8 Şubat 2016 Pazartesi

"Men arefe” dersini dinle olma şuh

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

"Men arefe” dersini dinle olma şuh
Ta bilesin nefsini olma Ferruh

“Men arefe nefse fekat arefe rabbe / nefsini (kendini) bilen Rabbı’nı bilir.” Hadis-i şerifine işaret edilerek, kendini / nefsini bilmeye arif olmaya bak, şuh olma, yani şuursuzca başıboş kulluk yapma buyruluyor. Ki, kulun yaradılışının yüce gayesi rabbı’nı müşahede edip Rabbı’na kavuşmaktır. Bu gayeye ulaşmak, ancak kişinin nefsini (kendini) bilip arif olmasıyla mümkün olduğunu bu ve benzer hadis ve kibar-ı kelâmlar açıkça bildirdiği gibi Kur’an’da; “Kendini / nefsini bilmeyenden başka kim İbrahim dininden / hanif milletinden yüz çevirir…” (Bakara, 130) buyrulur.      
Her şeyi yaratan Rabbimiz kulun varlığında ve cümle eşyada mevcut olmasına rağmen insan, cehalet ve gafletle kendindeki rabbini tanımaz. Ki bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de,“Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biliyoruz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf-16) Başka bir ayette ise “O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir…” (Hadid, 4) buyrulmuştur.
Bu ve benzeri Kur’an beyanlarından da anlaşılacağı gibi Cenab-ı Hak, kullarından ayrı ve gayrı olmadığından bir kul, Rabbı’nı uzaklarda değil ancak kendinde ararsa bulabilir. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah’ın; “Men arefe nefse / nefsini (kendini) bil” buyruğu olan dersi çalış, şuh olup şuursuzca başıboş kulluk üretme, eğer nefsini bilirsen Ferruh olursun, yani mübarek bir kul olursun buyruluyor.    

Kalbini saf kıl tecelli ede Hak
İlm-i sırda olasın sahib-i nüsuh

Tecelli:Açığa çıkıp zahir olmaktır,İlmi sır: herşeyde mevcut olmasına rağmen sır olup bilinmeyeni bildiren ilim,Sahibi nusuh: Nasihat, öğüt verici manasınadır.
Ki insanın kalbi, Cenab-ı Hakk’ın tecelligâhı olup Hakk’ın kemâl ile zahir olduğu mekândır. Bunu ifadeyle hadis-i kutside Cenab-ı Hak; “Ben göklere ve yere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım” diyor. Ki bir kul’un kalbi saf tertemiz olup, gayrıyete muhabbet etmekten ve gayrıyetten kalbi zikir uyanıklığı ve tevhidi hakik-i keşfi irfanıyla arınırsa ancak, o kalbe Cenab-ıHak tecelli eder. Bunu ifadeyle Resulullah (s.a.v) Efendimiz; “ Kalplerde demir gibi paslanır nasıl ki demirin pasını cilâ silerse kalbin pasını da zikrullah siler.” buyurur.
İlmi sır; cümle eşya ve varlıkta mevcut olduğu halde herkes tarafından bilinip müşahede edilemeyen rabbimizi bilip arif olma ilimi olan ilm-i tevhid’dir. Ve ancak bu ilimle eşyanın hakikatına ulaşılıp, kulun nefsinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbin müşahadesiyle Rabbi’ne arif olarak Rabbi’ne kavuşulur.
İşte bunu beyanla kalbini zikrullah ile saf kılıp teretemiz yap. O zaman ilmi sır olan tevhidi hakiki irfanı ile sen de arif olup, sende etrafına öğüt nasihat verir, sahib-i nüsuh (öğüt verici) olursun, buyruluyor.  

Her kim bildi nefsini buldu Hak’kı
Put kilise yıkılıp oldu fesuh

Kilise:Hırıstiyanların ibadethaneleri,Fesuh: Fesih olma, hükmü kalmamaktır. Kilise’ler, havari ve aziz kabul edilen çeşitli şahısların ikonları, yani bir nevi resimleri ve heykelleri ile dolu olup, bu heykel ve resimlere hırıstiyanlar tarafından ilâh-i değerler atfedilerek putlaştırılıp, mabut yapılarak (ibadet edilen) Allah’a açıkça şirk (ortak) koşulur.
Leddun-i mana yönüyle ise: Bir kimsenin kalbi zikri daim ve tevhid-i hakiki keşfi irfanından mahrum ise onun kalbinde Allah sevgisinden gayrı sevgilerin ve gizli şirk olan gayrıyet/masiva putları olur. Ki bunu ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hz; “Bir kimsenin kalbinde hangi muhabbet / sevgi hâkim olup diğer sevgilere galip gelirse, o galip sevgi, kul’un mabudu (ibadet edileni) olur.” diyor.
Şirkin, Allah’ın affetmediği yegâne günah olduğunu ifadeyle Kur’an’da; “Allah kendisine şirk/ortak koşulmasını asla bağışlamaz/affetmez; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar / affeder. (Nisa, 48-116) buyrulduğu gibi, şirk’in en büyük zulüm olduğu,“…Allah’a şirk koşma. Çünkü Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) ayeti ile beyan edilir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Şirk, gayrı Müslimlerde (Müslüman olmayanlarda) olursa açık şirk, Müslümanlarda olursa gizli şirk olarak ifade edilir.” diyor ki, bunu beyanla Hz. Resûlullah Efendimiz; “Ben ümmetimin gizli şirkinden korkarım.” buyurur. Masivaya (Allah’tan gayrıya) vücut nisbet etmekle hâsıl olan gayrıyet put’larının oluşturduğu, gizli şirk’in çaresi, kalbi zikir ile hâsıl olan zikr-i daim uyanıklığı ve tevhîd-i hakikî irfânıdır. Her kim ki merâtib-i tevhîd müşahedesiyle nefsini bilip rabbi’ne vasıl olursa ancak o kul, ârif ve kâmil olup müminin en büyük düşmanı olan gizli şirkten kurtulur. Ve onun müşahedesinde, zât-ı ilahî’den gayrı bir varlık olmaz.
Bu itibarlaherkim nefsini bildi Hakk’ı buldu, put kilise yıkılıp oldu fesuh ifadesi, kim nefsini bilerek Rabbine arif olup Rabbi’ne vasıl olursa, onun kalbindeki kilise putları gibi olan gizli şirk putları yıkılıp fesh olur, hükmü kalmaz, demektir.

Canı ver cananı bul sen ey aziz
Tabh içinde nefsini eyle tubûh

Tabh: Pişirme, kaynatma,Nefs: Kulun süfliyete düşmesi, yani kulun ruhaniyetten uzaklaşma hali,Tubûh: Pişip olgunlaşma, ruha mensup olmaktır. Canı ver cananı bul sen ey aziz ifadesiyle, gizli şirk’i oluşturan âleme ve kendine nisbet ettiğin fiil, sıfat ve vücudunu fenafillâh keşfi irfanı ile fena’ya/yokluğa ulaştır ki, vücudu mutlak olan cananı yani ilâh-i sevgili’yi bulasın ey değerli aziz kimse buyruluyor. Ve devamla, tabh içinde nefsini eyle tubûh beyanı ile de, seni Rabbin’den ayıran nefsini, ilâh-i aşk ateşi ile pişirerek tevhid-i hakiki irfanıyla ruh vahdet’ine/bir’liğine ulaş deniliyor. Ki bunu beyanla Mevlana Hazretleri; ‘Hamdım, piştim, yandım…’ demiştir.

Fass-ı Hikmet okudunsa Hilmi'yi
Mekteb-i İrfanda oldun sen rüsuh

Fass-ı Hikmet: Kul’un yokluk / fena irfanı ile mazhar olduğu Hakk’ın bağışı olan kemâlattır,Mekteb-i irfan: Tevhidi hakiki irfaniyeti tahsil edilen mürşid-i kâmil’in meclisidir,Rusuh: İlimde derinleşip kesinlik elde etmektir.
      Kur’an’da;“O, hikmeti dilediğine verir ve kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir. Gönül / kalb ehillerinden başkası düşünüp anlayamaz.” (Bakara, 269) buyrulur. Ki eğer ilim, Hakk’ın zat-ı vahdetine taalluk ediyorsa o ilim, hikmettir. Ve zat-ı ilâhiye taalluk eden yegâne ilim, tevhid-i hakiki ilm-i irfanıdır. 
      Mektepler (okullar) üç kısım olup birincisi; harflerin, rakamlerın ve okuyup yazmanın öğretildiği ilkokul’dur. İkincisi sanat, ihtisas, uzmalık gibi meslek tahsil edilen yüksekokul fakülte vb. dir. Üçüncüsü ise mektebi irfandır. Ki, cümle eşyanın ve yaratılmışlarda mevcut olan zat-ı ilâh-i ile alakalı olan tevhid-i hakiki irfanına ve hikmet’e, bu mektep’te erişilir. Mektebi irfan, ehli zikrin ve ehli kemâlin meclisi olup, o meclisteki mürşidi kâmil’in meratibi ilâh-i irşadıyla Hakk’ın “hikmet bağışına” mazhar olan bir kul, bu mazharıyetiyle rusuh’a erişir. (ilimde derinleşip kesin bilgiye ulaşır) Yani arif ve kâmil insan olur. Bunu ifadeyle Malik Efendi HazretleriHilmi lakâbıyla kendini muhatap ederek, Fass-ı Hikmet okudunsa Hilmi'ya, mekteb-i İrfanda oldun sen rüsuh, diyor.

Hiç yorum yok: