ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Ders-i Ahmed gördü bugün
cümle-i ihvanımız
"Lâ fetâ illa
Ali" dir dersimiz yaprağımız
Ders-i Ahmet:Hz. Resulullah Efendimizin
Ahmed isminin dersi anlamında olup, “Lâ fetâ illa Ali / Ali’den başka fethedici
yoktur”hadisi şerifinin beyanıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin birçok vasıf ve
lakabı olmakla beraber Kur’an’da beyan olunan Ahmet, Muhammed, Mustafa ve Mahmut
isimleri leddun-i mana ve hikmetler içerir. Buna göre Ahmet; fena’ya / yokluğa erişmiş ve vahdet-i Hak zuhurundaki
Resulullah’ın batın kulluğudur. Ve Ahmet, Hz. Peygamber Efendimiz’in ilmi hakikattaki ismidir.
Bu beyitte, ilmi hakikat’ın davetçisi olan zamanın mürşid-i kâmil’inin
teveccüh açmasıyla, Hz. Resulullah’ın Ahmed
isminin remzettiği hakikat irfanına mazhar olan ihvanların, “Lâ
fetâ illa Ali – Ali’den başka fethedici yoktur” hadisi
şerifininleddun-i manasıyla irşad olup aydınlandıkları beyan ediliyor.Ki,
evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi Hz. Ali velâyet makamının imamıdır. Fetih ise, açmak ve açılma anlamlarına gelir. Bu itibarla Kur’an’ın
“Şirkten
başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisa,48-116) “…
Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.”
(Lokman,13) ayetleri
ve Hz. Resulullah’ın “Ümmetimin gizli şirkinden korkarım”
(hadisi şerif) beyanlarındaki “affedilmeyen,büyükzulüm”
ve Hz.Resulullah’ın ümmeti için korktuğu “gizlişirk”ten kul’u, ancak ve ancak velâyet keşfi irfanı kurtarıp insanı kâmil makamına ulaştırdığı için,
Hz.Ali’nin imam olduğu velayet keşfi irfanı yegâne fethedicidir. Yani velâyet
marifetinin fethi haricindeki hiçbir
kemalat kulu gizli şirk’ten arındırıp insan-ı kâmil makamına eriştiremez demektir.
Bunu beyanla hakikatın davetçisi olan kâmil mürşid’in teveccüh açıp
yaptığı telkin’le, ders-i Ahmed olan,
ilmi hakikatirşadını gördü bugün cümle-i
ihvanımız, deniyor. Ve devamla"Lâ fetâ illa Ali- Ali’den başka
fethedici yoktur" Hadisi şerif sırrı hikmeti, ilmi hakikattaki dersimiz’in yaprağıdır(mahiyetidir),
buyruluyor.
Bulmuşuz bâb-ı vücudu
ten içine girmişiz
Cümle aza okudu "Iâ
fetâ takatimiz"
Bab-ı vücud:Vücud kapısı, Takat: Kuvvet, kudret, “La
feta takatimiz” ise kudretimiz / kuvvetimiz fethedildi, cehaletle kendimize
nisbet ettiğimiz takatı kuvvetimiz kalmadı fena oldu, demektir.
Buna göre, zikri daim ile gafletten
uyanmış olan bir salikin, tevhid mertebelerinin evvelkisi olan tevhid-i ef’al
makamı telkinine mazhar olması onun, vahdet-i vücud kapısını bulmasıdır. Ki bir
kul’un, her işin / fiil’in faili olan Allah’tan gayrı müşahade etmemesi, tevhid
Bir liğine, Hakk’ın vahdet-i vücudu dâhiline / içinegirmesidir.
Kul’un cümle azalarının “lâ feta takadımız” okuması ise; tüm takatın yani
kuvvet ve kudretin Allah’a ait olduğunu kul’un müşahade etmesidir. Bunu beyanla
Kur’an-ı Kerim’de; “…İşlerin tümü Allah’ındır.” (Ra’d,31) başka bir ayette ise; “…Sizi
de fiilinizi de yaratan Allah’tır.”(Saffat,96)
buyrulur. Bu ve benzeri ayetlerden anlaşılacağı gibi hiçbir kimsenin kendine
ait fiili olmayıp, tüm oluş ve fiillerin (işlerin) faili Allah’tır. Ki, bir
fiilin meydana çıkması için kuvvete ihtiyaç vardır, hiç bir fiil ve oluş
kuvvetsiz, takatsız meydana gelmez. Ve her yerdeki herkesteki tüm kuvvetin,
takatın Allah’a ait olduğunu beyan ile kur’an’da; “… Bütün kuvvetin Allah’ın elinde
olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını (şimdiden) idrak
etseler ” (Bakara, 165)
buyrulur. Ki, imanın şartlarından birisi de, “hayır ve şerrin Allah’ın
kudretiyle meydana geldiğine”
iman etmektir. Çünkü hayır ve şer dediğimiz de bir “iş ve oluş”olup, “Allah’ın kudreti” yani takatı ile meydana gelir.
Bunu ifadeyle kâmili mürşidin tevhid-i
ef’al telkinine mazhar olmakla bulmuşuz vahdet-i
vücud (vücut bir’liğinin) babını / kapısını. Cümle işlerin faili
olan Allah’tan gayrı müşahade etmemekle de, Hakk’ın vahdet-i vücudu dâhiline / içine girmişiz. Ve kendimize nisbet
ettiğimiz cümle azamızdaki kuvvet ve
takatın, Allah’a ait olduğunun
müşahadesiyle de "lâ fetâ
takatimiz” irfanı fethine mazhar olduk, demektir.
Ali Haydar'dan içip bir bade meyi zevkile
Mest u sekran oldular
hem cümle uşşakımız
Ali Haydar: Hz.Ali’dir. Hz.Ali’nin
lakabı olan Haydar, arslan anlamına
geldiği gibi her zaman diri ve sağ olmak anlamını da ifade eder. Bir bade mey: Bir kadeh içki, Mestu sekran: Sarhoş olup kendinden
geçmek, Uşşak: Âşıklar demektir.
Bu itibarlaAli haydar’dan bir bade meyi zevkle içmek, Hz.Ali’nin
imamı olduğu velâyet telkini irşadını yapan ve yeryüzünde her zaman sağ ve
mevcut olan mürşidi kâmil’in, irşadı içkisiyle keyiflenip zevklenmektir. Mestu sekran olmak ise, kâmil’in
velâyet makamlarından tevhidi sıfat makamını telkin etmesiyle Hak âşıklarının
ruhani keyif ve ilâh-i zevklereulaşarak, mazhar oldukları sıfatların mefsufunun
Allah olduğunu müşahadeyle, kendine nisbet ettiği sıfatlarını fena / yok ederek
Hak âşıklarının kendinden geçmeleridir.
Bunu beyanla; her insanın mazhar olduğu
ve cehaletle kendine nisbet ettiği Allah’ın sekizsıfat-ı subutiyesi hayat,
ilim, irade, kudret, kelam, görmek,
işitmek, tekvindir (yaratmaktır). Ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de
birçok ayet vardır. Ve bunlardan bazıları şu ayetlerdir: Hayat sıfatı için,“Allah’tan
başka ilah yok, Hay’dır O, sürekli / daim diridir...” (Bakara,255) İlim sıfatı için,“De
ki, ilim ancak Allah’ın indindedir / katındadır..” (Mülk,26) Görme ve işitme sıfatı için,“…kuşkusuz / şüphesiz O’dur semi
/ işiten, O’dur basir / gören.”
(Mü’min,56) İrade sıfatı için,“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz…” (İnsan,30) Kelam sıfatı için,“…Allah
Musa'ya kelime kelime söz söylemişti.” (Nisa,164) Kudret sıfatı için,“Bütün kuvvetin
Allah’ın elinde olduğunu, Allah’ın şiddetli azabı bulunduğunu anlayacaklarını
(şimdiden) idrak etseler.” (Bakara,165) Tekvin
sıfatı için,“O’nun işi bir şeyi yapmak / yaratmak istediğinde ol der, o şey de
oluverir.” (Yasin,82) ve “…iş ve oluşun tümü Allah’ındır.”
(Ra’d,31) İşte bu ve benzeri
ayetlerle Allah’a ait olduğu beyan edilen bu
sekiz sıfat, Allah’ın zatı ile sabit olduğundan aşınmaz, eskimez, değişmez
olduğu için subuttur (sabittir). Kul’un kendisi ve cümle âlemler ve âlemlerdeki
her bir yaratılış bu sıfatlar mazharıyetiyle var olur. Ve cümle yaratılanlarda
bu sıfatlar mevcut olduğundan bu sıfatlar her nerede var olup zuhur etmişse, o
sıfatların mevsufu (sıfatlananı) Allah’tır.
Bunu beyanlaHz. Ali’nin imamı
olduğu velâyet irşadıyla her zaman yeryüzünde haydar (diri ve sağ) olan mürşidi kâmil’in; velâyet makamlarından bir bade meyi, yani aşk makamı olan
tevhid-i sıfat makamını telkin etmesiyle salikler, Hak âşıklığına terakki
ederek yükseldiler. Ve ilâh-i aşkın tesiriyle mest u sekran olup cümle sıfatları kendine nisbet etme cehlinden
kurtulan âşıklar, cümle sıfatta mefsuf olan ilâh-i sevgiliyi müşahade ettiler,
demektir.
Virdimizi tan ediptir
zahidân u abidân
"Lâ fetâ illâ
Ali" çün dediler ahbabımız
Zahid:Sakal bırakmak, şalvar veya hicaz fistanı vb.
kıyafetler giyip dindarlığını teşhir ederek dinin sadace zahiri ve şekli ile
meşgul olmayı kemalat zanneden kişidir. Abid:
İbadet eden, kulluk yapan manasına olup, beyitte ifade edilen Abidan ise: dinin zahirine / dış yüzüne
ait ibadetleri yapmakla beraber din’in, aşk muhabbet gibi leddun-i, batın yönü
ile ilgisi olmayan kimselerdir. Tan;
beğenmeyerek kötülemek demektir.
Bu itibarlamelâmet neşesine
ve kemâlatına mensub olan arif ve ehl-i kemâl’in, ne eksik ne fazla olarak
Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayetle beraber, ilim ve zikir
meclislerine dâhil olmalarını. Onlardaki ilim ve irfanı tenkid eden zahid ve
abid kimseleri beyan’la Malik Efendi; virdimizi
/ ahvalimizi beğenme-yen zahidler ve
abidler bize tan ediyorlar. Onlar
bizi beğenmeyerek tan ede dursun, bizim ahbabımız
olan mürşidi Kâmil’in tevhid-i zat
makamını telkin etmesiyle biz;"Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka
fethedici yoktur" hadisi şerifinin hikmeti sırrına eriştik. Ve Hz.
Ali’nin imam olduğu velâyet irfanı fethiyle, (açılımıyla) “affedilmeyen,”“büyük zulüm”
ve “vücut
günahı”olan “gizli şirk” ten arınıp kurtulduk, diyor.
Ki, daha evvelki beyitlerin açıklamasında
ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber Efendimiz İbni Abbas’a hitaben; “Vücudun en büyük günahtır. Onunla hiçbir günah kıyas edilmez.”buyurmuşlardır.
Giymişiz çünkü melâmî
hırkasını hem şalını
Ol hakikat şehridir
seyranımız meydanımız
Hırka:Vücuda giyilen elbise, Şal: Baş’a bağlanan atkı vb. demektir.Melami şalı’nı takmak, fenafillâh keşfi irfanıyla yokluğa ulaşmış
kulun seyrinde, yani bakış ve
nazarında zat-ı vahdetten / zat bir’liğinden gayrı müşahade etmemesidir.Melami hırkasını giymek; kul’un tüm
davranış ve ahvaliyle Hz. Resulullah Efendimiz'in ahlak ve tabi’atı’na
bürünmesidir.Hakikat şehrini seyran
etmek ise; Hz. Peygamber Efendimiz’in Ahmed
ismi hikmetince yokluğa / fenaya ulaşmış ve Hak zuhurunda batın kalan kulun,
cümle tecellilerde Hakk’ı seyredip hep Hak’la beka / ebediyet bulmasıdır.
Bu itibarla kâmil’in meslek-i Resul âli prensipler telkin-i irşadıyla
yokluğa / fenaya erişen kulluğumuz, Melami
hırkasını hem şalını giyerek ahlakı resul elbisesine büründü. Ve Kurb-u feraiz (Hakk’a farz yakınlık)
makamı müşahedesiyle Hak zuhurunda halkın batın olduğu hakikat şehrine dâhil
olduk. Artık bizim bakış ve nazarımızda daima Hak vardır, Hakk’ın zuhurundan
başka bir şey müşahade etmediğimizden bizim meydanımız seyranımız,o hakikat şehridir buyruluyor.
Gonca-i vahdet Muhammed
hem Alî'dir şahımız
"Lâ fetâ illâ
Ali"nâdi edip eşçarımız
Gonca: Tomurcuk, açılmamış gül, sevgilinin ağzı,Eşcar:Soy kütüğü, kimlik, Nâdi: Çağıran, davet eden demektir.
Ki, gonca-i
vahdet Muhammed, Hakk’ın vahdet-i vücudundan yarattığı halk kesretindeki
(çokluğundaki) hidayet-i Nur-u Muhammed’in zuhur ettiği ağız demektir. Bu ağız; velâyet nadiliği, yani velâyet davet ve irşadı yapan zamanın mürşidi Kâmili’nin
ağzıdır, Allahuâlem.
Cümle velayet mürşidlerinin imamı Hz.Ali’dir.
Ve her zamandaki kâmilin velâyet irşadı davetinde Hz.Ali’nin velayet marifeti
var olduğu için, zamanın velâyet mürşidi olan Malik Efendi; Kurb-u nevafil makamı (Hakk’a Nafileler
yakınlığı makamı) keşfi marifetince, vahdet’in kesreti olan bu halk içinde biz,
Hakk’ın vahdet-i / bir’liği irşadı nadiliğinin / davetçiliğinin ve
hidayet-i Nur-u Muhammed kulluğunun goncasıyız / ağzıyız diyor. Ve devamla
bizim ağzımızdaki velâyet irşadı marifetinin şahı / imamı Hz.Ali olduğundan, her zamandaki velâyet mürşidinin
şeceresi gibi bizimde şeceremiz,
(kimliğimiz) “Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka fethedici yoktur” (hadisi
şerif) sırrı hikmeti ile irşad nadiliğidir
/ davetçiliğidir, buyuruyor.
Mescid-i Aksa'yı bulduk
Mustafa mihrabımız
Kıldılar vusta namazın
cümle-i yaranımız
Kur’an’da ki;“Bütün varlıkların tesbihi o
kudretedir ki, kulunu gecenin birinde Mescid-i Haram’dan çevresini
bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya yürütmüştür” (İsrâ,1) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi mescid-i aksa, zahiren kudüs şehrindeki bir mescidin ismi olduğu gibi, Hz.
Resulullah Efendimizin miraca giderken uğradığı bir makamdır. Bunu ifadeyle Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid-i
Şerif’inde:
“Tarfatül
ayn içre ol şahı harem
Geldi
Kudse erdi ve bastı kâdem
Enbiya
ervahı karşı geldiler
Mustafaya
izzet ikram kıldılar
Pes
geçip mihraba ol hayrül enam
Enbiya
ervahına oldu imam
İki
rekât kıldı aksa da namaz
Öyle emretmiş idi ol bi niyaz” buyurmaklaHz. Peygamber Efendimiz’in miraçta
Mustafa ismi hikmetiyle zuhur edip,
mescidi aksa makamına ayak basarak orada cümle enbiyaya / peygamberlere imam
olup iki rekât namaz kıldığını ifade ediyor.
Mescid-i aksa; kâmil’in telkini ile erişilen,
fena ve beka mertebelerini kendinde cem
eden (toplayan) kalp makamıdır. Kalp
makamı, nübuvet ruhaniyet ve kemalatının açığa çıktığı makam olması itibarıyla
cümle nebilerin / peygamberlerin makamı olup, her peygamber bu makamda Mustafa
ismindeki hikmete mazhar olmakla Hz. Resulullah’ı imam yapıp ona uymuş olur. Hz.
Resulullah Efendimiz’in Mustafa ismi, Hakk’ın tecelli-i zatın’da nisbet
varlığını fena / yok edip, beka mertebeleri tecellilerinde durula durula
arınarak safiyet bulmuş kulluğu ifade eder. Mescid-i Aksa da Hz. Peygamber’in
Mustafa ismi hikmeti imamlığıyla kılınan namaz, iki rekâtlık vusta namazıdır. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Hafizu
ales salevati ves salatil vusta… / koruyun namazları, hele salatı vustaya /
vusta namazına dikkat edin…”
(Bakara,238) buyrulur.
İki rekât olan bu vusta namazının bir rekâtı
fenafillâh bir rekâtı bekâbillâh kemâlatı olduğu için, bu namazın kamalâtı
insanın cümle kulluğunu koruyup muhafaza ettiği gibi, unsur bedenle beş vakit
kılınan vakit namazlarını da koruyup muhafaza eder. Ki bu koruma, vakit
namazlarının hakikat-ı hikmetine mazhar kemalât’ın kul’u, insanı kâmil
mertebesine ulaştırmasıyla tüm âlemlerde rabbin katında muhafaza
etmesidir.
Bunu ifadeyle Malik Efendi; meslek-i
Resul’ü Melami seyrimizde / yolculuğumuzda, Mescid-i Aksa olan nübüvet ruhaniyetini barındıran kalp makamını bulduk. Fena ve beka
mertebelerinin cem-i mihrabında,Mustafa ismi
hikmetiyle Hz.Resulullah imam oldu ve
ona uyan cümle yaranımız,
(dostlarımız) kıldılar vusta namazını buyuruyor.
Malik-i ejder kuşandı
zülfekârı ehl-i beyt
"Lâ fetâ illâ
Ali" dir cümle-i devranımız
Malik-i Ejder: Hz. Ali’nin komutanı
olup, Malik Bin Eşter / Ejder (ra)
olarak da bilinip tanınır.
Malik-i Ejder, Hz. Ali’ye sadık kalıp daima onun yanında yer almış ve
Hz.Ali’ye bağlı kalarak birçok kahramanca faydalı hizmetler yapmıştır.
Muaviyenin isyan ederek hırıstiyanlardan ve kendi aşiretinden topladığı
kuvvetlerle gelip, mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını taktığı sıffın
isyanında Hz. Ali’nin ordu komutanlığını Malik bin ejder yapmıştır. Ve emirliği
/ devlet başkanlığı döneminde Hz.Ali; Malik Bin Ejderi Mısır ülkesine vali
tayin etmiş ve kendisine halka nasıl davranacağına dair bir mektiup yazmıştır.
Ki Hz. Ali’nin yazdığı bu mektup, çok meşhur olup adeta tüm zamanlardaki devlet
idarecilerine hitab eden bir manifesto, beyanname niteliğindedir. Rivayetlere
göre Malik Bin Ejder, Muaviye tarafından zehirli bal ile zehirletilerek şehit
edilmiştir.
Zülfikâr: Hz.Ali’nin iki çatallı
ucu olan kılıcının ismidir. Leddun-i anlamı yönü ile Zülfikâr’ın çatalından
birisi Hakk’ın vahdet-i zuhurunu, diğer çatalı ise Hakk’ın kesret-i zuhrunu
kendinde cem edip (toplayıp) barındıran marifetullah kılıcıdır.
Ehl-i beyt: Hz. Resulullah Efendimiz’in
ev halkıdır. Ve daha evvelki beyıtlerin açıklamasında soy itibarıyla ehl-i
beyt, manevi ehl-i beyt, hem soy hemde manevi ehl-i beyt olmakla üç kısım ehl-i
beyt’in kimler olduğu etraflıca açıklandı.
Buna göre Hz. Ali’nin marifet ve kemalâtının
zahir olduğu velayetin mürşidi kâmili olan Malik Efendi: ben zamanın Malik Ejderi’yim. Manevi Ehl-i Beyt’e mensubiyetimle
marifetullah kılıcıolan Zülfikâr-ı
kuşandım.“Affedilmeyen,”“büyük zulüm”
ve “vücut
günahı”olan “gizli şirk” ten; “Lâ fetâ illâ Ali / Ali’den başka fethedici
yoktur.” (Hadisi şerif) sırrı hikmeti olan velâyet fethiyle arınıp
kurtulmaktır bizim cümle-i devranımız,
yani irşadımızdaki prensip ve gayemiz, diyor. Allah her şeyi en iyi
bilendir.<<<
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder