18 Şubat 2016 Perşembe

Kalp içinde Hak dedi vardır maraz



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN



Kalp içinde Hak dedi vardır maraz
Hazik-ı tabib bulmaktır garaz

        Maraz:Hastalık, dert, Hazık:Maharetli, işinin ehli, mütehassıs, dini iyi bilen arif olan, demektir. Kalbin marazlarını / hastalıklarını ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“…kalblerinde maraz / hastalık olanlar şöyle diyorlardı… (Ahzab,12 - En’fal,49) buyrulur. Ki kalb’in hastalıkları, daha evvelde beyan edildiği gibi şirk, isyan, günah gibi olan manevi hastalıklardır. Kalpteki bu hastalıklardan arınıp kurtulmak için muhakkak hazık, yani maharetli işinin ehli mütehassıs, dini iyi bilen arifibillâh ve kâmil bir tabib (doktor) bulmak gereklidir. Ki bu tabib, her zaman bu âlemde var olan zamanın kâmil-i mürşidi’dir.
      Bunu ifadeyle, kalbin içinde maraz vardır dedi Cenab-ı Hak deniyor. Ve devamla, bu hastalıklardan kurtulmaktan garaz / maksat, muhakkak hazik-ı tabib olan kâmil bir mürşid bulmaktır,  buyruluyor.

Saykal-ı zikrile ver kalbe cilâ
Feyz-i akdesde ola kalbin hıyaz

      Saykal:Cilâ, Hıyaz:Havuzlar, Feyz-i akdes:Allah’ın zatın-dan gelen arınmış bol ve bereketli feyz ikramı demektir. Hadisi şerifte; “Kalpler demir gibi paslanır, nasıl demirin cilâsı varsa kalbin cilâsı da zikrullahtır” buyurulmuş olduğundan, beyitte kalbini zikri daim ile cilâlandır da, kalbin Allah’ın zatından ikram ettiği bol ve bereketli ikram ve doğuşların havuzu olsun deniyor.
Ehl-i Kemâl; “Kalb-i zikir, tevhid makamlarının keşfi irfaniyetine istidat (yetenek) hazırlar” demişlerdir. Ki zikri daim uyanıklığı ve tevhid mertebelerinin keşfi irfanıyla ancak, feyz-i akdes olan ve zat-ı vahdet’ten gelen bol bereketli feyiz ve marifete ulaşılır.
      Bunu ifadeyle kalbin cilâsı olan saykal-i zikrile ver kalbine cilâ, o zaman zat-ı vahdete ait feyz-i akdes tecellilerine kalbin hıyaz (havuz) olur, buyruluyor.
Gaflet uykudan uyandır kalbini
Mürşidin emrine etme itiraz

      Gaflet: Uykudur. Uyuyan kimsenin kendinde ve etrafında olan biten hakikatten, gerçeklerden haberi olur mu? Olmaz. Uyuyan kimsenin etrafını ve gerçekleri görebilmesi için önce uyanması gerekir. Ve insan uyandıktan sonra ancak kendinde ve etrafındaki olan biteni görebilir.
Beyitte ifade edilen kalbin gaflet uykusu, kul’un kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Rabbini müşahade etmesine ve Rabbine kavuşmasına mâni olan gaflet uykusudur.
      Bu gaflet uykusunu ve bu uykudan uyanmayı ifadeyle Kur’an’da; “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf,205)“…Sakın kalbini zikrimizden gâfil koyduğumuz boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme” (Kehf,28) buyrulur. Bu ve benzeri ayet beyanlarından anlaşıldığı gibi, kalbi zikr-i dâimle rabbini zikretmeyenleri Kur’an gâfil olarak vasf ediyor. Ki kalbi, zikr-i daim’le gafletten uyanan bir kulun uyanıklığı ebedî olup, bu uyanıklık gerek bu âlemde gerekse ahirette ve cümle âlemlerde ebediyen devam eder. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz “Allah, bir kulun kalbini zikrullahla kurdu mu bir daha durdurmaz…” demiştir.
      Kalbin her nefeste dâim zikir’le uyanıklığı ebedî bir uyanıklık olduğu gibi, bu âlemde kalbi zikr-i dâimden mahrum olan insanın gafleti de ebedîdir. Ve bu gaflet, bu âlemde olduğu gibi ahirette ve cümle âlemlerde de devam eder. Çünkü Kur’an’da;“Bu dünyada âmâ olan ahirette de kördür…” (İsra, 72) buyrulur. Ki zikri daim haricindeki namaz, oruç, hac vb. ibadetler, bu âlemde ve unsur bedenle yapılabilir. Fakat berzah ve ahiret âlemlerinde bu ibadetler yapılmaz. Zikr-i daim ise, kulun var olduğu cümle âlemlerde yapılıp devam eden ibâdet olmasıyla büyük ibâdettir. Ve bunu beyanla Cenab-ı Hak; “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük ibâdettir.” (Ankebut, 45) buyurur.
      Bunu ifadeyle her nefeste zikri daimle gaflet uykusundan kalbini uyandır, sana zikri daimi telkin eden kâmil-i Mürşidin emrine asla etme itiraz, deniyor. Ki, Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Mürşidin vazifesi Allah’ın emirlerini tebliğden ibarettir”buyurur. Çünkü kâmil olan bir mürşid, kur’an’daki Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet etmeyi telkin ettiği gibi, “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi zikredin.” (Bakara, 239) ayet beyanı hikmetince, Allahın vahiyle öğrettiği zikrullahı ve tevhid makamları olan meratibi ilâhiyi telkin edip öğretir.

Arif-i billâh sözünü dinle gel
Başını vurmak yolundadır ivaz

İvaz: Bir şeye karşılık verilen veya alınan şey, Başını vurmak: Başı kesilerek idam olmak, ölmek demektir. Ki Kur’an-ı Kerim’de, “…Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi / kendinizi öldürün. Bu yaratıcınız katında sizin için daha iyidir…” (Bakara, 54)buyrulur. Bunu beyanla bir insan, bu yeryüzü olan imtihan âleminde kâmil’in meclisini bulabilirse, o meclisteki arifibillâh ve ehl-i kemâl fiil, sıfat ve vücut nisbet varlıklarından arınıp, bunları fene / yok etmesiyle ancak kâmil bir insan olabileceğini o kişiye söylerler. Eğer o kişi de bu söylenenlere itaat ederse, kâmil mürşit o’na daim zikir uyanıklığıyla tevhidi efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat mertebelerini telkin eder. Ve bu mertebelerin keşfi irfanıyla nisbet varlıklarını fenaya / yokluğa ulaştırmakla kul “nefsini / kendini öldürür.”Ve ayet beyanı hikmetince başını vermiş olur. 
      Bunu ifadeyle Hz.Peygamber Efendimiz;“İnsanlar gaflette-dir, öldükleri zaman uyanırlar.” buyurması üzerine sahabe; “Ya Resûlullah, gaflette olmak zarardır. Bu zarardan kurtulmak için ne yapalım?”dediler. Cevaben Hz. Peygamber Efendimiz; Ölmeden evvel ölün. Ben size ölmeden evvel ölmüş; fakat sizler gibi yiyip içer, gezer alışveriş yapanlardan birini göstereyim: Ebu Bekir’e bakın. O, onlardandır.” buyurmuştur.      
        Bu itibarla arif-i billâh sözünü dinle gel, onların irşadıyla sen “ölmeden evvel ölmekle nisbet varlığını fenaya  / yokluğa eriştir. Ve bil ki, kul’un yaradılışının yüce amacına, insanı kâmil makamına ulaşabilmesinin ivazı, yani bedeli / karşılığı bu yolda başını vermektir buyruluyor. Bunu beyanla Seyfullah Nizamoğlu Hazretleri;

Kıyamazsan başu cana
Uzak dur girme meydana                  
Bu meydanda nice başlar
Kesilir hiç soran olmaz, diyor.

Sureti düzmeğe hiç bakma sakın
Nefsini kes al elinde bir makaz

       Daha evvelde beyan edildiği gibi Hz.Pir; “Kişi ulviyete yükselirse ruh tabir olunur, sufliyete düşerse nefs tabir olunur.” buyurur ki, insanın nefs süfliyetinden (aşağılığından) ruhaniyete terakki edip insanı kâmil olabilmesi için, nefsin süfliyet tesirini tesirini keserek arınması icap eder.  
Bu itibarla suret düzmek, erkeklerde herkesin dikkatini çekecek şekilde sakal bırakıp tıraş olmak, cübbe giymek, başına takke takmak, sarık sarmak vb. şekilde kişinin dindarlığını sergileyen davranış ve ahvalidir. Kadınlarda ise, herkes gibi başını sıradan bağlamayıp kıyafet giymeyerek, mensubu olduğu tarikata veya cemaata aidiyetini ve dindarlığını halka teşhir edecek şekilde başındaki örtüyü bağlamak, kıyafetler giymek gibi, hal ve tavırlarıdır. Bu ahvâl ve davranışlar kişiyi terakki ettirmediği gibi, onun ruhani gelişmesini engelleyen ve insanı kâmil olmasına hiçbir katkı, fayda sağlamayan nefsâni davranışlardır. Halbûki bir kul nefsaniyetle, yani nefsin isteklerini yerine getirmekle ulviyete ve ruh göklerine yükselemez. Ve ruh’a mensub olmayan kimse de, asla insanı kâmil olamaz.
   Bunu ifadeyle ulviyete yükselerek ruh’a mensub ve insanı kâmil olmak istersen, nefsin isteklerine uyarak şekil ve sureti düzmeğe hiç bakma sakın. Zamanın mürşidi kâmilini bul, onun âli prensipler telkini makasını eline alarak nefsin heva ve isteklerini kes at. O zaman ruhaniyete yükselip insanı kâmil olursun deniliyor.

Zikr-i zatı kıl tefekkür her yere
Gönül içre zikr-i Hakkı kıl kabz

      Kabz: Tutmak, ele almak, kavrmak, tahsil etmek anlamında-dır. “...Bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi zikredin.” (Bakara, 239) Kur’an beyanı icabınca Hakk’ın vahiyle kullarına öğrettiği zikir; “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” Ayet ve benzeri ayetlerle de açıkça beyan olunduğu gibi, “kalp” ile ve “Allah” ismiyle yapılan zikirdir.
      Yine “…Ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikredin…” (Nisa, 103) ayet beyanında açıkça ifade edildiği gibi Cenab-ı Hak, “ayakta, oturarak ve yatarak” yani her nefesteAllah ismiyle zikredilmesini buyuruyor. Ve “Gönül / kalp ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken hep Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler / tefekkür ederler.” (Âl-i İmrân, 191) ayet beyanıyla da her nefeste zikri daimle zikredenleri yüce Allah, bizlere örnek gösterdiği gibi, bunların tefekkür ederek te zikrettiklerini, yani tefekküri zikre de aşina olduklarını ifade ediyor. Çünkü tefekkür, esrar-ı ilahîyi düşünmek ve araştırmak olduğu için, Allah zikrine mazhar olmuş bir kalp / gönül ile yapılan tefekkür, ilahî tefekkürdür. Ve ancak ilahî tefekkürden fikrullah hâsıl olur. Bunu beyanla İsmail bursevi Hz; “Zikri daimle uyanık olan kalpteki tefekkür ile fikrullah zahir olur (meydana gelir.) Zikri daimle uyanmamış bir kalbin tefekküründen ise, felsefe zahir olur.” buyurmuştur.
Bu itibarla meslek-i Resul’de zikir salikine “zikrin nedir?” diye sorulsa, “Fikrimdir.” der. Fikrin nedir?” diye sorulsa, “Zikrimdir” der. Ve ehl-i kemâl; “Dervişin zikri ne ise, fikri de odur” demişlerdir.
Cenab-ı Hakk’ın vücut(varlık),vahdaniyet (birliği),kıdem(ezeli, evveli, olmaması). bekâ (sonu olmaması),kıyam bi nefsihi (varlığının nefsiyle var olması) ve muhalefetün-lil havadis (zatının yaratılmış olanlara benzememesi) olan zat-i sıfatlarının nasıllığını, niceliğini tefekkür etmek, Hakk’ın zat’ını tefekküri zikir ile zikretmektir. Ve bunu ifadeyle ayakta otururken ve yatarken her nefeste zikr-i Hakkı, yani Allah zikrini kalp / gönül içre kabz (kavrayıp muhafaza) et. O zaman zikr-i zat’ın her yerdeki mevcudiyetinin nasıllığını niceliğini tefekkür kılarsın, buyruluyor. Allahulem.

Mürşidin emrile haşrol Hilmi'ya
Hak yolunda oimayasın mu’teriz

      Mu’teriz: Karşı çıkan, itiraz eden, Haşrolma: Toplanma, Mürşidin emri ile haşrolmak ise:Kâmil mürşidin telkin-i irşadı olan zikri daim uyanıklığı ve meratibi ilâhi / Allah’ın makamları müşahadesinde toplanıp haşrolmaktır. Bunu ifadeyle Kur’an’da,“Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin. Bilin ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız O’na dönüp toplanacaksınız / haşr olacaksınız.” (Enfal, 24) buyrulur. Ki ayette geçen “Allah ve Resul” daveti, Resulullah’ın suret ve mazharından yapılan Allah’ın davetidir. Zira Resul, Allah’ın kendine vahyettiğini tebliğ eder.
      Peygamberlik Hz.Muhammed (s.a.v) ile son bulduktan sonra tebliğ, “peygamber varisi” olan insanı kâmil veliler tarafından yapılmaktadır. Bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Nübuveti risale Hz. Muhammed ile son bulmuştur. Nübuveti teşri’a (peygamberliğin açıklanması) ise, insan-ı kâmil veliler ile devam etmektedir”buyurmuştur. Bu itibarlazamanın hidayet davetçisi ve resulullahın varisi olan kâmil-i mürşidin telkin ve tebliği de, kâmilin kendisine ait olmaz. Kâmilin telkini, kendisinde emanet olunan Allah’ın emirlerinden başka bir şey olmadığından, kâmilin telkin ve tebliği Allah’ın davetidir.
      İmamı Gazali Hz. “Taklidi iman, istidlâli / delilli iman ve hakiki / gerçek iman olmakla iman üç kısımdır.” buyurur ki taklidi iman, insanın annesini babasını veya itibar ettiği bir kimseyi takliden iman ederek mümin olmasıdır. İman ettiği Allahı araştırıp deliller bularak bu delillerle iman etmek, istidlâl / delilli iman’la mümin olmaktır. Zikri daim uyanıklığı ve Allahın makamları keşfi irfanıyla iman etmek ise, hakiki / gerçek imandır. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da; “Gerçek / hakiki müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalbleri titrer ve onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfal, 2) “İşte gerçek / hakiki mümin olan onlardır…” (Enfal, 4) buyrulur.
      Yine Kur’an’da;“Ey iman edenler, iman edin…” (Nisa, 136)beyanı vardır. Ki bu ayetin anlamı: ‘Ey taklid ve istidlâl / deliller ile iman etmiş olan müminler, hakiki / gerçek imana erişen müminlerden olun’ demektir. Çünkü hakiki imana ancak, zamanın mürşidi kâmilin’in zikri daim ve Allahın makamları telkin ve irşadına mazhar olabilen taklid ve istidlâl müminleri ulaşabilirler. Bu itibarla ayetteki;“Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman Allah’a ve Resulüne icabet edin. Bilin ki, şüphesiz Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz hakikaten yalnız O’na dönüp toplanacaksınız / haşr olacaksınız.” (Enfal, 24) ayetindeki “Ey iman edenler!” ifadesiyle davet edilen müminler, taklid-i iman ve istidlâl-i (delilli) iman müminleridir. Ve eğer bu müminler, zamanın mürşidi kâmilinin davetine icabet ederlerse bunlar, zikri daim uyanıklığı ve Allah’ın makamları keşfi irfanıyla “hayat bulup,” hakiki / kâmil iman mümini olurlar. Ve Allah’a yönelip,“Allah’ta haşrolurlar / toplanırlar.
Bunu beyanla Malik Ef. kendini muhatap ederek Hilmi lakâbıyla bizlere; Ey Hilmi, zamanın kâmil-i mürşidin’in telkin-i emri olan Allahın makamları keşfi irfanıyla Allah’ta haşrol, diyor. Ve devamla Hak yolunda kâmil’e itiraz ederek olmayasın muteriz buyuruyor. Çünkü kâmil olan bir mürşid, vahiyle çelişecek hiçbir şey tebliğ etmez. O Allah’ın emir ve yasakları olan âli prensipleri telkin eder.
      Mesela, kâmil beş vakit namazını kıl dediğinde bu emir kimindir? Elbette Allah’ın emridir. Ramazan orucunu tut dediğinde bu emir kimindir? Elbette Allah’ın emridir. Kâmil yalan söyleme, zina yapma, içki ve uyuşturucu gibi keyif veren şeylere, kumara yanaşma, kimselere kötülük yapma dediğinde bu yasaklar kime aittir? Elbette Allah’a aittir. Her nefeste Allah’ı zikret dediğinde bu emir kimindir? Elbette Allahın emridir. Kur’an’ın;“…İşlerin tümü Allah’ındır” (Ra’d, 31) “…Sizi de fiilinizi de yaratan Allah’tır.” (Saffat, 96) beyanınca kâmil, ‘her fiilin faili Allah’tır’ dediğinde, bu ifade kimindir? Elbette Allah’ın vahiyle olan ifadesidir. Bunun için ehl-i kemâl; “Kâmil-i mürşidin telkin-i emrini tutmamak, Allah’ın emrini tutmamaktır” demişlerdir. İşte Malik Efendinin itiraz ederek muteriz olma demesi, Hak yoldaki bu ve benzeri emirler yasaklar ve Allah’ın makamları telkin-i tebliği olan âli prensiplere itiraz edip karşı çıkma demektir. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.

Hiç yorum yok: