18 Şubat 2016 Perşembe

Hoş haberli yel sen ey nesim-i visal



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN



Hoş haberli yel sen ey nesim-i visal
Ki bize erişir zaman-ı visal

Nesim: Hafif hafif ve lâtif tarzda esen ve hoşa giden rüzgâr / yel, Visâl:Vasıl olma, kavuşma,demektir. Ki, Hoş (güzel) iyi haber getiren, tatlı latif bir rüzgâr / yel esintisi gibi ilâhi sevgiliden bahisle sohbet eden, zamanın Mürşid-i Kâmili’nin irşadıyla bizler, ancak ilâh-i sevgiliye vuslata (kavuşmaya) erişebiliriz, buyruluyor.  

Ey kurunun peyki Hak hıfz eyleye
Merhaba merhaba hoşgeldin teal

      Kurun:Asırlar, çağlar, Peyk:Haber getiren götüren, Hıfz: Koruma, muhafaza, Teal: Namı yüce, demektir.
      Yüce yaratıcı olan Allah, insanlığı Peygamber ve evliya elçileri ile uyarır. Ki peygamber elçilerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Hz.Âdem’den beri tüm zamanlarda var olduğu halde, Hz.Ali (kv) ile zahir olan velâyet irşadını yapan evliya elçiler, bu imtihan âlemi olan yeryüzünde kâmil mürşid olarak tüm zamanlarda var olduğu gibi, kıyamete kadar da var olacaklardır. 
      Bunu ifadeyle tüm çağlarda, asırlarda ve zamanda velayet irşadıyla insanlığa Hak’tan haber verip, insanları irşad ve tebliği ile aydınlattığı gibi, bizleri de irşadıyla hıfz eyleyip muhafaza eden, ey namı ulvi / yüce olan zamanın kâmil mürşidi merhaba. Telkin-i irşadınla aydınlattığın bizlere hoş geldin, deniliyor.

Zi selemde selminin hem hali ne
Komşularımız nicedir keyfü hal

Selem: Ayıplardan uzak olmak, Selm: Barış, sulh, itaat anlamlarındadır. Buna göre; her Peygamber kendi peygamberliğini tasdik ettirdiği gibi, kendisinden başka diğer peygamberlerin peygamberliğini de onlardan bahsederek tasdik ettirir. Bunun gibi, zamanın kâmil mürşidi de irşadıyla kendi kemalat ve marifetini tasdik ettirdiği gibi, kendisi haricindeki geçmiş ve mevcut olan ehl-i kemalden de bahsederek, onlarda zahir olan marifet ve kemalatı da tasdik ettirir.
      Bunu ifadeyle ey zamanın mürşidi kâmili; meslek-i Resul âl-i prensipler telkini irşadına itaatla, ayıplardan kurtulup sulh ve salah bulanların kulluk hâllerini bize anlat, deniliyor. Ve devamla, meslek-i Resul âli prensiplerine itaat eden, Muhammed-i kulluğa mazhar ehl-i kemalin keyfi hallerini bize haber verip anlattığın gibi. Muhammed-i kulluğun niceliklerinden ve ahvâlinden de bize bahset, buyruluyor.  

Bezm-î işret meclisi boş kaldı hem
Şol müsahib ü kadehden mâlâmâl

      Bezm-i işret:İlâh-i aşk içkisinin içildiği Hak âşıklarının meclisi, Mâlâmâl:Çok dolu, lebaleb anlamlarındadır.
      Buna göre, bir mürşidin mal mülk zenginliği, zahiren mevki makamının yüksek olması, soyunun filan büyük kişi ya da aşiret ve kabileden olması, Hak âşıkları ve ehl-i kemal arasında o mürşidi şerefli ve itibarlı kılmaz. Çünkü Kur’an’da;“…Halbûki şeref kuvvet ve galibiyet Allah’ındır, peygamberinindir, müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.” (Münafikun, 8) Buyrulur. Ki tüm peygamberlerin ve evliya elçilerin itibar ve şerefleri, Kur’an’da;“Biz sana tekrarlananyedi âyetive şu büyük Kur’an-ı verdik.” (Hicr, 87) olarak ifade edilen “yedi ayet” ten, yani vahiy ve Allahın yedi makamına mazhar olmaktan gelir. Ki bu Allah’ın yedi makamı, zamanın mürşidi kâmilinin yedi tevhid mertebesi telkinidir. Ve kendisinde emanet olan bu yedi tevhid mertebesi telkini, her zamanın kâmili mürşidin’de “tekraren” zahir olur.
      Bu itibarla bir mürşid, meslek-i Resul âli prensipleri ve yedi tevhid makam ahvâl ve kemalatına mazhar oldu ise, ancak bu mazharıyetle şeref bulur, itibarlanır. Ve mürşid itibarlandığı meslek-i resul âli prensipleri, zikri daim ve yedi tevhid makamı telkini irşadıyla da, âşıkların ve ariflerin meclisine de değer katarak, o meclisi de şereflendirip itibarlandırır.
      Bunu ibeyanla, bezm-î işret meclisi boş kaldı hem, şol müsahib ü kadehden mâlâmâl İfadesiyle, ilâh-i aşk içkisinin içildiği âşıkların ariflerin meclisi mürşidi kâmil’siz boş kaldığı gibi, hem de ağzına kadar aşk içkisi ile dolu kadeh ashabı (arkadaşları) olan Hak âşıkları da, başıboş kaldılar buyruluyor. Ki aşk meydanı olan Hak âşıklarının meclisi kâmil mürşid olmaksızın boş kaldığı gibi, o meclisteki âşıkların gönül kadehleri de, Kâmil’in irşadıyla dolup taşmaktan mahrum oldular, demektir.

Gölge bıraktı şimdi firak gecesi
Çeh aceb zahir kıla şebrevân-ı hayal

Firak: Ayrılık, Çeh: Kılıç kını, kılıf,Şeb rev:Gece giden, karanlıkta yürüyen, gece yolculuğu anlamındadır. Geceden maksat vahdet-i ilâhidir, yani Allah’ın birliğidir. Gece yolcularından maksat ise, vahdet-i ilâhi’nin âşığı ve arif-ibillâh olanlardır. Ki hakikatta ilim, Hakk’ın zatına taalluk ederse, yani Hakk’ın zatı ile ilgili ise o anlayış ilim kabul edilir. Çünkü ilim, Allah’ın subut yani sabit değişmeyen sıfatlarındandır ve mefsuf olan zat’ın zuhurudur. Ehl-i hakikat, her ilim tecellisinde mefsuf olan zatı ilâhiyi mevcut olarak müşahede ederler. Fakat Hakk’ın zatına taalluk etmeyen malûmat ve anlayışlar ise fani, yani gelip geçici varlıklarla ilgili olduğundan zan’dır. Ve bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de“…ve gerçekten zan, Hakk’tan yana hiç bir fayda vermez.” (Necm, 28) Başka bir âyette ise “Onlar zandan başka hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki; zan, Hakk’tan hiç bir şey ifade etmez…” (Yunus, 36) buyrulur.
      Bu itibarlaHak âşıkları ilâh-i aşk meclisi meyhanesinde saki olan (içki dağıtan) kâmilin irşad içkisiyle, gönül kadehlerini doldurmakla ilim irfan sarhoşu olurlar. Ve bu sarhoşlukla kâmilden zahir olan marifet ve kemalat tecellisinde, mefsuf olan vahdet-i zatı müşahedeyle, mürşidi kâmile itibar edip hürmet gösterirler. Ve her fırsatta kâmilin irşad-ı sohbetini arzu edip ararlar. Bunu ifadeylegölge bıraktı şimdi firak gecesi, çeh aceb zahir kıla şebrevân-ı hayal beyanıyla, vahdet-i ilâhi gecesine yolculuk yapan âşıkların ariflerin meclisi, aynı kılıcın kından ayrılıp kın’ın kılıçsız kalması gibi, kâmilin meclisten ayrılmasıyla, mecliste sadece kâmilin ismi olan hayal ve gölgesi kaldı. Tıpkı kılıcı olmayan bir kın,kılıf gibi, demektir. 



Kıssa-i aşk inkıta etmez ebed
Nefsim olup anda lisan-ı makal

İnkıta: Tükenme, kesilme, arkası gelmeme,Makal: Söz, lakırtı, söyleyiş, anlamlarında olup. İlâh-i aşkkıssasın’da / hikâyesinde kesiklik olmaz. Çünkü cümle âlemlerin ve varlıkların var oluş sebebi, Hakk’ın Hz. Muhammed’e olan aşkıdır. Ve Hak aşkı tüm zamanlarda, dünyada ahirette ve her âlemde ehl-i kemal ile açığa çıkıp zahir olduğundan devamlı, sonsuz ve ebedidir. Bu itibarlanefsim / şahsım bu sözleri, aşk’ın lisanı / dil’i ile konuşup söyler, deniliyor.

Mahbubumuz kimseye kılmaz nazar
Ah ne büyük hem azim câh-i celâl

     Cah-i: Aşikâr, aleni, gözler önünde, demek olup. Mahbubumuz olan ilâh-i sevgili, aşikâr apaçık olmasına rağmen, azim / büyük ve ana ismi olan celâlin tesiri ile kimselere gözükmez. Yani Hakk’ın zatı mevcudiyeti her bir yaratılanda mevcuttur. Ve Hakk’ın zatı mavcudiyeti yaratılmış olan cümle varlıklardan eğer ayrılmış olsa, hiçbir varlık kalmaz. Çünkü her varlık zatı ilâhi ile var olup zindedir.
     Hakk’ın zatının cümle varlıkta mevcut olduğu halde gözükmemesinin sebebi, Allahın celal ismi tesirinden olur, şöyle ki; Cenab-ı Hak zat-ı ahadiyetinden sıfatlarına, sıfatlarından isimlerine ve ef’aline tecelli ederek zahir olur, açığa çıkar. Ki bizim apaçık olarak görüp var olduğunu zannetiğimiz cümle varlıklar, Hakk’ın fiilinden başka bir şey olmamasına rağmen, celal ismi mazharı olan mudil ismi tesiriyle insan, cehalete ve gaflete düşerek, Hakk’ın fiil zuhuruna isimler vererek, cümle eşya ve varlıklar âlemini oluşturur. Ve insan cümle eşyaya varlıklara ve kendine Hak’tan ayrı müstakil vücut nisbet ettiği için. Bu varlıkarı görüp bunlara vücut nisbet etmekle, her tecelli da mevcut ve zahir olan Hakk’ın fiilini ve her fiildeki Hakk’ın zatını, cehalet ve gafletle örterek perdeler.
İşte bu Hakk’ı perdeleme gafleti, celal tesirindeki mudil ismi mazharı olarak açığa çıktığı için, Mahbubumuz kimseye kılmaz nazar, Ah ne büyük hem azim câh-i celâl buyruluyor. Yani mahbubumuz olan ilâh-i sevgiliyi, azim / büyük ve ana ismi olan celâl tesirinden dolayı kimseler göremez, demektir.
     Bu beyite ikinci bir mana verecek olursak şöyledir; Hak âşıklarının nisbet varlıklığını ilâh-i aşkın ateşi yakıp yok / fena ettiği için, âşıkların varlıkları olmaz. Kur’an’daki;“Allah kulların-dan görendir” (Ali İmran, 15-20) beyanındaki leddun-i hikmet gereğince âşıkların fenaya / yokluğa ulaşmış kulluklarından gören Hak olduğu gibi, görünen de ilâh-i sevgili olan Hak’tır. Bu itibarla mahbub kimseye kılmaz nazar demek, mahbub / ilâh-i sevgili aşığın mazhariyetinden, kendisinden başka kimselere nazar edip bakmaz,  kendisi dışında kimseleri görmez, demektir. Allahuâlem.

Çün erişti hüsn ü kemal arzuya
Def ede Hak senden ol ayn-ı kemal

Kemal ismi, hem Celâl hemde Cemal tecellilerini cem edip toplayan merifet ve kemalattır. Ve kemal, görünen cümle varlıkların fenasında / yokluğunda ebediyen zuhur eden Hakk’ın tecellilerine gark olup, Hak tecellileriyle beka bulan bir kulluktur. Ve bunu ifadeyle ilâh-i sevgilinin arzu edilip istenilen güzellikler dolu kemâli erişir ise ancak, herkesin muhatap olduğu celâl tesiri senden def olur. Ve aynı kemâl güzelliğinemazhar olursun, buyruluyor.  

Şabr u aşk ey Hafız'a ne vakte dek
Nale-i aşk Hilmi'yâ hoş eyle nal

      Nale:İnilti,Nal: Oturulacak yerlerin en aşağısı anlamındadır. Buna göre, Hafız Hz.nin kemâlat-ı ruhaniyetine hürmetini ifadeyle Malik Efendi; ey hafız ilâh-i aşk’a mazhar olduğum vakitten (zamandan) beri, senin ruhaniyetinin zahir olduğu kemalat ve marifet ile sabrediyor, yokluğa / fenaya ulaşmış kulluğumda ilâhi sevgil aşkının keyfiyeti hoşnutluğuyla yaşıyorum, diyor. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır.


Hiç yorum yok: