18 Şubat 2016 Perşembe

Çün aşka heves etti gönül



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN




Çün aşka heves etti gönül
Nâşiye dedim varından yıkıl

      Naşi:Yetişmiş kimse, şahsiyet demektir. Ki gönlümün Allah aşkı’na heves edip ilâh-i sevgiliye yönelmesiyle şahsıma; gaflet ve cehaletle kendine nisbet ettiğin varlığını, (benliğini) fenafillâh keşfi irfanıyla yokluğa eriştirerek yıkıl dedim, buyruluyor. 

Sevdiğime can versem acep değil
Çü andan ayru yaşamak müşkül

       Aceb:Çok acayib pek tuhaf, Müşkül: Problem, zorluk, demektir. Buna göre ilâh-i sevgili uğrunda can vermek, âşık için tuhaf ve acaib olmaz. Çünkü Kur’an’daki;“...Gelin yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi / kendinizi öldürün. Bu yaratıcınız katında sizin için daha iyidir…” (Bakara, 54) beyanı. Ve Hz. Resulullah’ın; “Ölmeden evvel ölünüz” ifadesi, insanların cehaletle kendilerine / nefslerine nisbet ettiği can-ı varlıklarını fena ederek,  yokluğa ulaştırmalarını buyurduğundan cümle ehli kemâl, ilâhi sevgiliye kavuşmak için muhakkak can vermek gerektiğini bilirler.  
      Bu itibarla Hak âşıkları, can-ı varlığı olan nefislerini “ölmeden evvel öldürüp” fena etmekle ancak, ilâh-i sevgiliye ulaşılacağına arif oldukları gibi, onların en korktuğu şey, ilâhi sevgiliden ayrı düşüp ayrı kalmaktır. Onun için ilâh-i sevgiliden ayrı kalmamak ve ilâh-i sevgiliyi her an müşahade etmek için âşıklar, yokluğa / fenaya erişmiş kulluklarıyla Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet ve itaat ederek yaşarlar. Çünkü aşığın kulluğu huri, gılman, köşk vb. cennet nimetleri için olmaz. Hak âşığı her an sevgiliyle beraber olmaya, sevgiliden ayrı kalmamaya çalışır. 
      Bunu ifadeyle ehl-i kemâl bir hikâye anlatır; Zamanın padişahı cariyelerinden birini diğerlerinden daha fazla sever ve onunla daha çok ilgilenirmiş. Bu durum diğer cariyeler arasında kıskançlığa ve dedikodulara sebep olmuş ve dedikodular padişahın kulağına kadar gitmiş. Bunun üzerine padişah bütün cariyelerini toplayıp hazinelerinin olduğu odaya götürüyor ve
-‘Bu gün benim ihsan (karşılıksız verme) günüm, herkes hazinemden en çok neyi severse onu alsın.
Bunun üzerine cariyelerin kimi hazineden beğendiği bilezikler, kimi kolyeler, kimi kemerler vb. değerli eşyalardan alıyorlar. Fakat padişahın iltifat ettiği cariye hazinden hiçbirşey almıyor.
Bunun üzerine Padişah;
-HHherkes en sevdiği şeyleri aldımı? Diyor.
Ve herkes memnuniyetle aldığını söyledikten sonra Padişah hiçbir şey almayan cariyeye;
-Sen neden hiçbir şey almadın’ dediğinde
Cariye;
-Padişahım sen en çok ne seviyorsanız onu alın buyurdunuz, ben senden çok hiçbir şeyi sevmiyorum, benim yegâne sevgilim sensin,  diyor.
Bunun üzerine padişah diğer cariyelere dönüp;
-Onun sizden farklılığını gördünüzmü? Sizin bana olan sevginiz benim malım mülküm içindir, onun sevgisi ise mal ve mülküm için olmayıp benim şahsımadır. Ve bundan dolayı onu hepinizden daha fazla seviyorum’ diyor.
      Bu itibarla ehl-i aşkın kendine nisbet ettiği can-ı varlığını fena ederek ilâh-i sevgiliye vasıl olan kulluğundaki müşkülü, sevgili için can vermek olmayıp, sevgiliden ayrı kalmaktır. Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Sevdiğime can versem acep / acaip tuhaf değil de, çü andan ayru yaşamak bana müşküldür, benim korkumdur, diyor.

Canımdan ayrılmak arzum değil
Varlık onundur beni meyyit bil

  Meyyit:Ölü demektir. Bu yeryüzü âleminde beden-i vücuduyla yaşayan her insan, tabiat nimetleri olan yemek içmek, kendini, aile efradını, malını mülkünü sevmek gibi lezzetlerle gıdalanır. Ve her nefs (şahsıyet), bu gıdalanıp tatmış olduğu lezzetleri elde etmeye yönelik kulluk ile yeryüzünde yaşayarak, o’nu bu lezzetlerden ayıracak olan ölümü istemez ve ölümden çekinir.
      Halbûki nefs (şahıs), ölümün kul’u ahiretteki ebedi hayata terakki ettireceğini (yükselteceğini) düşünmediği gibi, Hz. Resulullah’ın;“Ölmeden evvel ölünüz.”buyruğuna riayetle bu yeryüzü âleminde ölmeden evvel ölerek, yaratılışının ideâl gayesine ulaşıp rabbı’na kavuşacağını da bilmez. Çünkü ölmeden evvel ölmek, kul’un kendinin ve cümle âlemin yokluğuna ve varlık âleminin Hak’tan gayrı bir şey olmadığına arif olmasıdır. Ve nefs (şahıs) bu yokluk / fena irfanı ile rabbı’na kavuşarak ruh’a terekki ederek ruh’a mensub olur. Bunu ifadeyle Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Kişi ulviyete yükselirse ruh, süfliyete düşerse nefs tabir olunur” diyor.
      Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Canımdan ayrılmak arzum değil, yani kulluğumun nefs yönü ile ölmeyi isteyip arzu etmiyorum, fakat fena / yokluk keşfi irfanıyla ruh’a mensub olan kulluğum cümle varlık onun o Allah’ındır,beni meyyit / ölü bil, diyor. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da, “...Her şey fanidir / yoktur, var olan ancak O’nun vechidir / yüzüdür” (Kasas, 88) buyrulur.

Zülf-i yârindir bu zuhura şek etme gel
Hep hüsn-i onun zahir başka değil

Zülf-i yâr:Sevgilinin zülfü, sevgilinin yüzüne sarkmış olarak görünen saçları, Şek: Şüphe, Hüsn: Kemâl eksiksiz olan güzellik, iyilik anlamlarındadır. Buna göre sakın şüphe etme, yârin / sevgilinin tecellileridir zuhur edip açığa çıkan. Hep onun noksansız, eksiksiz kemâl güzelliğidir apaçık zahir olan, buyruluyor.
Çünkü Hakk’ın kemâlini, celâl ve cemâl tecellileri oluşturur. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Yeryüzündeki herkes / her şey fanidir, yokluktadır.Celal ve ikramsahibi olan Rabbinin vechi / yüzü baki’dir.” (Rahman, 26-27) buyrulur ki, bu ayette geçen “ikram,” kerem ismi zuhuru ve cemâl tesirinde olduğu için cemâl demektir. Buna göre ayetin manası; ‘yeryüzündeki cümle varlıklar her an yokluktadır, gözükenler ise varlığı sonsuz, baki olan rabbın celâl ve cemâl yüzüdür’ demektir. Ki bu celâl ve cemâl Rabbın eksiksiz noksansız kemâl güzelliğini oluşturur. Ve ilâh-i aşk’la bu kemâl’e her kim mazhar olursa o, ilâh-i sevgilinin zülüfü olan isim tecellilerini, Rabbin hüsnü vechi (güzel yüzü) olan sıfatlarının zuhuru olarak müşahade eder.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Zülf-i yârindir bu zuhura şek etme gel, hep hüsn-i onunzahir başka değil, buyuruyor. Kisakın şüphe etme, apaçık olan ilâh-i sevgilinin zülüfü olan isimler zuhuru olduğu gibi, gözükenler, ilâh-i sevgilinin kemâl güzelliğinden başka bir şey değildir,demektir.

Cümle eşya ka’im onunla ey dil
Görünen cilvesidir gözleri sil

Gözüken cümle eşya Hakk’ın tecellileri ile kaimdir, mevcuttur. Eğer Allah’u taalâ yarattığı cümle varlıklara ve eşyaya ‘Ben sizden ayrılıyorum ne haliniz varsa görün” demiş olsa, ne bir varlık, nede bir eşya kalır. Çünkü hepsinin yani cümle yaratılmışların varlığı, rabbin tecellileri görüntüsünden başka bir şey değildir. Ki, bu ilâh-i sevgilinin cilvesi olup Rabbin güzelliğini sergilemesidir. İşte daim zikir ve tevhidi hakiki keşfi irfanıyla gayrıyetten / masivadan arınmış olan Hak âşıkları, ilâh-i sevgilinin cilvesini, yani Rabbin tecellileriyle sergilediği güzelliğini görüp müşahade ederler.
       Bunu beyanla cümle eşya ka’im onunla ey dil(gönül), Görünen cilvesidir, yani tüm gözükenler ilâh-i sevgilinin zuhuruyla sergilediği güzelliğinden başka bir şey değildir. Ki bu müşahedeye erişmek için gözlerini zikri daim ve tevhidi hakiki irfanıyla gayrıyetten / masivadan sil, buyruluyor.

Zevk-i hakikatle müşahede kıl
Can gözüyle görünür lezzet -i dil

       Zevk-i hakikat: Tevhidi hakiki keşfi irfanıyla hâsıl olan zevki ilâhidir. Can gözü ile görmek ise: Gerek kendi varlığında gerekse cümle eşyada ilâh-i sevgiliden gayrı görmemek olup, ancak bu nazar ve görüşle dil / gönül lezzetlenerek, zevkullaha mazhar olur, deniliyor.


Senliğin Hilmi perdedir yırtgil
Gayrı yok heme ol ma’şuk bilgil

 Aşığın ilâh-i sevgiliye kavuşmasının yolundaki en büyük engel, insanın kendine nisbet ettiği varlığıdır. Ki bu varlık, ancak “Ölmeden evvel ölün” (Hadisi şerif) buyruğuna itaatla fena bulup yokluğa ulaşır. Ve o zaman âşık “Doğu da batı da Allah’ındır, yüzünüzü nereye çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara, 115) ayetinin hikmeti mazharıyetiyle, her nereye baksa ilâh-i sevgiliyi müşahede eder. 
       Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Hilmisenliğin, yani kendine nisbetle var olduğunu zannettiğin varlığın, ilâhi sevgiliyi görmene perdedir. Ve bu perdeyi fenaya yokluğa eriştirmekle yırtgil, o zaman rabbinden gayrısının yok olduğuna, hemen görünenin ise ol ma’şuk (ilâh-i sevgili) olduğuna arif olup bilgil, diyor. Allahuâlem.

Hiç yorum yok: