18 Şubat 2016 Perşembe

Ders-i Ahmed gördü bugün cümle-i ihvanımız



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN



Ders-i Ahmed gördü bugün cümle-i ihvanımız
                        "Lâ fetâ illa Ali" dir dersimiz yaprağımız

      Ders-i Ahmet:Hz. Resulullah Efendimizin Ahmed isminin dersi anlamında olup, “Lâ fetâ illa Ali / Ali’den başka fethedici yoktur”hadisi şerifinin beyanıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin birçok vasıf ve lakabı olmakla beraber Kur’an’da beyan olunan Ahmet, Muhammed, Mustafa ve Mahmut isimleri leddun-i mana ve hikmetler içerir. Buna göre Ahmet; fena’ya / yokluğa erişmiş ve vahdet-i Hak zuhurundaki Resulullah’ın batın kulluğudur. Ve Ahmet, Hz. Peygamber Efendimiz’in ilmi hakikattaki ismidir.
      Bu beyitte, ilmi hakikat’ın davetçisi olan zamanın mürşid-i kâmil’inin teveccüh açmasıyla, Hz. Resulullah’ın Ahmed isminin remzettiği hakikat irfanına mazhar olan ihvanların, “Lâ fetâ illa Ali – Ali’den başka fethedici yoktur” hadisi şerifininleddun-i manasıyla irşad olup aydınlandıkları beyan ediliyor.Ki, evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi Hz. Ali velâyet makamının imamıdır. Fetih ise, açmak ve açılma anlamlarına gelir. Bu itibarla Kur’an’ın “Şirkten başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisa,48-116) “… Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman,13) ayetleri ve Hz. Resulullah’ın “Ümmetimin gizli şirkinden korkarım” (hadisi şerif) beyanlarındaki affedilmeyen,büyükzulüm” ve Hz.Resulullah’ın ümmeti için korktuğu gizlişirk”ten kul’u, ancak ve ancak velâyet keşfi irfanı kurtarıp insanı kâmil makamına ulaştırdığı için, Hz.Ali’nin imam olduğu velayet keşfi irfanı yegâne fethedicidir. Yani velâyet marifetinin fethi haricindeki hiçbir kemalat kulu gizli şirk’ten arındırıp insan-ı kâmil makamına eriştiremez demektir.
      Bunu beyanla hakikatın davetçisi olan kâmil mürşid’in teveccüh açıp yaptığı telkin’le, ders-i Ahmed olan, ilmi hakikatirşadını gördü bugün cümle-i ihvanımız, deniyor. Ve devamla"Lâ fetâ illa Ali- Ali’den başka fethedici yoktur" Hadisi şerif sırrı hikmeti, ilmi hakikattaki dersimiz’in yaprağıdır(mahiyetidir), buyruluyor.       

                        Bulmuşuz bâb-ı vücudu ten içine girmişiz
                        Cümle aza okudu "Iâ fetâ takatimiz"

      Bab-ı vücud:Vücud kapısı, Takat: Kuvvet, kudret, “La feta takatimiz” ise kudretimiz / kuvvetimiz fethedildi, cehaletle kendimize nisbet ettiğimiz takatı kuvvetimiz kalmadı fena oldu, demektir.
Buna göre, zikri daim ile gafletten uyanmış olan bir salikin, tevhid mertebelerinin evvelkisi olan tevhid-i ef’al makamı telkinine mazhar olması onun, vahdet-i vücud kapısını bulmasıdır. Ki bir kul’un, her işin / fiil’in faili olan Allah’tan gayrı müşahade etmemesi, tevhid Bir liğine, Hakk’ın vahdet-i vücudu dâhiline / içinegirmesidir.
Kul’un cümle azalarının “lâ feta takadımız” okuması ise; tüm takatın yani kuvvet ve kudretin Allah’a ait olduğunu kul’un müşahade etmesidir. Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de; “…İşlerin tümü Allah’ındır.” (Ra’d,31) başka bir ayette ise; “…Sizi de fiilinizi de yaratan Allah’tır.”(Saffat,96) buyrulur. Bu ve benzeri ayetlerden anlaşılacağı gibi hiçbir kimsenin kendine ait fiili olmayıp, tüm oluş ve fiillerin (işlerin) faili Allah’tır. Ki, bir fiilin meydana çıkması için kuvvete ihtiyaç vardır, hiç bir fiil ve oluş kuvvetsiz, takatsız meydana gelmez. Ve her yerdeki herkesteki tüm kuvvetin, takatın Allah’a ait olduğunu beyan ile kur’an’da; “… Bütün kuvvetin Allah’ın elinde olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını (şimdiden) idrak etseler ” (Bakara, 165) buyrulur. Ki, imanın şartlarından birisi de, “hayır ve şerrin Allah’ın kudretiyle meydana geldiğine iman etmektir. Çünkü hayır ve şer dediğimiz de bir “iş ve oluş”olup,  “Allah’ın kudreti” yani takatı ile meydana gelir.
    Bunu ifadeyle kâmili mürşidin tevhid-i ef’al telkinine mazhar olmakla bulmuşuz vahdet-i vücud (vücut bir’liğinin) babını / kapısını. Cümle işlerin faili olan Allah’tan gayrı müşahade etmemekle de, Hakk’ın vahdet-i vücudu dâhiline / içine girmişiz. Ve kendimize nisbet ettiğimiz cümle azamızdaki kuvvet ve takatın, Allah’a ait olduğunun müşahadesiyle de "lâ fetâ takatimiz” irfanı fethine mazhar olduk, demektir.
                       
                        Ali Haydar'dan içip bir bade meyi zevkile
                        Mest u sekran oldular hem cümle uşşakımız

      Ali Haydar: Hz.Ali’dir. Hz.Ali’nin lakabı olan Haydar, arslan anlamına geldiği gibi her zaman diri ve sağ olmak anlamını da ifade eder. Bir bade mey: Bir kadeh içki, Mestu sekran: Sarhoş olup kendinden geçmek, Uşşak: Âşıklar demektir.
Bu itibarlaAli haydar’dan bir bade meyi zevkle içmek, Hz.Ali’nin imamı olduğu velâyet telkini irşadını yapan ve yeryüzünde her zaman sağ ve mevcut olan mürşidi kâmil’in, irşadı içkisiyle keyiflenip zevklenmektir. Mestu sekran olmak ise, kâmil’in velâyet makamlarından tevhidi sıfat makamını telkin etmesiyle Hak âşıklarının ruhani keyif ve ilâh-i zevklereulaşarak, mazhar oldukları sıfatların mefsufunun Allah olduğunu müşahadeyle, kendine nisbet ettiği sıfatlarını fena / yok ederek Hak âşıklarının kendinden geçmeleridir.
      Bunu beyanla; her insanın mazhar olduğu ve cehaletle kendine nisbet ettiği Allah’ın sekizsıfat-ı subutiyesi hayat, ilim,  irade, kudret, kelam, görmek, işitmek, tekvindir (yaratmaktır). Ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet vardır. Ve bunlardan bazıları şu ayetlerdir: Hayat sıfatı için,“Allah’tan başka ilah yok, Hay’dır O, sürekli / daim diridir...” (Bakara,255) İlim sıfatı için,“De ki, ilim ancak Allah’ın indindedir / katındadır..” (Mülk,26) Görme ve işitme sıfatı için,“…kuşkusuz / şüphesiz O’dur semi / işiten, O’dur basir / gören.” (Mü’min,56) İrade sıfatı için,“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz…” (İnsan,30) Kelam sıfatı için,“…Allah Musa'ya kelime kelime söz söylemişti.” (Nisa,164) Kudret sıfatı için,“Bütün kuvvetin Allah’ın elinde olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını (şimdiden) idrak etseler.” (Bakara,165) Tekvin sıfatı için,“O’nun işi bir şeyi yapmak / yaratmak istediğinde ol der, o şey de oluverir.” (Yasin,82) ve …iş ve oluşun tümü Allah’ındır.” (Ra’d,31) İşte bu ve benzeri ayetlerle Allah’a ait olduğu beyan edilen bu sekiz sıfat, Allah’ın zatı ile sabit olduğundan aşınmaz, eskimez, değişmez olduğu için subuttur (sabittir). Kul’un kendisi ve cümle âlemler ve âlemlerdeki her bir yaratılış bu sıfatlar mazharıyetiyle var olur. Ve cümle yaratılanlarda bu sıfatlar mevcut olduğundan bu sıfatlar her nerede var olup zuhur etmişse, o sıfatların mevsufu (sıfatlananı) Allah’tır.
      Bunu beyanlaHz. Ali’nin imamı olduğu velâyet irşadıyla her zaman yeryüzünde haydar (diri ve sağ) olan mürşidi kâmil’in; velâyet makamlarından bir bade meyi, yani aşk makamı olan tevhid-i sıfat makamını telkin etmesiyle salikler, Hak âşıklığına terakki ederek yükseldiler. Ve ilâh-i aşkın tesiriyle mest u sekran olup cümle sıfatları kendine nisbet etme cehlinden kurtulan âşıklar, cümle sıfatta mefsuf olan ilâh-i sevgiliyi müşahade ettiler, demektir.

                        Virdimizi tan ediptir zahidân u abidân
                        "Lâ fetâ illâ Ali" çün dediler ahbabımız

      Zahid:Sakal bırakmak, şalvar veya hicaz fistanı vb. kıyafetler giyip dindarlığını teşhir ederek dinin sadace zahiri ve şekli ile meşgul olmayı kemalat zanneden kişidir. Abid: İbadet eden, kulluk yapan manasına olup, beyitte ifade edilen Abidan ise: dinin zahirine / dış yüzüne ait ibadetleri yapmakla beraber din’in, aşk muhabbet gibi leddun-i, batın yönü ile ilgisi olmayan kimselerdir. Tan; beğenmeyerek kötülemek demektir. 
      Bu itibarlamelâmet neşesine ve kemâlatına mensub olan arif ve ehl-i kemâl’in, ne eksik ne fazla olarak Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayetle beraber, ilim ve zikir meclislerine dâhil olmalarını. Onlardaki ilim ve irfanı tenkid eden zahid ve abid kimseleri beyan’la Malik Efendi; virdimizi / ahvalimizi beğenme-yen zahidler ve abidler bize tan ediyorlar. Onlar bizi beğenmeyerek tan ede dursun, bizim ahbabımız olan mürşidi Kâmil’in tevhid-i zat makamını telkin etmesiyle biz;"Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka fethedici yoktur" hadisi şerifinin hikmeti sırrına eriştik. Ve Hz. Ali’nin imam olduğu velâyet irfanı fethiyle, (açılımıyla) “affedilmeyen,”“büyük zulüm” ve “vücut günahı”olan “gizli şirk” ten arınıp kurtulduk, diyor.
Ki, daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber Efendimiz İbni Abbas’a hitaben; “Vücudun en büyük günahtır. Onunla hiçbir günah kıyas edilmez.”buyurmuşlardır.


                        Giymişiz çünkü melâmî hırkasını hem şalını
                        Ol hakikat şehridir seyranımız meydanımız

      Hırka:Vücuda giyilen elbise, Şal: Baş’a bağlanan atkı vb. demektir.Melami şalı’nı takmak, fenafillâh keşfi irfanıyla yokluğa ulaşmış kulun seyrinde, yani bakış ve nazarında zat-ı vahdetten / zat bir’liğinden gayrı müşahade etmemesidir.Melami hırkasını giymek; kul’un tüm davranış ve ahvaliyle Hz. Resulullah Efendimiz'in ahlak ve tabi’atı’na bürünmesidir.Hakikat şehrini seyran etmek ise; Hz. Peygamber Efendimiz’in Ahmed ismi hikmetince yokluğa / fenaya ulaşmış ve Hak zuhurunda batın kalan kulun, cümle tecellilerde Hakk’ı seyredip hep Hak’la beka / ebediyet bulmasıdır.     
      Bu itibarla kâmil’in meslek-i Resul âli prensipler telkin-i irşadıyla yokluğa / fenaya erişen kulluğumuz, Melami hırkasını hem şalını giyerek ahlakı resul elbisesine büründü. Ve Kurb-u feraiz (Hakk’a farz yakınlık) makamı müşahedesiyle Hak zuhurunda halkın batın olduğu hakikat şehrine dâhil olduk. Artık bizim bakış ve nazarımızda daima Hak vardır, Hakk’ın zuhurundan başka bir şey müşahade etmediğimizden bizim meydanımız seyranımız,o hakikat şehridir buyruluyor.

                        Gonca-i vahdet Muhammed hem Alî'dir şahımız
                        "Lâ fetâ illâ Ali"nâdi edip eşçarımız

     Gonca: Tomurcuk, açılmamış gül, sevgilinin ağzı,Eşcar:Soy kütüğü, kimlik, Nâdi: Çağıran, davet eden demektir.
Ki, gonca-i vahdet Muhammed, Hakk’ın vahdet-i vücudundan yarattığı halk kesretindeki (çokluğundaki) hidayet-i Nur-u Muhammed’in zuhur ettiği ağız demektir. Bu ağız; velâyet nadiliği, yani velâyet davet ve irşadı yapan zamanın mürşidi Kâmili’nin ağzıdır, Allahuâlem.
Cümle velayet mürşidlerinin imamı Hz.Ali’dir. Ve her zamandaki kâmilin velâyet irşadı davetinde Hz.Ali’nin velayet marifeti var olduğu için, zamanın velâyet mürşidi olan Malik Efendi; Kurb-u nevafil makamı (Hakk’a Nafileler yakınlığı makamı) keşfi marifetince, vahdet’in kesreti olan bu halk içinde biz, Hakk’ın vahdet-i / bir’liği irşadı nadiliğinin / davetçiliğinin ve hidayet-i Nur-u Muhammed kulluğunun goncasıyız / ağzıyız diyor. Ve devamla bizim ağzımızdaki velâyet irşadı marifetinin şahı / imamı Hz.Ali olduğundan, her zamandaki velâyet mürşidinin şeceresi gibi bizimde şeceremiz, (kimliğimiz) “Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka fethedici yoktur” (hadisi şerif) sırrı hikmeti ile irşad nadiliğidir / davetçiliğidir, buyuruyor.

                        Mescid-i Aksa'yı bulduk Mustafa mihrabımız
                        Kıldılar vusta namazın cümle-i yaranımız

Kur’an’da ki;“Bütün varlıkların tesbihi o kudretedir ki, kulunu gecenin birinde Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya yürütmüştür” (İsrâ,1) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi mescid-i aksa, zahiren kudüs şehrindeki bir mescidin ismi olduğu gibi, Hz. Resulullah Efendimizin miraca giderken uğradığı bir makamdır. Bunu ifadeyle Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid-i Şerif’inde: 

“Tarfatül ayn içre ol şahı harem
Geldi Kudse erdi ve bastı kâdem
Enbiya ervahı karşı geldiler
Mustafaya izzet ikram kıldılar
Pes geçip mihraba ol hayrül enam
Enbiya ervahına oldu imam
İki rekât kıldı aksa da namaz
Öyle emretmiş idi ol bi niyaz” buyurmaklaHz. Peygamber Efendimiz’in miraçta Mustafa ismi hikmetiyle zuhur edip, mescidi aksa makamına ayak basarak orada cümle enbiyaya / peygamberlere imam olup iki rekât namaz kıldığını ifade ediyor.
Mescid-i aksa; kâmil’in telkini ile erişilen, fena ve beka mertebelerini kendinde cem eden (toplayan) kalp makamıdır. Kalp makamı, nübuvet ruhaniyet ve kemalatının açığa çıktığı makam olması itibarıyla cümle nebilerin / peygamberlerin makamı olup, her peygamber bu makamda Mustafa ismindeki hikmete mazhar olmakla Hz. Resulullah’ı imam yapıp ona uymuş olur. Hz. Resulullah Efendimiz’in Mustafa ismi, Hakk’ın tecelli-i zatın’da nisbet varlığını fena / yok edip, beka mertebeleri tecellilerinde durula durula arınarak safiyet bulmuş kulluğu ifade eder. Mescid-i Aksa da Hz. Peygamber’in Mustafa ismi hikmeti imamlığıyla kılınan namaz, iki rekâtlık vusta namazıdır. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Hafizu ales salevati ves salatil vusta… / koruyun namazları, hele salatı vustaya / vusta namazına dikkat edin…” (Bakara,238) buyrulur.
İki rekât olan bu vusta namazının bir rekâtı fenafillâh bir rekâtı bekâbillâh kemâlatı olduğu için, bu namazın kamalâtı insanın cümle kulluğunu koruyup muhafaza ettiği gibi, unsur bedenle beş vakit kılınan vakit namazlarını da koruyup muhafaza eder. Ki bu koruma, vakit namazlarının hakikat-ı hikmetine mazhar kemalât’ın kul’u, insanı kâmil mertebesine ulaştırmasıyla tüm âlemlerde rabbin katında muhafaza etmesidir. 
      Bunu ifadeyle Malik Efendi; meslek-i Resul’ü Melami seyrimizde / yolculuğumuzda, Mescid-i Aksa olan nübüvet ruhaniyetini barındıran kalp makamını bulduk. Fena ve beka mertebelerinin cem-i mihrabında,Mustafa ismi hikmetiyle Hz.Resulullah imam oldu ve ona uyan cümle yaranımız, (dostlarımız) kıldılar vusta namazını buyuruyor.

                        Malik-i ejder kuşandı zülfekârı ehl-i beyt
                        "Lâ fetâ illâ Ali" dir cümle-i devranımız

      Malik-i Ejder: Hz. Ali’nin komutanı olup, Malik Bin Eşter / Ejder (ra) olarak da bilinip tanınır.
     Malik-i Ejder, Hz. Ali’ye sadık kalıp daima onun yanında yer almış ve Hz.Ali’ye bağlı kalarak birçok kahramanca faydalı hizmetler yapmıştır. Muaviyenin isyan ederek hırıstiyanlardan ve kendi aşiretinden topladığı kuvvetlerle gelip, mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını taktığı sıffın isyanında Hz. Ali’nin ordu komutanlığını Malik bin ejder yapmıştır. Ve emirliği / devlet başkanlığı döneminde Hz.Ali; Malik Bin Ejderi Mısır ülkesine vali tayin etmiş ve kendisine halka nasıl davranacağına dair bir mektiup yazmıştır. Ki Hz. Ali’nin yazdığı bu mektup, çok meşhur olup adeta tüm zamanlardaki devlet idarecilerine hitab eden bir manifesto, beyanname niteliğindedir. Rivayetlere göre Malik Bin Ejder, Muaviye tarafından zehirli bal ile zehirletilerek şehit edilmiştir.
Zülfikâr: Hz.Ali’nin iki çatallı ucu olan kılıcının ismidir. Leddun-i anlamı yönü ile Zülfikâr’ın çatalından birisi Hakk’ın vahdet-i zuhurunu, diğer çatalı ise Hakk’ın kesret-i zuhrunu kendinde cem edip (toplayıp) barındıran marifetullah kılıcıdır.
Ehl-i beyt: Hz. Resulullah Efendimiz’in ev halkıdır. Ve daha evvelki beyıtlerin açıklamasında soy itibarıyla ehl-i beyt, manevi ehl-i beyt, hem soy hemde manevi ehl-i beyt olmakla üç kısım ehl-i beyt’in kimler olduğu etraflıca açıklandı.
Buna göre Hz. Ali’nin marifet ve kemalâtının zahir olduğu velayetin mürşidi kâmili olan Malik Efendi: ben zamanın Malik Ejderi’yim. Manevi Ehl-i Beyt’e mensubiyetimle marifetullah kılıcıolan Zülfikâr-ı kuşandım.“Affedilmeyen,”“büyük zulüm” ve “vücut günahı”olan “gizli şirk” ten; “Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka fethedici yoktur.” (Hadisi şerif) sırrı hikmeti olan velâyet fethiyle arınıp kurtulmaktır bizim cümle-i devranımız, yani irşadımızdaki prensip ve gayemiz, diyor. Allah her şeyi en iyi bilendir.<<<


Hiç yorum yok: