ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Kalp içinde Hak dedi vardır maraz
Hazik-ı
tabib bulmaktır garaz
Maraz:Hastalık, dert, Hazık:Maharetli, işinin ehli, mütehassıs, dini iyi
bilen arif olan, demektir. Kalbin marazlarını / hastalıklarını ifadeyle Kur’an-ı
Kerim’de;“…kalblerinde maraz / hastalık olanlar şöyle diyorlardı… (Ahzab,12 - En’fal,49) buyrulur. Ki
kalb’in hastalıkları, daha evvelde beyan edildiği gibi şirk, isyan, günah gibi
olan manevi hastalıklardır. Kalpteki bu hastalıklardan arınıp kurtulmak için
muhakkak hazık, yani maharetli
işinin ehli mütehassıs, dini iyi bilen arifibillâh ve kâmil bir tabib (doktor)
bulmak gereklidir. Ki bu tabib, her zaman bu âlemde var olan zamanın kâmil-i
mürşidi’dir.
Bunu ifadeyle, kalbin içinde maraz vardır dedi Cenab-ı Hak deniyor. Ve
devamla, bu hastalıklardan kurtulmaktan garaz
/ maksat, muhakkak hazik-ı tabib
olan kâmil bir mürşid bulmaktır, buyruluyor.
Saykal-ı
zikrile ver kalbe cilâ
Feyz-i
akdesde ola kalbin hıyaz
Saykal:Cilâ,
Hıyaz:Havuzlar, Feyz-i akdes:Allah’ın
zatın-dan gelen arınmış bol ve bereketli feyz ikramı demektir. Hadisi şerifte; “Kalpler
demir gibi paslanır, nasıl demirin cilâsı varsa kalbin cilâsı da zikrullahtır”
buyurulmuş olduğundan, beyitte kalbini zikri daim ile cilâlandır da, kalbin
Allah’ın zatından ikram ettiği bol ve bereketli ikram ve doğuşların havuzu
olsun deniyor.
Ehl-i Kemâl; “Kalb-i zikir, tevhid
makamlarının keşfi irfaniyetine istidat (yetenek) hazırlar” demişlerdir.
Ki zikri daim uyanıklığı ve tevhid mertebelerinin keşfi irfanıyla ancak, feyz-i akdes olan ve zat-ı vahdet’ten
gelen bol bereketli feyiz ve marifete ulaşılır.
Bunu ifadeyle kalbin cilâsı olan saykal-i
zikrile ver kalbine cilâ, o zaman zat-ı vahdete ait feyz-i akdes tecellilerine kalbin hıyaz (havuz) olur, buyruluyor.
Gaflet
uykudan uyandır kalbini
Mürşidin
emrine etme itiraz
Gaflet: Uykudur. Uyuyan kimsenin kendinde ve etrafında olan
biten hakikatten, gerçeklerden haberi olur mu? Olmaz. Uyuyan kimsenin etrafını
ve gerçekleri görebilmesi için önce uyanması gerekir. Ve insan uyandıktan sonra
ancak kendinde ve etrafındaki olan biteni görebilir.
Beyitte ifade edilen kalbin gaflet uykusu, kul’un kendinde
ve cümle âlemde mevcut olan Rabbini müşahade etmesine ve Rabbine kavuşmasına
mâni olan gaflet uykusudur.
Bu gaflet
uykusunu ve bu uykudan uyanmayı ifadeyle Kur’an’da; “Rabbini içten yalvararak ve
gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf,205)“…Sakın kalbini zikrimizden gâfil koyduğumuz boş arzularına uymuş
kişiye boyun eğme” (Kehf,28) buyrulur. Bu ve benzeri ayet beyanlarından
anlaşıldığı gibi, kalbi zikr-i dâimle rabbini zikretmeyenleri Kur’an gâfil
olarak vasf ediyor. Ki kalbi, zikr-i daim’le gafletten uyanan bir kulun
uyanıklığı ebedî olup, bu uyanıklık gerek bu âlemde gerekse ahirette ve cümle
âlemlerde ebediyen devam eder. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz “Allah,
bir kulun kalbini zikrullahla kurdu mu bir daha durdurmaz…” demiştir.
Kalbin her
nefeste dâim zikir’le uyanıklığı ebedî bir uyanıklık olduğu gibi, bu âlemde
kalbi zikr-i dâimden mahrum olan insanın gafleti de ebedîdir. Ve bu gaflet, bu
âlemde olduğu gibi ahirette ve cümle âlemlerde de devam eder. Çünkü Kur’an’da;“Bu
dünyada âmâ olan ahirette de kördür…” (İsra, 72) buyrulur. Ki zikri daim haricindeki namaz, oruç, hac vb.
ibadetler, bu âlemde ve unsur bedenle yapılabilir. Fakat berzah ve ahiret
âlemlerinde bu ibadetler yapılmaz. Zikr-i daim ise, kulun var olduğu cümle
âlemlerde yapılıp devam eden ibâdet olmasıyla büyük ibâdettir. Ve bunu beyanla
Cenab-ı Hak; “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz
çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük
ibâdettir.” (Ankebut, 45)
buyurur.
Bunu ifadeyle
her nefeste zikri daimle gaflet uykusundan kalbini uyandır, sana zikri daimi telkin eden kâmil-i Mürşidin emrine asla etme
itiraz, deniyor. Ki, Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Mürşidin vazifesi Allah’ın
emirlerini tebliğden ibarettir”buyurur. Çünkü kâmil olan bir mürşid,
kur’an’daki Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet etmeyi telkin ettiği
gibi, “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi
zikredin.” (Bakara, 239) ayet
beyanı hikmetince, Allahın vahiyle öğrettiği
zikrullahı ve tevhid makamları olan meratibi ilâhiyi telkin edip öğretir.
Arif-i
billâh sözünü dinle gel
Başını vurmak
yolundadır ivaz
İvaz: Bir şeye karşılık verilen veya alınan
şey, Başını vurmak: Başı kesilerek idam
olmak, ölmek demektir. Ki Kur’an-ı Kerim’de, “…Gelin
yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi / kendinizi öldürün. Bu yaratıcınız
katında sizin için daha iyidir…” (Bakara, 54)buyrulur. Bunu
beyanla bir insan, bu yeryüzü olan imtihan âleminde kâmil’in meclisini
bulabilirse, o meclisteki arifibillâh ve ehl-i kemâl fiil, sıfat ve vücut
nisbet varlıklarından arınıp, bunları fene / yok etmesiyle ancak kâmil bir
insan olabileceğini o kişiye söylerler. Eğer o kişi de bu söylenenlere itaat
ederse, kâmil mürşit o’na daim zikir uyanıklığıyla tevhidi efal, tevhidi sıfat
ve tevhidi zat mertebelerini telkin eder. Ve bu mertebelerin keşfi irfanıyla
nisbet varlıklarını fenaya / yokluğa ulaştırmakla kul “nefsini / kendini öldürür.”Ve
ayet beyanı hikmetince başını vermiş olur.
Bunu ifadeyle
Hz.Peygamber Efendimiz;“İnsanlar gaflette-dir, öldükleri zaman
uyanırlar.” buyurması üzerine sahabe; “Ya Resûlullah, gaflette olmak
zarardır. Bu zarardan kurtulmak için ne yapalım?”dediler. Cevaben Hz.
Peygamber Efendimiz; “Ölmeden evvel ölün. Ben size ölmeden
evvel ölmüş; fakat sizler gibi yiyip içer, gezer alışveriş yapanlardan birini
göstereyim: Ebu Bekir’e bakın. O, onlardandır.” buyurmuştur.
Bu itibarla
arif-i billâh
sözünü dinle gel, onların irşadıyla sen “ölmeden
evvel ölmekle” nisbet
varlığını fenaya / yokluğa eriştir. Ve
bil ki, kul’un yaradılışının yüce amacına, insanı kâmil makamına
ulaşabilmesinin ivazı, yani bedeli /
karşılığı bu yolda başını vermektir
buyruluyor. Bunu beyanla Seyfullah Nizamoğlu Hazretleri;
Kıyamazsan
başu cana
Uzak dur
girme meydana
Bu meydanda
nice başlar
Kesilir hiç
soran olmaz, diyor.
Sureti
düzmeğe hiç bakma sakın
Nefsini kes
al elinde bir makaz
Daha evvelde beyan edildiği gibi Hz.Pir; “Kişi ulviyete yükselirse ruh
tabir olunur, sufliyete düşerse nefs tabir olunur.” buyurur ki, insanın
nefs süfliyetinden (aşağılığından) ruhaniyete terakki edip insanı kâmil
olabilmesi için, nefsin süfliyet tesirini tesirini keserek arınması icap
eder.
Bu itibarla suret düzmek, erkeklerde herkesin dikkatini çekecek şekilde sakal
bırakıp tıraş olmak, cübbe giymek, başına takke takmak, sarık sarmak vb.
şekilde kişinin dindarlığını sergileyen davranış ve ahvalidir. Kadınlarda ise,
herkes gibi başını sıradan bağlamayıp kıyafet giymeyerek, mensubu olduğu
tarikata veya cemaata aidiyetini ve dindarlığını halka teşhir edecek şekilde
başındaki örtüyü bağlamak, kıyafetler giymek gibi, hal ve tavırlarıdır. Bu
ahvâl ve davranışlar kişiyi terakki ettirmediği gibi, onun ruhani gelişmesini
engelleyen ve insanı kâmil olmasına hiçbir katkı, fayda sağlamayan nefsâni
davranışlardır. Halbûki bir kul nefsaniyetle, yani nefsin isteklerini yerine
getirmekle ulviyete ve ruh göklerine yükselemez. Ve ruh’a mensub olmayan kimse
de, asla insanı kâmil olamaz.
Bunu
ifadeyle ulviyete yükselerek ruh’a mensub ve insanı kâmil olmak istersen,
nefsin isteklerine uyarak şekil ve sureti
düzmeğe hiç bakma sakın. Zamanın mürşidi kâmilini bul, onun âli prensipler
telkini makasını eline alarak nefsin
heva ve isteklerini kes at. O zaman
ruhaniyete yükselip insanı kâmil olursun deniliyor.
Zikr-i zatı
kıl tefekkür her yere
Gönül içre
zikr-i Hakkı kıl kabz
Kabz:
Tutmak, ele almak, kavrmak, tahsil etmek anlamında-dır. “...Bilmediklerinizi size öğreten
Allah’ı, size öğrettiği gibi zikredin.” (Bakara, 239) Kur’an beyanı icabınca Hakk’ın vahiyle kullarına
öğrettiği zikir; “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat
edin, kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” Ayet ve benzeri
ayetlerle de açıkça beyan olunduğu gibi, “kalp” ile ve “Allah” ismiyle yapılan
zikirdir.
Yine “…Ayakta
iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikredin…” (Nisa, 103) ayet beyanında açıkça ifade edildiği gibi Cenab-ı Hak, “ayakta,
oturarak ve yatarak” yani her nefesteAllah ismiyle
zikredilmesini buyuruyor. Ve “Gönül / kalp ehli o kişilerdir ki; ayakta,
otururken, yatarken hep Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı
hakkında derin derin düşünürler / tefekkür ederler.” (Âl-i İmrân, 191) ayet beyanıyla da her
nefeste zikri daimle zikredenleri yüce Allah, bizlere örnek gösterdiği gibi,
bunların tefekkür ederek te zikrettiklerini, yani tefekküri zikre de aşina
olduklarını ifade ediyor. Çünkü tefekkür, esrar-ı ilahîyi düşünmek ve
araştırmak olduğu için, Allah zikrine mazhar olmuş bir kalp / gönül ile yapılan
tefekkür, ilahî tefekkürdür. Ve ancak ilahî tefekkürden fikrullah hâsıl olur.
Bunu beyanla İsmail bursevi Hz; “Zikri daimle uyanık olan kalpteki tefekkür
ile fikrullah zahir olur (meydana gelir.) Zikri daimle uyanmamış bir kalbin
tefekküründen ise, felsefe zahir olur.” buyurmuştur.
Bu itibarla meslek-i Resul’de zikir salikine “zikrin
nedir?” diye sorulsa, “Fikrimdir.” der. “Fikrin
nedir?” diye sorulsa, “Zikrimdir” der. Ve ehl-i kemâl; “Dervişin
zikri ne ise, fikri de odur” demişlerdir.
Cenab-ı Hakk’ın vücut(varlık),vahdaniyet (birliği),kıdem(ezeli, evveli, olmaması). bekâ (sonu olmaması),kıyam bi nefsihi (varlığının nefsiyle
var olması) ve muhalefetün-lil havadis
(zatının yaratılmış olanlara benzememesi) olan zat-i sıfatlarının nasıllığını,
niceliğini tefekkür etmek, Hakk’ın zat’ını tefekküri zikir ile zikretmektir. Ve
bunu ifadeyle ayakta otururken ve yatarken her nefeste zikr-i Hakkı, yani Allah zikrini
kalp / gönül
içre kabz (kavrayıp muhafaza) et. O zaman zikr-i zat’ın her yerdeki mevcudiyetinin nasıllığını niceliğini tefekkür kılarsın, buyruluyor. Allahulem.
Mürşidin
emrile haşrol Hilmi'ya
Hak yolunda
oimayasın mu’teriz
Mu’teriz: Karşı çıkan, itiraz eden,
Haşrolma: Toplanma, Mürşidin emri ile haşrolmak ise:Kâmil
mürşidin telkin-i irşadı olan zikri daim uyanıklığı ve meratibi ilâhi / Allah’ın
makamları müşahadesinde toplanıp haşrolmaktır. Bunu ifadeyle Kur’an’da,“Ey iman edenler! Sizi, size
hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin. Bilin
ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız O’na
dönüp toplanacaksınız / haşr olacaksınız.” (Enfal, 24) buyrulur. Ki ayette geçen “Allah ve Resul” daveti,
Resulullah’ın suret ve mazharından yapılan Allah’ın davetidir. Zira Resul,
Allah’ın kendine vahyettiğini tebliğ eder.
Peygamberlik
Hz.Muhammed (s.a.v) ile son bulduktan sonra tebliğ, “peygamber varisi” olan insanı kâmil veliler tarafından
yapılmaktadır. Bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Nübuveti risale Hz. Muhammed ile
son bulmuştur. Nübuveti teşri’a (peygamberliğin
açıklanması) ise, insan-ı kâmil veliler
ile devam etmektedir”buyurmuştur. Bu itibarlazamanın hidayet davetçisi
ve resulullahın varisi olan kâmil-i mürşidin telkin ve tebliği de, kâmilin
kendisine ait olmaz. Kâmilin telkini, kendisinde emanet olunan Allah’ın
emirlerinden başka bir şey olmadığından, kâmilin telkin ve tebliği Allah’ın
davetidir.
İmamı Gazali
Hz. “Taklidi
iman, istidlâli / delilli iman ve hakiki / gerçek iman olmakla iman üç
kısımdır.” buyurur ki taklidi iman, insanın annesini babasını veya
itibar ettiği bir kimseyi takliden iman ederek mümin olmasıdır. İman ettiği
Allahı araştırıp deliller bularak bu delillerle iman etmek, istidlâl / delilli
iman’la mümin olmaktır. Zikri daim uyanıklığı ve Allahın makamları keşfi
irfanıyla iman etmek ise, hakiki / gerçek imandır. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da; “Gerçek
/ hakiki müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalbleri
titrer ve onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını arttırır
ve onlar yalnız Rablerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfal, 2) “İşte gerçek / hakiki mümin olan onlardır…” (Enfal, 4) buyrulur.
Yine Kur’an’da;“Ey
iman edenler, iman edin…” (Nisa,
136)beyanı vardır. Ki bu ayetin anlamı: ‘Ey taklid ve istidlâl /
deliller ile iman etmiş olan müminler, hakiki / gerçek imana erişen müminlerden
olun’ demektir. Çünkü hakiki imana ancak, zamanın mürşidi kâmilin’in zikri
daim ve Allahın makamları telkin ve irşadına mazhar olabilen taklid ve istidlâl
müminleri ulaşabilirler. Bu itibarla ayetteki;“Ey iman edenler! Sizi, size
hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin. Bilin
ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız O’na
dönüp toplanacaksınız / haşr olacaksınız.” (Enfal, 24) ayetindeki “Ey iman edenler!” ifadesiyle davet
edilen müminler, taklid-i iman ve istidlâl-i (delilli) iman müminleridir. Ve
eğer bu müminler, zamanın mürşidi kâmilinin davetine icabet ederlerse bunlar,
zikri daim uyanıklığı ve Allah’ın makamları keşfi irfanıyla “hayat
bulup,” hakiki / kâmil iman mümini olurlar. Ve Allah’a yönelip,“Allah’ta
haşrolurlar / toplanırlar.”
Bunu beyanla Malik Ef. kendini muhatap ederek Hilmi
lakâbıyla bizlere; Ey Hilmi, zamanın kâmil-i mürşidin’in telkin-i emri olan
Allahın makamları keşfi irfanıyla Allah’ta haşrol,
diyor. Ve devamla Hak yolunda kâmil’e
itiraz ederek olmayasın muteriz buyuruyor.
Çünkü kâmil olan bir mürşid, vahiyle çelişecek hiçbir şey tebliğ etmez. O
Allah’ın emir ve yasakları olan âli prensipleri telkin eder.
Mesela, kâmil beş vakit namazını kıl dediğinde bu emir kimindir? Elbette
Allah’ın emridir. Ramazan orucunu tut dediğinde bu emir kimindir? Elbette
Allah’ın emridir. Kâmil yalan söyleme, zina yapma, içki ve uyuşturucu gibi
keyif veren şeylere, kumara yanaşma, kimselere kötülük yapma dediğinde bu
yasaklar kime aittir? Elbette Allah’a aittir. Her nefeste Allah’ı zikret
dediğinde bu emir kimindir? Elbette Allahın emridir. Kur’an’ın;“…İşlerin
tümü Allah’ındır” (Ra’d, 31) “…Sizi de fiilinizi de yaratan Allah’tır.”
(Saffat, 96) beyanınca kâmil, ‘her fiilin faili Allah’tır’ dediğinde, bu
ifade kimindir? Elbette Allah’ın vahiyle olan ifadesidir. Bunun için ehl-i
kemâl; “Kâmil-i mürşidin telkin-i emrini tutmamak, Allah’ın emrini
tutmamaktır” demişlerdir. İşte Malik Efendinin itiraz ederek muteriz
olma demesi, Hak yoldaki bu ve benzeri emirler yasaklar ve Allah’ın makamları
telkin-i tebliği olan âli prensiplere itiraz edip karşı çıkma demektir. Her
şeyi en iyi bilen Allah’tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder