ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
"Lahmüke
Lahmi" hakikat bilmişim
Mürşidim
hırkası içre girmişim
Lahmüke lahmi: ‘Eti etimdir’ veya ‘Teni
tenimdir’ anlamlarında olup, Hz. Resulullah Efendimiz Gadr-ı Hum vadisindeHz. Ali hakkında; “Âlemlerin Rabbı olan Allah benim
mevlâmdır. Ben her kimin mevlâsı isem ebu talib’in oğlu Ali onun mevlâsıdır.
Ali’yi seven beni sevmiş olur. Ali’ye düşman olanın düşmanlığı bana olur. Ruh’u
ruhumdur, cismi cismimdir, kanı kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir.
Ey insanlar size iki emanet bırakıyorum bu emanetlere sarılın, bu emanetler
cennetin Kevser havuzunda birleşirler. Emanetlerimin biri Kur’an diğeri ehl-i
beyt’imdir.”buyurmuşlardır. Ki bu hadisi şerif’teki “eti
etimdir / teni tenimdir” beyanı, Arapça “lahmüke lahmi” olarak ifade olunur.Daha evvel açıklandığı gibi
ehl-i beyt üç kısımdır.
1-Suret, soy itibarıyla
olanlardır ki bunlar, Hz. Resulullah’ın eşleri ev halkı ve amcaları gibi sadece
suret ve soy yönü ile ev halkı ve yakın akrabalık bağı olanlardır.
2- Manevi yönden ehl-i
beyt ise, Hz. Resulullah ile kan soy ve suret bağı olmaksızın, ruh-u Muhammed
(s.a.v) mazharı olanlardır.
3- Hem suret hemde manevi
yönden ehl-i beyt olanlar; Başta pençe-i
âli aba (âli yüce aba’nın örttüğü beş kişi) olan, Hz. Resulullah ile
beraber Hz.Ali, Hz.Fatma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin olup, bunların hem soy hem de
ruh-u Muhammed mazharı olan evlatlarıdır.
Bunlar hem suret yönüyle hemde manevi ehl-i
beyt / evlad-ı Resul olduklarından, Resulullah Efendimiz “Ruh’u ruhumdur” buyurmakla
Hz. Ali’nin ruh-u Muhammed mazharı olduğunu. “Cismi cismimdir, kanı
kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir” buyurmakla ise, Hz.Ali’nin
soyca suret yakınlığını ifade etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim’deki; ”Muhammed sizin erkeklerinizden
hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab,
40) beyan
gereği peygamberliğin sona ermesiyle, yeryüzünde kıyamete kadar devam edecek
olan velâyet irşad ve tebliğciliği, Hz.Ali’nin şahsında açığa çıkıp zahir
olmuştur. Bu itibarla Hz.Ali, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm velâyet
mürşidlerinin imamı’dır. Ve her zamanın kâmil mürşidi Hz.Ali’nin imam olduğu
velâyet irşad ve tebliğine mazhardır. Yani zamanın mürşid-i Kâmiln’de zahir
olan irşad, Hz.Ali’de zahir olan velâyet irşadının ta kendisidir. Ki bunu
ifadeyle Hasan Fehmi (Tezdoğan) Hz;
Fehmi
ol şahın yolunda kurban
Ondandır
elimde bulunan ferman
Dertli
olan canlar buldular derman
Canımın
içinde cananım Ali
Her
dem gönlümdeki mihmanım Ali,diyor.
Bunu beyanla zamanında
kâmil mürşid’in irşadı ile aydınlanan Malik Efendi; Hz. Resulullah’ın;“Lahmüke
Lahmi / teni tenimdir” buyurduğu Hz.Ali ile zahir olan velayet
irşadının hakikatını bilmişim. Ruh-u
Muhammed mazharı manevi ehl-i beyt olan, zamanın velayet tebliğ ve irşadı yapan
kâmil mürşidin hırkası içre girmişim,
diyor. Ve kâmilde zahir olan velâyet irşadı / aydınlığı hırkasına bürünmüşüm,
buyuruyor.
Heme yek
vücud-ı can görmüşüm
Lâ mekân
ilinde tayerân olmuşum
Yek vücud:Bir vücud, Lâ mekân: Mekânsızlık, Tayerân: Uçmak demektir. Velâyet irşadı
olan zikri daim uyanıklığı ve tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat
keşfi irfanı ile aydınlanan arif bir kişinin müşahadesinde zat-ı vahdetten,
yani Hakk’ın zat bir’liğinden başka hiç birşey olmaz. Ve böyle arif bir kul’un
gayrıyeti / masivası kalmadığından o, lâ mekân (mekânsızlık) olan yokluğa
ulaşır.
Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Kâmil’in
velâyet irşadına mazhar olmak ile heme
yek vücud-ı can görmüşüm, lâ mekân ilinde tayerân olmuşum diyor.Yani
vahdet-i zat’a vasıl olmaklamekânsızlık olan bir yokluğa / yokluk şehrine, uçup
yükselmişim, demektir.
Aslıma ettim
rücu’ asl olmuşum
Sırr-ı
mutlakla siva mahv etmişim
Asıl:Temel, esas olan, Rücu:Dönüş, dönmek,Siva: Gayrı,
gayrıyet, başka anlamlarındadır. Yaratılmış ve yaratılan herşeyin aslı hakikatı
Cenab-ı Hak’tır. Bunu beyanla sahabelerin; “Ya Resulallah hiçbirşey yaratmadan önce
Allah nerede idi”? Sormasına cevaben Resulullah Efendimiz;“Makam-ı
âmâ’da idi, Allah vardı başka şey yoktu”buyurmuşlardır. Ve o mecliste
bulunan Hz. Ali (kv);“El’an / halen öyledir, el’an / halen
öyledir” demiştir.
Bu itibarla yaratılan her şeyin evveli öncesi, her zamanda bu gün dahi Cenab-ı
Hak’tır. Ve bunu ifadeyle Kur’an-ı
Kerim’de; “O, evveldir…” (Hadid, 3)
buyrulur. Ki herşey Hak’tan yaratılmış
olduğundan, herşey gibi insanında aslı da Hak’tır. Bu mesele Kur’an’da;“
Hani Rabbin meleklere şöyle demişti; “Muhakkak ben çamurdan bir insan
yaratacağım” Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek
eğilin.” (Sad, 71-72)
ayetleri ve benzer ayetlerle beyan edilir. Ki insanın sureti, yani beden
varlığı Allah’ın mülkü olan “çamurdan” yaratıldığı gibi insanın
canı / “ruh’u” Hakk’ın kendi ruhundan “üflenmedir.” Bu
itibarla kulun gerek sureti, gerekse canı / ruhu Rabbin gayrısı değildir.
Bir insanın, gerek suret / beden gerekse can / ruh varlığının aslı hakikatı
olan Rabbine ulaşmasına engel, kendi cehlidir. Çünkü insan cehaletle kendinin
ve cümle eşyanın müstakil vücudunun var olduğunu zanneder. Fakat kâmil’in
irşadıyla aydınlan bir insan, bu cehaletten kurtulup kendine ve eşyaya müstakil
vücut nisbet etmeyip cümle varlığı fenafillâh irfanıyla mahv ederek, kendinde ve cümle eşyada Rabbinden gayrı görmeyip Rabbi
ile vuslata ulaşır.
Bunu beyanla Malik Efendi Hz; kâmil’in irşadı olan zikri daim ve
makamatı tevhid keşfi irfanıyla aslıma
ettim rücu’ asl olmuşum, sırr-ı mutlakla siva mahv etmişim diyor. Ki,
gayrıyet ve masivaya vücud nisbet etmek cehaletinden rücu ederek, (dönerek) mutlak olan Hakk’a kavuşup vasıl olmakla
sivayı, yani Hakk’ın gayrısını mahv etmişim, demektir.
Âlemi suret
giyip görünmüşüm
Ol arus
zibâya bürünmüşüm
Arus: Süslenmiş gelin, güveyi,Ziba: Güzel, süslü, yakışıklı, demektir. Bir insan cümle âlemin ve
kendinin nisbet varlığını Hak’ta fena ederse o kul, Hak’la Hak olur. Böyle
Hak’la Hak olan bir kul’un’da cenabı Hak, kesret-i zuhuruyla tecelli eder. Ve o
kul, Hakk’ın kesret-i (çokluğu) mazharıyetiyle marifetullaha ulaşır. Bunu
beyanla Allah’u Taalâ; “Kulum bana
nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine
kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um
benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.”
(Hadisi kutsi) buyurur. Ki
böyle bir Marifetullaha ulaşan kimsenin görmesine göz, işitmesine kulak,
konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak Cenab-ı Hak olunca, o kişide
nur-u Muhammed (s.a.v) mazharı güzellikle süslenmiş kulluk açığa çıkar.
İşte bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Âlemi suret giyip görünmüşüm. Ol arus zibâya bürünmüşüm diyor. Yani nisbet varlığımın mahv olmasıyla hâsıl olan
yokluğumda, Hakk’ın kesret / çokluk tecellisine mazhar olmuşum. Ve bu
mazharıyetle, en yakışıklı en güzel kulluk marifeti olan hidayet-i nur-u
Muhammed kulluğuna bürünmüşüm, diyor. Ki bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur
Hz; “Hidayetin baş mazharı Hz. Muhammed
(s.a.v) Efendimizdir, onun temsilcileri ise âlimler ve kâmil-i mürşittir.”buyurur.
Hilmi yâ
mahlâs takıp gelmişim
Bu cihanı
seyr edip gayb olmuşam
Mahlâs:Lakâb demektir. Ki Malik Efendi Hz; Halkı âlem beni
Malik Hilmi diye tanıyıp bilirler. Halbûki ben bu cihanı, yani cümle âlemi Allah’ın tecellisi olarak seyredip müşahade eden, nisbet varlığı
Hak tecellisine gark olmakla kendini gayb
etmiş (kaybetmiş) bir kul’um, buyuruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder