ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Hoş haberli
yel sen ey nesim-i visal
Ki bize
erişir zaman-ı visal
Nesim:
Hafif hafif ve lâtif tarzda esen ve hoşa giden rüzgâr / yel, Visâl:Vasıl olma, kavuşma,demektir. Ki, Hoş (güzel) iyi haber
getiren, tatlı latif bir rüzgâr / yel esintisi gibi ilâhi sevgiliden bahisle
sohbet eden, zamanın Mürşid-i
Kâmili’nin irşadıyla bizler, ancak
ilâh-i sevgiliye vuslata (kavuşmaya)
erişebiliriz, buyruluyor.
Ey kurunun
peyki Hak hıfz eyleye
Merhaba
merhaba hoşgeldin teal
Kurun:Asırlar, çağlar, Peyk:Haber getiren götüren,
Hıfz: Koruma, muhafaza, Teal: Namı
yüce, demektir.
Yüce yaratıcı olan Allah, insanlığı Peygamber ve evliya elçileri ile
uyarır. Ki peygamber elçilerin sonuncusu Hz. Muhammed’dir (s.a.v). Hz.Âdem’den
beri tüm zamanlarda var olduğu halde, Hz.Ali (kv) ile zahir olan velâyet
irşadını yapan evliya elçiler, bu imtihan âlemi olan yeryüzünde kâmil mürşid
olarak tüm zamanlarda var olduğu gibi, kıyamete kadar da var olacaklardır.
Bunu ifadeyle tüm çağlarda, asırlarda ve zamanda velayet irşadıyla
insanlığa Hak’tan haber verip,
insanları irşad ve tebliği ile aydınlattığı gibi, bizleri de irşadıyla hıfz eyleyip muhafaza eden, ey namı ulvi / yüce olan zamanın kâmil
mürşidi merhaba. Telkin-i irşadınla
aydınlattığın bizlere hoş geldin,
deniliyor.
Zi selemde
selminin hem hali ne
Komşularımız
nicedir keyfü hal
Selem:
Ayıplardan uzak olmak, Selm: Barış, sulh, itaat anlamlarındadır. Buna
göre; her Peygamber kendi peygamberliğini tasdik ettirdiği gibi, kendisinden
başka diğer peygamberlerin peygamberliğini de onlardan bahsederek tasdik
ettirir. Bunun gibi, zamanın kâmil mürşidi de irşadıyla kendi kemalat ve
marifetini tasdik ettirdiği gibi, kendisi haricindeki geçmiş ve mevcut olan
ehl-i kemalden de bahsederek, onlarda zahir olan marifet ve kemalatı da tasdik
ettirir.
Bunu ifadeyle ey zamanın mürşidi kâmili;
meslek-i Resul âl-i prensipler telkini irşadına itaatla, ayıplardan kurtulup sulh
ve salah bulanların kulluk hâllerini bize anlat, deniliyor. Ve devamla,
meslek-i Resul âli prensiplerine itaat eden, Muhammed-i kulluğa mazhar ehl-i
kemalin keyfi hallerini bize haber verip anlattığın gibi. Muhammed-i
kulluğun niceliklerinden ve ahvâlinden de bize bahset,
buyruluyor.
Bezm-î işret meclisi boş kaldı hem
Şol müsahib
ü kadehden mâlâmâl
Bezm-i işret:İlâh-i aşk içkisinin
içildiği Hak âşıklarının meclisi, Mâlâmâl:Çok
dolu, lebaleb anlamlarındadır.
Buna göre, bir mürşidin mal mülk zenginliği, zahiren mevki makamının
yüksek olması, soyunun filan büyük kişi ya da aşiret ve kabileden olması, Hak
âşıkları ve ehl-i kemal arasında o mürşidi şerefli ve itibarlı kılmaz. Çünkü
Kur’an’da;“…Halbûki şeref kuvvet ve galibiyet Allah’ındır, peygamberinindir,
müminlerindir. Fakat münafıklar bilmezler.” (Münafikun, 8) Buyrulur. Ki tüm peygamberlerin ve evliya elçilerin
itibar ve şerefleri, Kur’an’da;“Biz sana tekrarlananyedi âyetive
şu büyük Kur’an-ı verdik.” (Hicr, 87) olarak ifade edilen “yedi ayet” ten, yani vahiy ve Allahın
yedi makamına mazhar olmaktan gelir. Ki bu Allah’ın yedi makamı, zamanın
mürşidi kâmilinin yedi tevhid mertebesi telkinidir. Ve kendisinde emanet olan
bu yedi tevhid mertebesi telkini, her zamanın kâmili mürşidin’de “tekraren”
zahir olur.
Bu itibarla bir mürşid, meslek-i Resul âli prensipleri ve yedi tevhid
makam ahvâl ve kemalatına mazhar oldu ise, ancak bu mazharıyetle şeref bulur,
itibarlanır. Ve mürşid itibarlandığı meslek-i resul âli prensipleri, zikri daim
ve yedi tevhid makamı telkini irşadıyla da, âşıkların ve ariflerin meclisine de
değer katarak, o meclisi de şereflendirip itibarlandırır.
Bunu ibeyanla, bezm-î işret
meclisi boş kaldı hem, şol müsahib ü kadehden mâlâmâl İfadesiyle, ilâh-i
aşk içkisinin içildiği âşıkların
ariflerin meclisi mürşidi kâmil’siz boş kaldığı gibi, hem de ağzına kadar
aşk içkisi ile dolu kadeh ashabı
(arkadaşları) olan Hak âşıkları da, başıboş
kaldılar buyruluyor. Ki aşk meydanı olan Hak âşıklarının meclisi kâmil
mürşid olmaksızın boş kaldığı gibi, o meclisteki âşıkların gönül kadehleri de,
Kâmil’in irşadıyla dolup taşmaktan mahrum oldular, demektir.
Gölge
bıraktı şimdi firak gecesi
Çeh aceb
zahir kıla şebrevân-ı hayal
Firak:
Ayrılık, Çeh: Kılıç kını, kılıf,Şeb rev:Gece giden, karanlıkta
yürüyen, gece yolculuğu anlamındadır. Geceden maksat vahdet-i ilâhidir, yani
Allah’ın birliğidir. Gece yolcularından maksat ise, vahdet-i ilâhi’nin âşığı ve
arif-ibillâh olanlardır. Ki hakikatta ilim, Hakk’ın zatına taalluk ederse, yani
Hakk’ın zatı ile ilgili ise o anlayış ilim kabul edilir. Çünkü ilim, Allah’ın
subut yani sabit değişmeyen sıfatlarındandır ve mefsuf olan zat’ın zuhurudur. Ehl-i
hakikat, her ilim tecellisinde mefsuf olan zatı ilâhiyi mevcut olarak müşahede
ederler. Fakat Hakk’ın zatına taalluk etmeyen malûmat ve anlayışlar ise fani,
yani gelip geçici varlıklarla ilgili olduğundan zan’dır. Ve bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de“…ve gerçekten zan, Hakk’tan yana
hiç bir fayda vermez.” (Necm, 28)
Başka bir âyette ise “Onlar zandan başka
hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki; zan, Hakk’tan hiç bir şey ifade
etmez…” (Yunus, 36) buyrulur.
Bu
itibarlaHak âşıkları ilâh-i aşk meclisi meyhanesinde saki olan (içki dağıtan)
kâmilin irşad içkisiyle, gönül kadehlerini doldurmakla ilim irfan sarhoşu
olurlar. Ve bu sarhoşlukla kâmilden zahir olan marifet ve kemalat tecellisinde,
mefsuf olan vahdet-i zatı müşahedeyle, mürşidi kâmile itibar edip hürmet
gösterirler. Ve her fırsatta kâmilin irşad-ı sohbetini arzu edip ararlar. Bunu
ifadeylegölge
bıraktı şimdi firak gecesi, çeh aceb zahir kıla şebrevân-ı hayal beyanıyla, vahdet-i ilâhi gecesine yolculuk yapan
âşıkların ariflerin meclisi,
aynı kılıcın kından ayrılıp kın’ın kılıçsız kalması gibi, kâmilin meclisten ayrılmasıyla,
mecliste sadece kâmilin ismi olan hayal ve gölgesi kaldı. Tıpkı
kılıcı olmayan bir kın,kılıf gibi, demektir.
Kıssa-i aşk
inkıta etmez ebed
Nefsim olup
anda lisan-ı makal
İnkıta:
Tükenme, kesilme, arkası gelmeme,Makal: Söz, lakırtı, söyleyiş,
anlamlarında olup. İlâh-i aşkkıssasın’da / hikâyesinde kesiklik olmaz.
Çünkü cümle âlemlerin ve varlıkların var oluş sebebi, Hakk’ın Hz. Muhammed’e
olan aşkıdır. Ve Hak aşkı tüm zamanlarda, dünyada ahirette ve her âlemde ehl-i
kemal ile açığa çıkıp zahir olduğundan devamlı, sonsuz ve ebedidir. Bu
itibarlanefsim / şahsım bu sözleri, aşk’ın lisanı / dil’i ile
konuşup söyler, deniliyor.
Mahbubumuz
kimseye kılmaz nazar
Ah ne büyük
hem azim câh-i celâl
Cah-i: Aşikâr, aleni,
gözler önünde, demek olup. Mahbubumuz olan ilâh-i sevgili, aşikâr apaçık
olmasına rağmen, azim / büyük ve ana ismi olan celâlin tesiri ile kimselere
gözükmez. Yani Hakk’ın zatı mevcudiyeti her bir yaratılanda mevcuttur. Ve
Hakk’ın zatı mavcudiyeti yaratılmış olan cümle varlıklardan eğer ayrılmış olsa,
hiçbir varlık kalmaz. Çünkü her varlık zatı ilâhi ile var olup zindedir.
Hakk’ın zatının cümle varlıkta mevcut
olduğu halde gözükmemesinin sebebi, Allahın celal ismi tesirinden olur, şöyle
ki; Cenab-ı Hak zat-ı ahadiyetinden sıfatlarına, sıfatlarından isimlerine ve ef’aline
tecelli ederek zahir olur, açığa çıkar. Ki bizim apaçık olarak görüp var
olduğunu zannetiğimiz cümle varlıklar, Hakk’ın fiilinden başka bir şey
olmamasına rağmen, celal ismi mazharı olan mudil ismi tesiriyle insan, cehalete
ve gaflete düşerek, Hakk’ın fiil zuhuruna isimler vererek, cümle eşya ve
varlıklar âlemini oluşturur. Ve insan cümle eşyaya varlıklara ve kendine
Hak’tan ayrı müstakil vücut nisbet ettiği için. Bu varlıkarı görüp bunlara
vücut nisbet etmekle, her tecelli da mevcut ve zahir olan Hakk’ın fiilini ve
her fiildeki Hakk’ın zatını, cehalet ve gafletle örterek perdeler.
İşte bu Hakk’ı
perdeleme gafleti, celal tesirindeki mudil ismi mazharı olarak açığa çıktığı
için, Mahbubumuz kimseye kılmaz nazar, Ah ne büyük
hem azim câh-i celâl buyruluyor. Yani mahbubumuz olan ilâh-i sevgiliyi, azim
/ büyük ve ana ismi olan celâl tesirinden dolayı kimseler göremez, demektir.
Bu beyite ikinci bir mana verecek olursak
şöyledir; Hak âşıklarının nisbet varlıklığını ilâh-i aşkın ateşi yakıp yok /
fena ettiği için, âşıkların varlıkları olmaz. Kur’an’daki;“Allah kulların-dan görendir” (Ali İmran, 15-20) beyanındaki leddun-i
hikmet gereğince âşıkların fenaya / yokluğa ulaşmış kulluklarından gören Hak
olduğu gibi, görünen de ilâh-i sevgili olan Hak’tır. Bu itibarla mahbub
kimseye kılmaz nazar demek, mahbub / ilâh-i sevgili aşığın mazhariyetinden,
kendisinden başka kimselere nazar edip bakmaz,
kendisi dışında kimseleri görmez, demektir. Allahuâlem.
Çün erişti
hüsn ü kemal arzuya
Def ede Hak
senden ol ayn-ı kemal
Kemal ismi, hem Celâl hemde Cemal
tecellilerini cem edip toplayan merifet ve kemalattır. Ve kemal, görünen cümle
varlıkların fenasında / yokluğunda ebediyen zuhur eden Hakk’ın tecellilerine
gark olup, Hak tecellileriyle beka bulan bir kulluktur. Ve bunu ifadeyle ilâh-i
sevgilinin arzu edilip istenilen
güzellikler dolu kemâli erişir ise
ancak, herkesin muhatap olduğu celâl tesiri senden def olur. Ve aynı
kemâl güzelliğinemazhar olursun, buyruluyor.
Şabr u aşk
ey Hafız'a ne vakte dek
Nale-i aşk
Hilmi'yâ hoş eyle nal
Nale:İnilti,Nal:
Oturulacak yerlerin en aşağısı anlamındadır. Buna göre, Hafız Hz.nin
kemâlat-ı ruhaniyetine hürmetini ifadeyle Malik Efendi; ey hafız ilâh-i aşk’a mazhar
olduğum vakitten (zamandan) beri,
senin ruhaniyetinin zahir olduğu kemalat ve marifet ile sabrediyor, yokluğa / fenaya ulaşmış kulluğumda ilâhi sevgil aşkının keyfiyeti hoşnutluğuyla yaşıyorum, diyor. Her şeyi en iyi bilen ancak
Allah’tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder