ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Gey zahl eid maarif
mektebinde dur
Oku ilmi ki bir nokta bu
kesretidir
Zahid:Dinin zahiri ile meşgul
olmayı yegâne kemâlat zannederek, sakal bırakıp hicaz fistanı giymek gibi şekil
suret düzmeyi, gece gündüz fazla ibadetler yapmayı kulluğuna gaye edinen
kimsedir,Maarif mektebi:İrfan
mektebi, Nokta: Kalemi hareket
ettirmeden kâğıdın üzerine bırakıldığında meydana gelendir,Kesret: Çokluk demektir. Buna göre mektepler / okullar üç kısımdır:
Birincisi: Çocuklara okuma yazma gibi temel bilgilerin öğretildiği
ilköğretim ve dengi okullardır.
İkincisi: Meslek-i bilgilerin öğretildiği ve ihtisas yapılarak doktor,
mühendis, öğretmen, vb. gibi uzmanlık tahsil edilen yüksekokul, fakülte
vb.leridir.
Üçüncüsü:Maarif mekteb-i olan mekteb-i irfandır
ki, mekteb-i irfanda harflerin, rakamların ve cümle eşyanın ve insanın kendi
aslı hakikatı öğretilir. İrfan/maarif mektebi zamanın kâmil mürşidinden ve
meclisinden hâsıl olan irşad aydınlığı olup, kâmil olan mürşidin telkin-i
irşadı olan zikri daim uyanıklığı ile Hakk’ın zat-ı vahdeti’ne/zat bir’liğine
vuslat irfanıdır.
Bunu beyanla Kur’an’da;“Onlara âyetlerimizi âfâklarında
ve enfûslarında göstereceğiz. Ta ki onun hak olduğu, kendilerine ayan
beyan/apaçık belli olsun.”
(Fussılet,53)buyrulur. Ayette ifade edilen enfus’tan
maksat kul’un kendisidir. Afaktan maksat ise kul’un kendinin
harici olan cümle âlemdir. Enfus ve afakta gösterilecek olan ayetler’denmaksat
ise kul’un kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Allah’ın fiilleri, sıfatları ve
zat’ı olup bunları kulun şuhut ederek görmesidir.
İşte maarif mektebinden,
yani kâmil ve meclisinden hâsıl olan irşad, kul’un nefsinde/kendinde ve
afakında cümle tecellide mevcut olan Hakk’ın fillerini, sıfatı subutiyesini
müşahade ve vahdet-i zat’a vuslat irfanıdır. Ki bu irşada mazhar olan bir
kimse, enfusunda (kendinde) ve afakında (kendinin haricindeki cümle
âlemde) müşahade ettiği her fiilde fail, her sıfatta mefsuf olan Hakk’ın
zatı’na kavuşur. Ki Hakk’ın zat’ı, kesret-i
(çokluğu) oluşturan her zuhur ve tecellinin aslıdır. Bu aynı noktanın cümle harflerin, rakamların ve
çizilen şekillerin aslı ve başlangıcı olması gibidir.
Daha evvelki beyitlerin açıklamasında
ifade edildiği gibi nokta, kalemi oynatmadan kâğıdın üzerine bırakıldığında
meydana gelendir. Ve her rakam harf ve şeklin öncesi ve aslı nokta olup her harf,
rakam ve şeklin noktadan açığa çıkıp zahir olması gibi, cümle tecelliyle zahir
olan kesretin aslı vahdet-i zat’tır. Bunu ifadeyle Hz.Ali (kv);“İlim
bir nokta idi cahiller onu çoğalttı.”demiştir.
İşte, kul’un yaratılışının yüce gayesi; cümle kesretin aslı olan Hakk’ın
zatı’na vuslat edip kavuşarak, tevhid-i
zat (zat bir’liğinin) keşfi irfanıyla “bir’le bir” olmasıdır.
Bu itibarlaancak maarif mektebinde tahsil edilen tevhidi hakiki ilmi
irfanı kul’u zat-ı vahdet’e (zat birliğine) ulaştırdığından; gel ey zahid kişi, şekil suret düzerek,
kendini teşhir etmekle yaptığın kulluğu bırakta maarif/irfan mektebine dâhil ol. O zaman noktailmi’ne arif olup, nokta’dan cümle harflerin rakamların ve
şekillerin meydana gelmesi gibi Hakk’ın, vahdet-i
zatın’dan kesretin zahir olduğunu müşahade edersin, buyruluyor.
Muallim hem
Muhammed Mustafadır bil
Hakikat
dersimiz ilm-i ledündür
Muallim:Öğretmen, ilim öğreten, mürşid, demektir, İlm-i ledün:Mana ilmi olarak ifade edilldiği gibi, dinin batınına
yönelik olup şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerini cem eden tevhid-i
hakiki ilmi irfanıdır.
Kur’an’da ilm-i ledün
şöyle ifade olunur;“Orada
kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik. Musa ona dedi ki; sana öğretilen ilmi
/ rüştü / kemalatı bana da öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?”
(Kehf, 65-66) bu ve
benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi ilm-i ledün, Allah katından lütfedilen bir rahmettir. Allah’ın katından
rahmet vererek ilm-i ledünlütfettiği kul’un iseHızır olduğunda ehli kemâl ittifak etmişlerdir. Ki Hızır, ilm-i ledün mazharı olan zamanın
kâmil mürşidi’dir. Hızır’ın her zaman sağ mevcut olması ise kâmil mürşid’in her
zamanda, günümüzde ve kıyamete kadar yeryüzünde var olup irşadı ile insanlığı
aydınlatmasıdır.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Kur’an şeriat, tarikat, hakikat, marifet
ilimleri ve yedi makam üzere inmiştir”buyurur ki, ilm-i ledün irşadı Kur’an
kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat
ve marifet ilimlerinin irşadını
içerdiği için, Malik Efendi Hazretlerihakikat
ilmini tahsil dersimiz, ilm-i
ledündür, diyor.
Hz. Pir; “Hidayetin baş mazharı
Hz.Muhammed (sav) dir, onun temsilcileri ise âlimler ve kâmil mürşiddir”
diyor. Ki gerek peygamberlerin gerekse velilerin tüm zamanlarda yaptıkları hidayet
tebliği ve irşadında hidayet-i Nur-u Muhammed zahir olduğundan, o tebliğ ve
irşadda hidayetin baş mazharı olan Muhammed
Mustafa muallimdir, mürşiddir. Ki bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Mürşidi âlem Resulullah (sav) Efendimizdir.”buyurur.
Yine Hz.Resulullah;“Ben
Allah nurundan müminlerde benim nurumdan yaratıldı.”buyurmuşlardır. Ki
cümle Peygamberler hidayet-i Nur-u Muhammed (sav) mazharı olup, tüm Peygamberler
tebliğ ve irşadlarını hidayet-i Nur-u Muhammed mazhariyeti ile yaptıkları gibi,
cümle velâyet tebliği yapan İnsan-ı kâmil veliler’de, hidayet-i Nur-u Muhammed
mazhariyetiyle irşad ve tebliğde bulunurlar. Bu itibarlameslek-i Resul telkin
ve irşadı yapan mekteb-i irfandaki kâmil’den ve meclisinden hâsıl olan
irşad’da, hidayet-i Nur-u Muhammed zuhuru hâkim ve galiptir.
Ki bunu ifadeyle mekteb-i irfandaki
hidayet tebliğ ve irşadında Muallim hem Muhammed Mustafa olup, tahsil ettiğimiz
Hakikat dersi ise ilmi-i ledündür, deniliyor.
Melâikeler
bu esrarı bilemezler
Bu fen ki
ilm-i esmai talimdendir
Kur’an-ı Kerim’de; “Bir zamanlar Rabbin meleklere:
"Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım." demişti de onlar şöyle
konuşmuşlardı: "Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi
atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz."
Allah şöyle dedi: "Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi
bilmekteyim."”Ve Âdem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere
göstererek şöyle buyurdu: "Hadi, haber verin bana şunların isimlerini,
eğer doğru sözlüler iseniz."”Dediler ki: "Yücedir şanın senin. Bize
öğretmiş olduğunun dışında bilgimiz yok bizim. Sen, yalnız sen Alîm'sin,
herşeyi en iyi şekilde bilirsin; Hakîm'sin, herşeyin bütün hikmetlerine
sahipsin."”Allah buyurdu: "Ey Âdem, haber ver onlara onların
isimlerini." Âdem onlara onların isimlerini haber verince, Allah şöyle
buyurdu: "Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en
iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en
iyi biçimde bilmekteyim."”O vakit biz meleklere, "Âdem'e secde
edin" demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş,
kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. (Bakara, 30...34) buyrulur.
Bu ve benzeri
ayet beyanlarından anlaşıldığı gibi melekler, tüm âlemlerin isimlerini ve kendi
mazharıyetlerini bilemezler ancak rabbin emrine itaat ederler. Ki bu da
meleklerin Âdem-i kemâlattan ve makam-ı insandan aşağı bir yaratılış
olduklarını, fakat Rabbin emrine riayet/itaat ettiklerini gösteriyor.
Meleklerin halkiyetleri / yaratılışları nakıs (eksik) bir yaradılış olduğu
için, melekler makâm-ı insana yani insanı kâmil makamına erişemezler.
Âdem’in “allemel
esmayı / âlemlerin tümünün isimlerini bilmesi” ve meleklere kendi
mazharıyetlerinden haber vermesi, Âdem’in tevhid-i hakiki irfanı olan fenafillâh ve bekâbillâh makamlarının müşahadesiyle
gerek Hakk’a ait isimlerle, gerekse halka ait isimlerle açığa çıkan cümle
tecelliye ârif olmasındandır. Ki Âdem mazhar
olduğu irfan ve kemâlat ile meleklere, meleklerin kendi mazhariyetlerinden
haber verince; kendilerinde olmayan böyle bir irfân ve kemâle melekler boyun
eğerek “secde ettiler.” bunu ifadeyle Melâikeler bu esrarı bilemezler, bu fen ki
ilm-i esmai talimdendir buyruluyor.
Gönül
kitabını oku azizim
Ehad sırrı
anun içre masundur
Ehad sırrı: Teklik sırrı, Masun: Korunan, Gönül kitabını okumak:Kul’un kendini/nefsini tanıyıp okuması
demektir.
Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de; “Oku
kitabını; bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin/öz benliğin yeter.” (İsra,14)buyrulduğu gibi, Hz. Resulllah
Efendimiz; “kendini bilen Rabbı’nı bilir” diyor. Ki bir kimsenin kendi
kitabını okuyabilmesi için muhakkak mürşidi kâmil’in irşadına ihtiyaç vardır.
Ki ancak kâmil’in irşad-ı aydınlığı ile kul kendi kitabını okuyup, kendindeki
ve cümle âlemdeki her tecellide mevcut olan Hakk’ın zat-ı teklik sırrı olan ehad sırrına arif ve vasıl olur.
Bu itibarlakul’un gönül kitabını yani kendini okuyup kendine arif olması irfanında ehad sırrımasundur (korunur),
buyruluyor.
Okundı
"vema rameyte' eya Hilmi
Sebak aldın
gice gündüz uyan dur
“Vema
rameyte/sen atmadın”: Enfal 17 ayeti olup, Sebak:
ders demektir.
Bedir harbinde Hz.Resulullah Efendimiz bir
avuç toprak alıp müşriklerin üzerine attı ve müşriklerin gözleri görmez olup
görüşleri bu mucize ile engellendi. Ve müşrikler, sayıca çok üstün olmalarına
rağmen mağlup olup bedir harbini kaybettiler. Ve harbi kazanan gaziler, ben şu
kadar, ben bu kadar müşrik öldürdüm diyerek kendi aralarında konuştular. Bunun
üzerine vahiy geldi ve “Felem taktuluhum ve lakinnellahe katelehum
ve ma rameyte iz rameyte ve lakinnallahe rama ve li yubliyel mü’minine minhu
belaen hasena innellahe semiun âlim. / Siz öldürmediniz onları, Allah öldürdü
onları. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. Müminleri güzel bir imtihanla
denemek için yaptı bunu, Allah; işitendir, bilendir.” (Enfal, 17) ayeti nazil oldu. Ve bu
ayetle müminlere, harpte öldürülüp katledilenleri siz değil Allah katletti; Hz.
Resulullah Efendimize ise müşriklerin üzerine toprağı sen atmadın Allah attı
buyruldu.
Çünkü Allah zat’ı ile kul’un her fiilinde
fail, her sıfatında mefsuf, vücudunda ise mevcuttur. Böyle olunca kul’a ancak
yokluk kalır. Ki kul’un yokluğunda Allah nasıl fail, nasıl mefsuf ve nasıl
mevcut olduğuna arif olabilmek için, mekteb-i irfanda tevhid-i hakiki dersini
tahsil etmek gerekir.
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri, Hilmi
mahlâsı ile “ve ma rameyte / attığın
zaman sen atmadın” okundu ey Hilmi, sen
sebak / ders aldığın tevhidi hakiki
keşfi irfanıyla gece gündüz, yani
gerek vahdet gecesi, gerek kesret gündüzü tecellilerinde mevcut olan Hakk’ın zatı’na kavuşup vasıl olmak için uyanık dur / uyanık ol, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder