18 Şubat 2016 Perşembe

Hakkıla oldu bugün pazarımız



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN




Hakkıla oldu bugün pazarımız
Hep cemâl-ı Hakka verdik varımız
Benliğin defterlerini yakmışız
Ko desinler onüçüncü tarikiz

      Hak ile pazar olmak, kulun kendin de ve cümle eşyada mevcut olan rabbin zatına kavuşmasıyla, nazarında / bakışında gayrıyet olmaksızın kulun daima Cenab-ı Hak’la olmasıdır. Kul’un bu müşahadeye ulaşması için fiil, sıfat ve vücut gizli şirki’nin oluşturduğu nisbet varlığını fena etmesi / yokluğa erştirmesi icap eder. Bunu ifadeyle Malik Efendi, kâmilin meslek-i Resul irşadıyla cemâl-i Hakk’a hep nisbet varlığımızı verip melâmet neşe-i zevkine eriştiğimizden, bizim müşahedemizdeki pazar daima Cenab-ı Hak oldu, diyor.
      Benlik (nefs) defteri ise, kul’unnisbet varlığıyla işlediği sevaplarının ve günahlarının kaydedildiği defteridir. Melâmet zevkine ulaşmış olan arif ve ehli kemâl, benliğini / nefsini Allah aşkı’nın ateşi ile yakıp fenâfillah keşfi irfanıyla Hakk’a kavuştuklarından, onların sevap ve günahı olmaz. Çünkü melâmete ulaşmış arif bir kul, asla kat’iyyen bilerek günaha yanaşmayıp günah işlemediğinden onun, kaydedilecek günahı da günah defteri de olmaz. O sevap yapıp işler, fakat sevapları her fiil’in fail’i olan Hakk’a nisbet ettiği için onun kaydedilecek sevabı da, sevap defteri de olmaz. Böylece günahı işlemediğinden, nefs’in günah defterini, sevabı da Hakk’a nisbet etmekle nefs’in sevap defterini yakmış olur. Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; biz melâmet neşesine erişmekle benliğin sevap günah defterlerini yakmışız, ko desinler on üçüncü tarikiz,buyuruyor.
Onüçüncü tarik ifadesinin izahı ise şöyledir; tarik lugatçe yol, tarikat ise, Kur’an’ın batın-i ilimlerinden olup, kul’u Hakk’a vuslata ulaştırıp götüren yol demektir. Ki Osmanlı devleti zamanında tarikat oluşum ve organizasyonları, resmi kurum olarak genellikle geçmiş kâmil ve meşhur şahsıyetlerin ismi ile bağlantılı bir şekilde nakşi, Halveti, Rufai, Kadiri, Mevlevi vb. isimlerle yüzlercesi faaliyetlerini devam ettiriyorlardı.
Rivayet olunur ki, Kanun-i Sultan Süleyman zamanında faaliyet gösteren bu yüzlerce tarikat oluşumu içinden bazıları, o günkü devlet aleyhinde siyasi faaliyetlerde bulunduğu için, devlet tüm tarikatları araştımaya ve teftişe tabi tutuyor. Teftiş ve araştırmanın neticesinde, o gün faal olan yüzlerce tarikatların içinden on iki’ tarikat oluşumunun devlet aleyhinde siyasi bir faaliyeti olmadığı tesbit edilerek,, bu on iki tarikatın devlet aleyhinde faaliyeti olmadığından haktır / doğrudur. Ve faaliyet göstermelerinde bir sakınca yoktur hükmü veriliyor.
Bu on iki tarikat:
1-Abdül Kadir Geylani Hz.nin ismi ile bağlantılı faaliyet gösteren Kadiriyye tarikatı
2-Bahaeddin Nakşıbendi Hz.nin ismine nisbetle Nakşıyye tarikatı
3-Ahmed Rufai Hz.ne nisbetle Rufaiyye tarikatı
4-Ahmedi Bedevi Hz. ismine nisbetle Bedeviye tarikatı
5-İbrahim Dessuki Hz.ne nisbetle Dessukiyye tarikatı
6-Necmüddini Kübra Hz.ne nisbetle Kübreviyye tarikatı
7-Ömer Halveti Hz.ne nisbetle Halvetiyye tarikatı
8-Şahubiddin Ömer Suhreverdi Hz.ne nisbetle Suhreviyye tarikatı 9-Ahmed Yesevi Hz.ne nisbetle Yeseviyye tarikatı
10- Seyid Sadettin Cibavi Hz.nenisbetle Sadiyye tarikatı
11-Mevlana Celaleddin-i Rumi Hz.ne nisbetle Mevleviyye tarikatı 12- Ebul Hasan Şazeli Hz.ne nisbetle Şazeliyye tarikatıdır
      O zaman ki Osmanlı Devleti aleyhinde olmadıkları için, siyaseten haktır / doğrudur, hükmü verilen bu on iki tarikatın günümüze kadar varlıklarını ve mevcudiyetlerini aynı isimlerle devam ettiren müntesip ve taraftarları. Kanun-i Sultan Süleyman zamanında siyaseten verilmiş bu hükmü çarpıtarak; ‘kul’u rabbine ulaştıran hak / doğru yol ancak bu on iki tarikat eğitimidir. Ve bu on iki tarikattan herhangi birine girersen ancak rabbine kavuşursun; bu on iki tarikatın haricindeki tarikatlar on üçüncü tarikat olup hak değildir ve kulu rabbine ulaştırmaz’ anlayışını ifade ederek, günümüzde de bu çarpıtmayı halen devam ettirmektedirler.
      Halbûki tarikat, Kur’an kaynaklı leddun-i batın-i bir ilimdir. Ve adı sanı ırkı ne olursa olsun her kim bu kuran kaynaklı tarikat ilmini tahsil eder ise ancak o kişi tarikat ehli olur. Bu aynı bir kimsenin tıp ilmini tahsil etmekle hekim doktor olması gibidir.
Bu itibarla adı sanı ünvanı her ne kadar meşhur olursa olsun eğer o kişi Kur’an kaynaklı tarikat ilmini tahsil etmemişse o, hangi geçmiş büyük zat’ın ismi ile alakalı organizasyona dâhil olursa olsun, tarikat ehli olamaz. Bu aynı, bir kimsenin geçmişteki meşhur bir hekim’in ismi ile kendini alakalandırarak ben hekimim, ben doktorum demekle hekim doktor olamaması gibidir.
      Kaldı ki, yukarıda ismi geçen on iki veli kâmil şahsıyetin ve diğerlerinin hiç birisi, kendi adı ile anılan ve daha ziyade babadan oğula silsile yoluyla intikal eden bir tarikat organizasyonu asla kumamışlardır. Bu tarikat organizasyonları, meşhur veli kâmil şahsiyetlerin bu âlemden göçmelerinden sonra onların isimleriyle alâkalandırılarak, başkaları tarafından kurulmuşlardır. Yani Hz.Mevlana, Hz. Bahaeddin Nakşibend, Hz.Ahmed Rufai vb. gibi veli kâmil şahsıyetler, yaşadıkları zamanda, insanlığı kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimi irfanı ile irşad ederek aydınlatmışlar. Fakat ben Mevlevi tarikatını kurdum, ben Nakşibendi tarikatını kurdum, ben Rufai tarikatını kurdum bu isimlerle tarikatçılığı ve mürşidliğini babadan oğula silsile ile intikâl ettirerek devam ettirin dememişlerdir. Onlar daima insanlara, kendi zamanlarında yaşayan mürşidi kâmili arayıp bulmalarını ve onun irşadından istifade etmelerini tavsiye etmişlerdir. Bunu ifadeyle Hz. Mevlana; “beni kabirde türbede ararsanız bulamazsınız, zamanın ariflerini bulun beni onların meclisinde ve gönüllerinde bulursınuz” buyurmuştur.
Melamilik ise, bir tarikat organizasyonu olmayıp Kur’an kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerinin tahsilini içeren bir neş’e ve kemalat erişimi olduğundan, yukarıda adı geçen on iki kâmil şahsıyet de dâhil, cümle insanı kâmil olan velilerin tümü melâmet neş’esine mazhar olup, hepsi Melamidirler. Bunu beyanla mesela Yunus Emre, Muhiddin-i Arabi, Niyazi Mısri, Nesim-i Hazeratları gibi velilerin her birisi değişik zamanlarda yaşamış farklı tarikatlarda eğitim görmüş olmalarına rağmen, bunların eserleri araştırıldığında kendilerinin Melami olduklarını ifade ettikleri görülür.
     Velhasıl, ‘bu oniki tarikat organizasyonuna dâhil olmakla ancak kul rabbine vasıl olabilir, bu oniki tarikat dışında kalanlar hak / doğru yolda olmadıkları için Allah’a vasıl olamazlar.’ Anlayışındaki gafil ve cahiller; oniki tarikattan birine dâhil olmayanları kınayıp aşağılamak maksadıyla; ‘siz onüçüncü tarikatsınız,’ siz hak olan oniki tarikat harici yanlış yoldasınız ifadesiyle bu on iki tarikat haricindekileri itham ederler.
      İşte, zamanında böyle itham ve saldırılara maruz kalarak, ‘siz oniki hak (doğru) yol’un dışında kalan onüçüncü tarikatsiniz’ diyen cahil gafil tarikatçılara hitaben Malik Efendi; Hak ile oldu bugün pazarımız, yani bizim müşahâdemiz daima Cenab-ı Hak oldu ve hep Cemâl-ı Hakk'a verdik nisbet varlığımızı. Biz melâmet neş’esi olan fenafillâh keşfi irfanıyla nisbet varlığımızı Allah’ta yok / fena ettiğimizden, benliğin sevap günah defterlerini ilâhi aşk ateşiyle yakmışız. Cahil ve gafiller bize ko desinler onüçüncü tarikiz, diyor. 

Âlem-i Lâhûta pervaz etmişiz
"Lâ Fettâ illâ Aii" dir virdimiz
Yâdıyla hem ruz u şeb dir kârımız
Ko desinler onüçüncii tarikiz

      Âlem-i lahût:Ruhaniyet, mana âlemi, Pervaz: Uçmak, yükselmek, “Lâ fettâ illâ Ali”: Ali den başka fethedici yoktur (hadisi şerif),Yâd: Hatırda tutma, uyanıklık, Ruzu şeb:Gündüz ve gece demektir.
      Malik Efendi Hazretleri biz nisbet varlığımızı fenaya / yokluğa eriştirmekle âlemi lâhut olan ruhaniyete, yani vahdet-i zat âlemine pervaz ederek yükselmişiz. Hz. Resulullah’ın:“La fetta illa Ali – Ali den başka fethedici yoktur.”hadis-i şerifi bizim virdimizdir, halimiz ve anlayışımızdır, diyor. Ki bu hadisi şerif’te, Hz. Ali’nin imam olduğu velayet mertebesiyle, yani tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat irfanı ile kul’un nisbet varlığından hâsıl olan gaflet ve cehaletin fethedilerek. Velayet mertebesi keşfiyle kul’un Hakk’a vasıl olabileceği beyan edildiğinden Malik Efendiruzu şeb / gece gündüz velâyet mertebesi yâdıdır, yani velayet keşfi irfan uyanıklığıdır kulluğumuzun kazancı kârı diyor. Ve devamla, gafil ve cahiller bize ko desinler onüçüncü tarikiz, buyuruyor.



Nûrîdir sitt-i cihet dildarımız
Onun için ol gül’edir zarımız
Hilmi ya hubb-i hakikat virdimiz
Ko desinler onüçüncü tarikiz

Sitti cihet: Altı yön, taraf, Dildar: Kalbi hükmü altında tutan sevgili, maşuk, Zar: ağlama, sızlama, inleme, Hubb-i hakikat: Hakikat sevgisi, aşkı anlamındadır.
Meslek-i Resul’de tevhid mertebeleri / makamları yedi mertebe olarak ifade olunur. Ki bu mertebelerden tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat, cem, Hazret-ül cem ve cemmül cem olan altı mertebeyi mürşidi kâmil telkin eder, fakat yedincisi olan ehadiyet makamını kâmil mürşid telkin edemez. Çünkü yedinci makam Hz. Resulullah Efendimiz’in özel makamı olup bu makama Hz. Resulullah’ın (sav) izni ile teberrüken girildiğinden, bu makamı hiçbir kâmil mürşid telkin edemez.
Ki mürşidi kâmilin telkin ettiği altı tevhid mertebesi, uluhuyetin / Allah’ın altı makamlarıdır ve bu altı mertebe ile Cenab-ı Hak zahir olur ve mümin kulunun kalbine sığar. Bunu ifadeyle Rabbimiz; “Ben yerlerime ve göklerime sığmam mümin kulumun kalbine sığarım” (Hadisi kutsi) buyurur. Ki Hakk’ın mümin kulun kalbine sığması; kâmil mürşidin telkin ettiği daim zikir uyanıklığı ve Allah’ın bu altı makam irşadıyla kulda hâsıl olan şuhut ve irfaniyete sığmasıdır.
      Bu itibarla sitt-i cihet yani altı yön taraf ifadesinden maksat; ilâhi sevgilinin altı uluhuyet mertebesiyle kulun gönlünde tecelli etmesidir. Ki Malik Efendimiz’in. Hz. Hilmi lakabıyla bunu ifade ederek: sitte-i cihet, yani Hz. Pir Efendimiz’in halifesi olan mürşidi kâmilin telkin ettiği altı tevhid mertebesiyle kalbimize hükmeden dildar (ilâhi sevgili) ile zevki sefada olmamız, Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.nin şahsında tasnifi düzenlenmesi zahir olan meslek-i Resulu Melami al-i prensipler telkini sayesin-dedir. Ki, Onun içindir o gül’e zarımız, yani Muhammed-i gül kokan âl-i prensipler irşadına mazhar olma derdi içindir zar edip inlememiz diyor. Ve devamla, ilmi hakikat keşfi irfanıyla muhab-bet etmektirmelâmete erişmiş kulluğumuzdaki ahvâli virdimiz, cahil ve gafiller bize; ko desinler onüçüncü tarikiz buyuruyor.

Hiç yorum yok: