözleri görmez olup görüşleri bu mucize ile engellendi. Ve müşrikler, sayıca çok üstün olmalarına rağmen mağlup olup bedir harbini kaybettiler. Ve harbi kazanan gaziler, ben şu kadar, ben bu kadar müşrik öldürdüm diyerek kendi aralarında konuştular. Bunun üzerine vahiy geldi ve “Felem taktuluhum ve lakinnellahe katelehum ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnallahe rama ve li yubliyel mü’minine minhu belaen hasena innellahe semiun âlim. / Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü onları. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. Müminleri güzel bir imtihanla denemek için yaptı bunu, Allah; işitendir, bilendir.” (Enfal, 17) ayeti nazil oldu. Ve bu ayetle müminlere, harpte öldürülüp katledilenleri siz değil Allah katletti; Hz. Resulullah Efendimize ise müşriklerin üzerine toprağı sen atmadın Allah attı buyruldu.
Çünkü Allah zat’ı ile kul’un her fiilinde fail, her sıfatında mefsuf, vücudunda ise mevcuttur. Böyle olunca kul’a ancak yokluk kalır. Ki kul’un yokluğunda Allah nasıl fail, nasıl mefsuf ve nasıl mevcut olduğuna arif olabilmek için, mekteb-i irfanda tevhid-i hakiki dersini tahsil etmek gerekir. 
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri, Hilmi mahlâsı ile “ve ma rameyte / attığın zaman sen atmadın” okundu ey Hilmi, sen sebak / ders aldığın tevhidi hakiki keşfi irfanıyla gece gündüz, yani gerek vahdet gecesi, gerek kesret gündüzü tecellilerinde mevcut olan Hakk’ın zatı’na kavuşup vasıl olmak için uyanık dur / uyanık ol, diyor.

Hiç yorum yok: