ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
"Men arefe” dersini dinle olma şuh
Ta bilesin nefsini olma Ferruh
“Men arefe nefse fekat arefe rabbe / nefsini (kendini) bilen
Rabbı’nı bilir.” Hadis-i şerifine işaret edilerek, kendini / nefsini bilmeye arif
olmaya bak, şuh olma, yani şuursuzca
başıboş kulluk yapma buyruluyor. Ki, kulun yaradılışının yüce gayesi rabbı’nı
müşahede edip Rabbı’na kavuşmaktır. Bu gayeye ulaşmak, ancak kişinin nefsini (kendini) bilip arif olmasıyla mümkün olduğunu bu ve benzer hadis ve kibar-ı
kelâmlar açıkça bildirdiği gibi Kur’an’da; “Kendini / nefsini
bilmeyenden başka kim İbrahim dininden / hanif milletinden yüz çevirir…”
(Bakara, 130) buyrulur.
Her şeyi yaratan Rabbimiz kulun varlığında ve cümle
eşyada mevcut olmasına rağmen insan, cehalet ve gafletle kendindeki rabbini
tanımaz. Ki bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de,“Yemin olsun ki, insanı biz yarattık.
Nefsinin ona neler fısıldadığını da biliyoruz. Biz ona şah damarından daha
yakınız.” (Kaf-16) Başka bir
ayette ise “O, nerede olursanız olun sizinle beraberdir…” (Hadid, 4) buyrulmuştur.
Bu ve benzeri Kur’an beyanlarından da anlaşılacağı gibi
Cenab-ı Hak, kullarından ayrı ve gayrı olmadığından bir kul, Rabbı’nı uzaklarda
değil ancak kendinde ararsa bulabilir. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah’ın; “Men
arefe nefse / nefsini (kendini) bil” buyruğu olan dersi çalış, şuh olup
şuursuzca başıboş kulluk üretme, eğer nefsini bilirsen Ferruh olursun, yani mübarek bir kul olursun buyruluyor.
Kalbini saf
kıl tecelli ede Hak
İlm-i sırda
olasın sahib-i nüsuh
Tecelli:Açığa çıkıp zahir
olmaktır,İlmi sır: herşeyde mevcut
olmasına rağmen sır olup bilinmeyeni bildiren ilim,Sahibi nusuh: Nasihat, öğüt verici manasınadır.
Ki insanın kalbi, Cenab-ı Hakk’ın tecelligâhı
olup Hakk’ın kemâl ile zahir olduğu mekândır. Bunu ifadeyle hadis-i kutside Cenab-ı
Hak; “Ben
göklere ve yere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım” diyor. Ki
bir kul’un kalbi saf tertemiz olup, gayrıyete muhabbet etmekten ve gayrıyetten
kalbi zikir uyanıklığı ve tevhidi hakik-i keşfi irfanıyla arınırsa ancak, o
kalbe Cenab-ıHak tecelli eder. Bunu
ifadeyle Resulullah (s.a.v) Efendimiz; “ Kalplerde demir gibi paslanır nasıl ki
demirin pasını cilâ silerse kalbin pasını da zikrullah siler.” buyurur.
İlmi sır; cümle eşya ve varlıkta
mevcut olduğu halde herkes tarafından bilinip müşahede edilemeyen rabbimizi
bilip arif olma ilimi olan ilm-i tevhid’dir. Ve ancak bu ilimle eşyanın
hakikatına ulaşılıp, kulun nefsinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbin müşahadesiyle
Rabbi’ne arif olarak Rabbi’ne kavuşulur.
İşte bunu beyanla kalbini zikrullah ile saf
kılıp teretemiz yap. O zaman ilmi
sır olan tevhidi hakiki irfanı ile sen de arif olup, sende etrafına öğüt
nasihat verir, sahib-i nüsuh (öğüt
verici) olursun, buyruluyor.
Her kim bildi nefsini buldu Hak’kı
Put kilise
yıkılıp oldu fesuh
Kilise:Hırıstiyanların
ibadethaneleri,Fesuh: Fesih olma,
hükmü kalmamaktır. Kilise’ler, havari ve aziz kabul edilen çeşitli şahısların
ikonları, yani bir nevi resimleri ve heykelleri ile dolu olup, bu heykel ve
resimlere hırıstiyanlar tarafından ilâh-i değerler atfedilerek putlaştırılıp, mabut yapılarak (ibadet
edilen) Allah’a açıkça şirk (ortak) koşulur.
Leddun-i mana yönüyle ise: Bir kimsenin kalbi zikri daim ve
tevhid-i hakiki keşfi irfanından mahrum ise onun kalbinde Allah sevgisinden
gayrı sevgilerin ve gizli şirk olan gayrıyet/masiva putları olur. Ki bunu ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hz; “Bir kimsenin kalbinde hangi
muhabbet / sevgi hâkim olup diğer sevgilere galip gelirse, o galip sevgi,
kul’un mabudu (ibadet edileni) olur.” diyor.
Şirkin, Allah’ın affetmediği yegâne günah olduğunu ifadeyle Kur’an’da;
“Allah
kendisine şirk/ortak koşulmasını asla bağışlamaz/affetmez; ondan başka
günahları dilediği kimse için bağışlar / affeder. (Nisa, 48-116) buyrulduğu
gibi, şirk’in en büyük zulüm olduğu,“…Allah’a şirk koşma. Çünkü Allah’a şirk
koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) ayeti ile beyan edilir.
Pir
Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Şirk,
gayrı Müslimlerde (Müslüman olmayanlarda) olursa açık şirk, Müslümanlarda
olursa gizli şirk olarak ifade edilir.” diyor ki, bunu beyanla Hz. Resûlullah
Efendimiz; “Ben ümmetimin gizli şirkinden korkarım.” buyurur. Masivaya
(Allah’tan gayrıya) vücut nisbet etmekle hâsıl olan gayrıyet put’larının
oluşturduğu, gizli şirk’in çaresi, kalbi zikir ile hâsıl olan zikr-i daim
uyanıklığı ve tevhîd-i hakikî irfânıdır. Her kim ki merâtib-i tevhîd
müşahedesiyle nefsini bilip rabbi’ne vasıl olursa ancak o kul, ârif ve kâmil
olup müminin en büyük düşmanı olan gizli şirkten kurtulur. Ve onun
müşahedesinde, zât-ı ilahî’den gayrı bir varlık olmaz.
Bu
itibarlaherkim nefsini bildi Hakk’ı
buldu, put kilise yıkılıp oldu fesuh ifadesi, kim nefsini bilerek Rabbine arif olup Rabbi’ne vasıl olursa, onun
kalbindeki kilise putları gibi olan
gizli şirk putları yıkılıp fesh olur,
hükmü kalmaz, demektir.
Canı ver
cananı bul sen ey aziz
Tabh içinde
nefsini eyle tubûh
Tabh: Pişirme, kaynatma,Nefs: Kulun süfliyete düşmesi, yani
kulun ruhaniyetten uzaklaşma hali,Tubûh:
Pişip olgunlaşma, ruha mensup olmaktır. Canı
ver cananı bul sen ey aziz ifadesiyle, gizli şirk’i oluşturan âleme ve
kendine nisbet ettiğin fiil, sıfat ve vücudunu fenafillâh keşfi irfanı ile
fena’ya/yokluğa ulaştır ki, vücudu mutlak olan cananı yani ilâh-i sevgili’yi bulasın ey değerli aziz kimse
buyruluyor. Ve devamla, tabh içinde
nefsini eyle tubûh beyanı ile de, seni Rabbin’den ayıran nefsini, ilâh-i
aşk ateşi ile pişirerek tevhid-i hakiki irfanıyla ruh vahdet’ine/bir’liğine
ulaş deniliyor. Ki bunu beyanla Mevlana Hazretleri; ‘Hamdım, piştim, yandım…’
demiştir.
Fass-ı
Hikmet okudunsa Hilmi'yi
Mekteb-i İrfanda
oldun sen rüsuh
Fass-ı
Hikmet: Kul’un yokluk
/ fena irfanı ile mazhar olduğu Hakk’ın bağışı olan kemâlattır,Mekteb-i irfan: Tevhidi hakiki
irfaniyeti tahsil edilen mürşid-i kâmil’in meclisidir,Rusuh: İlimde derinleşip kesinlik elde etmektir.
Kur’an’da;“O, hikmeti dilediğine verir ve
kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir. Gönül /
kalb ehillerinden başkası düşünüp anlayamaz.” (Bakara, 269) buyrulur. Ki eğer ilim, Hakk’ın zat-ı vahdetine
taalluk ediyorsa o ilim, hikmettir.
Ve zat-ı ilâhiye taalluk eden yegâne ilim, tevhid-i hakiki ilm-i
irfanıdır.
Mektepler (okullar) üç kısım olup birincisi; harflerin, rakamlerın ve
okuyup yazmanın öğretildiği ilkokul’dur. İkincisi sanat, ihtisas, uzmalık gibi
meslek tahsil edilen yüksekokul fakülte vb. dir. Üçüncüsü ise mektebi irfandır. Ki, cümle eşyanın ve
yaratılmışlarda mevcut olan zat-ı ilâh-i ile alakalı olan tevhid-i hakiki
irfanına ve hikmet’e, bu mektep’te
erişilir. Mektebi irfan, ehli zikrin ve ehli kemâlin meclisi olup, o meclisteki
mürşidi kâmil’in meratibi ilâh-i irşadıyla Hakk’ın “hikmet bağışına” mazhar olan bir kul, bu mazharıyetiyle rusuh’a erişir. (ilimde derinleşip
kesin bilgiye ulaşır) Yani arif ve kâmil insan olur. Bunu ifadeyle Malik Efendi
HazretleriHilmi
lakâbıyla kendini muhatap ederek, Fass-ı Hikmet okudunsa Hilmi'ya, mekteb-i İrfanda oldun sen
rüsuh, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder