ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Hakkıla oldu
bugün pazarımız
Hep cemâl-ı
Hakka verdik varımız
Benliğin
defterlerini yakmışız
Ko desinler
onüçüncü tarikiz
Hak ile pazar olmak, kulun kendin de ve cümle eşyada mevcut
olan rabbin zatına kavuşmasıyla, nazarında / bakışında gayrıyet olmaksızın
kulun daima Cenab-ı Hak’la olmasıdır. Kul’un bu müşahadeye ulaşması için fiil,
sıfat ve vücut gizli şirki’nin oluşturduğu nisbet varlığını fena etmesi /
yokluğa erştirmesi icap eder. Bunu ifadeyle Malik Efendi, kâmilin meslek-i Resul
irşadıyla cemâl-i Hakk’a hep nisbet varlığımızı verip melâmet neşe-i
zevkine eriştiğimizden, bizim müşahedemizdeki pazar daima Cenab-ı Hak
oldu, diyor.
Benlik (nefs) defteri
ise, kul’unnisbet varlığıyla işlediği sevaplarının ve günahlarının
kaydedildiği defteridir. Melâmet zevkine
ulaşmış olan arif ve ehli kemâl, benliğini / nefsini Allah aşkı’nın ateşi
ile yakıp fenâfillah keşfi irfanıyla Hakk’a kavuştuklarından, onların sevap ve
günahı olmaz. Çünkü melâmete ulaşmış arif bir kul, asla kat’iyyen bilerek
günaha yanaşmayıp günah işlemediğinden onun, kaydedilecek günahı da günah
defteri de olmaz. O sevap yapıp işler, fakat sevapları her fiil’in fail’i olan
Hakk’a nisbet ettiği için onun kaydedilecek sevabı da, sevap defteri de olmaz.
Böylece günahı işlemediğinden, nefs’in günah defterini, sevabı da Hakk’a nisbet
etmekle nefs’in sevap defterini yakmış olur. Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; biz
melâmet neşesine erişmekle benliğin sevap
günah defterlerini yakmışız, ko desinler
on üçüncü tarikiz,buyuruyor.
Onüçüncü
tarik
ifadesinin izahı ise şöyledir; tarik
lugatçe yol, tarikat ise, Kur’an’ın batın-i ilimlerinden olup,
kul’u Hakk’a vuslata ulaştırıp götüren yol demektir. Ki Osmanlı devleti
zamanında tarikat oluşum ve organizasyonları, resmi kurum olarak genellikle
geçmiş kâmil ve meşhur şahsıyetlerin ismi ile bağlantılı bir şekilde nakşi,
Halveti, Rufai, Kadiri, Mevlevi vb. isimlerle yüzlercesi faaliyetlerini devam
ettiriyorlardı.
Rivayet olunur ki, Kanun-i Sultan Süleyman
zamanında faaliyet gösteren bu yüzlerce tarikat oluşumu içinden bazıları, o
günkü devlet aleyhinde siyasi faaliyetlerde bulunduğu için, devlet tüm
tarikatları araştımaya ve teftişe tabi tutuyor. Teftiş ve araştırmanın
neticesinde, o gün faal olan yüzlerce tarikatların içinden on iki’ tarikat oluşumunun devlet aleyhinde siyasi bir
faaliyeti olmadığı tesbit edilerek,, bu on iki tarikatın devlet aleyhinde
faaliyeti olmadığından haktır / doğrudur. Ve faaliyet göstermelerinde bir
sakınca yoktur hükmü veriliyor.
Bu on
iki tarikat:
1-Abdül Kadir Geylani Hz.nin ismi ile
bağlantılı faaliyet gösteren Kadiriyye tarikatı
2-Bahaeddin Nakşıbendi Hz.nin ismine nisbetle
Nakşıyye tarikatı
3-Ahmed Rufai Hz.ne nisbetle Rufaiyye
tarikatı
4-Ahmedi Bedevi Hz. ismine nisbetle Bedeviye
tarikatı
5-İbrahim Dessuki Hz.ne nisbetle Dessukiyye
tarikatı
6-Necmüddini Kübra Hz.ne nisbetle Kübreviyye
tarikatı
7-Ömer Halveti Hz.ne nisbetle Halvetiyye
tarikatı
8-Şahubiddin Ömer Suhreverdi Hz.ne nisbetle
Suhreviyye tarikatı 9-Ahmed Yesevi Hz.ne nisbetle Yeseviyye tarikatı
10- Seyid Sadettin Cibavi Hz.nenisbetle Sadiyye
tarikatı
11-Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz.ne nisbetle
Mevleviyye tarikatı 12- Ebul Hasan Şazeli Hz.ne nisbetle Şazeliyye tarikatıdır
O
zaman ki Osmanlı Devleti aleyhinde olmadıkları için, siyaseten haktır /
doğrudur, hükmü verilen bu on iki tarikatın günümüze kadar varlıklarını ve
mevcudiyetlerini aynı isimlerle devam ettiren müntesip ve taraftarları. Kanun-i
Sultan Süleyman zamanında siyaseten verilmiş bu hükmü çarpıtarak; ‘kul’u rabbine ulaştıran hak / doğru yol
ancak bu on iki tarikat eğitimidir. Ve bu on iki tarikattan herhangi birine
girersen ancak rabbine kavuşursun; bu on iki tarikatın haricindeki tarikatlar
on üçüncü tarikat olup hak değildir ve kulu rabbine ulaştırmaz’ anlayışını
ifade ederek, günümüzde de bu çarpıtmayı halen devam ettirmektedirler.
Halbûki tarikat, Kur’an kaynaklı
leddun-i batın-i bir ilimdir. Ve adı sanı ırkı ne olursa olsun her kim bu
kuran kaynaklı tarikat ilmini tahsil
eder ise ancak o kişi tarikat ehli olur. Bu aynı bir kimsenin tıp ilmini tahsil
etmekle hekim doktor olması gibidir.
Bu itibarla adı sanı ünvanı her ne kadar meşhur
olursa olsun eğer o kişi Kur’an kaynaklı tarikat ilmini tahsil etmemişse o,
hangi geçmiş büyük zat’ın ismi ile alakalı organizasyona dâhil olursa olsun,
tarikat ehli olamaz. Bu aynı, bir kimsenin geçmişteki meşhur bir hekim’in ismi
ile kendini alakalandırarak ben hekimim, ben doktorum demekle hekim doktor
olamaması gibidir.
Kaldı ki, yukarıda ismi geçen on iki veli kâmil şahsıyetin ve
diğerlerinin hiç birisi, kendi adı ile anılan ve daha ziyade babadan oğula
silsile yoluyla intikal eden bir tarikat organizasyonu asla kumamışlardır. Bu
tarikat organizasyonları, meşhur veli kâmil şahsiyetlerin bu âlemden
göçmelerinden sonra onların isimleriyle alâkalandırılarak, başkaları tarafından
kurulmuşlardır. Yani Hz.Mevlana, Hz. Bahaeddin Nakşibend, Hz.Ahmed Rufai vb.
gibi veli kâmil şahsıyetler, yaşadıkları zamanda, insanlığı kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve
marifet ilimi irfanı ile irşad ederek aydınlatmışlar. Fakat ben Mevlevi
tarikatını kurdum, ben Nakşibendi tarikatını kurdum, ben Rufai tarikatını
kurdum bu isimlerle tarikatçılığı ve mürşidliğini babadan oğula silsile ile
intikâl ettirerek devam ettirin dememişlerdir. Onlar daima insanlara, kendi
zamanlarında yaşayan mürşidi kâmili arayıp bulmalarını ve onun irşadından
istifade etmelerini tavsiye etmişlerdir. Bunu ifadeyle Hz. Mevlana; “beni
kabirde türbede ararsanız bulamazsınız, zamanın ariflerini bulun beni onların
meclisinde ve gönüllerinde bulursınuz” buyurmuştur.
Melamilik ise, bir tarikat
organizasyonu olmayıp Kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet
ilimlerinin tahsilini içeren bir neş’e ve kemalat erişimi olduğundan, yukarıda
adı geçen on iki kâmil şahsıyet de dâhil, cümle insanı kâmil olan velilerin
tümü melâmet neş’esine mazhar olup, hepsi Melamidirler. Bunu beyanla mesela
Yunus Emre, Muhiddin-i Arabi, Niyazi Mısri, Nesim-i Hazeratları gibi velilerin
her birisi değişik zamanlarda yaşamış farklı tarikatlarda eğitim görmüş
olmalarına rağmen, bunların eserleri araştırıldığında kendilerinin Melami
olduklarını ifade ettikleri görülür.
Velhasıl, ‘bu oniki tarikat
organizasyonuna dâhil olmakla ancak kul rabbine vasıl olabilir, bu oniki
tarikat dışında kalanlar hak / doğru yolda olmadıkları için Allah’a vasıl
olamazlar.’ Anlayışındaki gafil ve cahiller; oniki tarikattan birine dâhil
olmayanları kınayıp aşağılamak maksadıyla; ‘siz
onüçüncü tarikatsınız,’ siz hak olan oniki tarikat harici yanlış yoldasınız
ifadesiyle bu on iki tarikat haricindekileri itham ederler.
İşte, zamanında böyle itham ve saldırılara maruz kalarak, ‘siz oniki hak
(doğru) yol’un dışında kalan onüçüncü tarikatsiniz’ diyen cahil gafil
tarikatçılara hitaben Malik Efendi; Hak
ile oldu bugün pazarımız, yani bizim müşahâdemiz daima Cenab-ı Hak oldu ve hep Cemâl-ı Hakk'a verdik nisbet varlığımızı. Biz melâmet neş’esi olan fenafillâh keşfi irfanıyla nisbet varlığımızı
Allah’ta yok / fena ettiğimizden, benliğin
sevap günah defterlerini ilâhi aşk
ateşiyle yakmışız. Cahil ve gafiller
bize ko desinler onüçüncü tarikiz, diyor.
Âlem-i
Lâhûta pervaz etmişiz
"Lâ
Fettâ illâ Aii" dir virdimiz
Yâdıyla hem
ruz u şeb dir kârımız
Ko desinler
onüçüncii tarikiz
Âlem-i lahût:Ruhaniyet, mana âlemi, Pervaz: Uçmak, yükselmek, “Lâ
fettâ illâ Ali”: Ali den başka fethedici yoktur (hadisi şerif),Yâd: Hatırda tutma, uyanıklık, Ruzu şeb:Gündüz ve gece demektir.
Malik Efendi Hazretleri biz nisbet varlığımızı fenaya / yokluğa
eriştirmekle âlemi lâhut olan
ruhaniyete, yani vahdet-i zat âlemine pervaz
ederek yükselmişiz. Hz. Resulullah’ın:“La fetta illa Ali – Ali den başka fethedici
yoktur.”hadis-i şerifi bizim virdimizdir,
halimiz ve anlayışımızdır, diyor. Ki bu hadisi şerif’te, Hz. Ali’nin imam
olduğu velayet mertebesiyle, yani tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i
zat irfanı ile kul’un nisbet varlığından hâsıl olan gaflet ve cehaletin
fethedilerek. Velayet mertebesi keşfiyle kul’un Hakk’a vasıl olabileceği beyan
edildiğinden Malik Efendiruzu şeb /
gece gündüz velâyet mertebesi yâdıdır,
yani velayet keşfi irfan uyanıklığıdır kulluğumuzun kazancı kârı diyor. Ve devamla, gafil ve
cahiller bize ko desinler onüçüncü
tarikiz, buyuruyor.
Nûrîdir
sitt-i cihet dildarımız
Onun için ol
gül’edir zarımız
Hilmi ya
hubb-i hakikat virdimiz
Ko desinler
onüçüncü tarikiz
Sitti cihet: Altı yön, taraf, Dildar: Kalbi hükmü altında tutan
sevgili, maşuk, Zar: ağlama,
sızlama, inleme, Hubb-i hakikat:
Hakikat sevgisi, aşkı anlamındadır.
Meslek-i Resul’de tevhid mertebeleri /
makamları yedi mertebe olarak ifade olunur. Ki bu mertebelerden tevhid-i ef’al,
tevhid-i sıfat, tevhid-i zat, cem, Hazret-ül cem ve cemmül cem olan altı
mertebeyi mürşidi kâmil telkin eder, fakat yedincisi olan ehadiyet makamını
kâmil mürşid telkin edemez. Çünkü yedinci makam Hz. Resulullah Efendimiz’in
özel makamı olup bu makama Hz. Resulullah’ın (sav) izni ile teberrüken
girildiğinden, bu makamı hiçbir kâmil mürşid telkin edemez.
Ki mürşidi kâmilin telkin ettiği altı tevhid
mertebesi, uluhuyetin / Allah’ın altı makamlarıdır ve bu altı mertebe ile Cenab-ı
Hak zahir olur ve mümin kulunun kalbine sığar. Bunu ifadeyle Rabbimiz; “Ben
yerlerime ve göklerime sığmam mümin kulumun kalbine sığarım” (Hadisi kutsi) buyurur. Ki Hakk’ın
mümin kulun kalbine sığması; kâmil mürşidin telkin ettiği daim zikir uyanıklığı
ve Allah’ın bu altı makam irşadıyla kulda hâsıl olan şuhut ve irfaniyete
sığmasıdır.
Bu itibarla sitt-i cihet yani altı yön taraf
ifadesinden maksat; ilâhi sevgilinin altı uluhuyet mertebesiyle kulun gönlünde
tecelli etmesidir. Ki Malik Efendimiz’in. Hz. Hilmi lakabıyla bunu ifade ederek: sitte-i cihet, yani Hz. Pir Efendimiz’in halifesi olan mürşidi
kâmilin telkin ettiği altı tevhid mertebesiyle kalbimize hükmeden dildar (ilâhi sevgili) ile zevki sefada
olmamız, Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.nin şahsında
tasnifi düzenlenmesi zahir olan meslek-i Resulu Melami al-i prensipler telkini
sayesin-dedir. Ki, Onun içindir o gül’e
zarımız, yani Muhammed-i gül kokan âl-i prensipler irşadına mazhar olma
derdi içindir zar edip inlememiz diyor. Ve devamla, ilmi hakikat keşfi irfanıyla muhab-bet
etmektirmelâmete erişmiş kulluğumuzdaki ahvâli virdimiz, cahil ve gafiller bize; ko desinler onüçüncü tarikiz buyuruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder