23 Şubat 2016 Salı

"Lahmüke Lahmi" hakikat bilmişim

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

"Lahmüke Lahmi" hakikat bilmişim
Mürşidim hırkası içre girmişim

      Lahmüke lahmi: ‘Eti etimdir’ veya ‘Teni tenimdir’ anlamlarında olup, Hz. Resulullah Efendimiz Gadr-ı Hum vadisindeHz. Ali hakkında; Âlemlerin Rabbı olan Allah benim mevlâmdır. Ben her kimin mevlâsı isem ebu talib’in oğlu Ali onun mevlâsıdır. Ali’yi seven beni sevmiş olur. Ali’ye düşman olanın düşmanlığı bana olur. Ruh’u ruhumdur, cismi cismimdir, kanı kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir. Ey insanlar size iki emanet bırakıyorum bu emanetlere sarılın, bu emanetler cennetin Kevser havuzunda birleşirler. Emanetlerimin biri Kur’an diğeri ehl-i beyt’imdir.”buyurmuşlardır. Ki bu hadisi şerif’teki “eti etimdir / teni tenimdir” beyanı, Arapça “lahmüke lahmi” olarak ifade olunur.Daha evvel açıklandığı gibi ehl-i beyt üç kısımdır.
1-Suret, soy itibarıyla olanlardır ki bunlar, Hz. Resulullah’ın eşleri ev halkı ve amcaları gibi sadece suret ve soy yönü ile ev halkı ve yakın akrabalık bağı olanlardır.
2- Manevi yönden ehl-i beyt ise, Hz. Resulullah ile kan soy ve suret bağı olmaksızın, ruh-u Muhammed (s.a.v) mazharı olanlardır.
3- Hem suret hemde manevi yönden ehl-i beyt olanlar; Başta pençe-i âli aba (âli yüce aba’nın örttüğü beş kişi) olan, Hz. Resulullah ile beraber Hz.Ali, Hz.Fatma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin olup, bunların hem soy hem de ruh-u Muhammed mazharı olan evlatlarıdır.
Bunlar hem suret yönüyle hemde manevi ehl-i beyt / evlad-ı Resul olduklarından, Resulullah Efendimiz “Ruh’u ruhumdurbuyurmakla Hz. Ali’nin ruh-u Muhammed mazharı olduğunu. “Cismi cismimdir, kanı kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir” buyurmakla ise, Hz.Ali’nin soyca suret yakınlığını ifade etmişlerdir.
      Kur’an-ı Kerim’deki; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab, 40) beyan gereği peygamberliğin sona ermesiyle, yeryüzünde kıyamete kadar devam edecek olan velâyet irşad ve tebliğciliği, Hz.Ali’nin şahsında açığa çıkıp zahir olmuştur. Bu itibarla Hz.Ali, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm velâyet mürşidlerinin imamı’dır. Ve her zamanın kâmil mürşidi Hz.Ali’nin imam olduğu velâyet irşad ve tebliğine mazhardır. Yani zamanın mürşid-i Kâmiln’de zahir olan irşad, Hz.Ali’de zahir olan velâyet irşadının ta kendisidir. Ki bunu ifadeyle Hasan Fehmi (Tezdoğan) Hz;

Fehmi ol şahın yolunda kurban
Ondandır elimde bulunan ferman
Dertli olan canlar buldular derman
Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali,diyor.

      Bunu beyanla zamanında kâmil mürşid’in irşadı ile aydınlanan Malik Efendi; Hz. Resulullah’ın;“Lahmüke Lahmi / teni tenimdir” buyurduğu Hz.Ali ile zahir olan velayet irşadının hakikatını bilmişim. Ruh-u Muhammed mazharı manevi ehl-i beyt olan, zamanın velayet tebliğ ve irşadı yapan kâmil mürşidin hırkası içre girmişim, diyor. Ve kâmilde zahir olan velâyet irşadı / aydınlığı hırkasına bürünmüşüm, buyuruyor.   

Heme yek vücud-ı can görmüşüm
Lâ mekân ilinde tayerân olmuşum

Yek vücud:Bir vücud, Lâ mekân: Mekânsızlık, Tayerân: Uçmak demektir. Velâyet irşadı olan zikri daim uyanıklığı ve tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat keşfi irfanı ile aydınlanan arif bir kişinin müşahadesinde zat-ı vahdetten, yani Hakk’ın zat bir’liğinden başka hiç birşey olmaz. Ve böyle arif bir kul’un gayrıyeti / masivası kalmadığından o, lâ mekân (mekânsızlık) olan yokluğa ulaşır.
Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Kâmil’in velâyet irşadına mazhar olmak ile heme yek vücud-ı can görmüşüm, lâ mekân ilinde tayerân olmuşum diyor.Yani vahdet-i zat’a vasıl olmaklamekânsızlık olan bir yokluğa / yokluk şehrine, uçup yükselmişim, demektir.


Aslıma ettim rücu’ asl olmuşum
Sırr-ı mutlakla siva mahv etmişim

      Asıl:Temel, esas olan, Rücu:Dönüş, dönmek,Siva: Gayrı, gayrıyet, başka anlamlarındadır. Yaratılmış ve yaratılan herşeyin aslı hakikatı Cenab-ı Hak’tır. Bunu beyanla sahabelerin; “Ya Resulallah hiçbirşey yaratmadan önce Allah nerede idi”? Sormasına cevaben Resulullah Efendimiz;“Makam-ı âmâ’da idi, Allah vardı başka şey yoktu”buyurmuşlardır. Ve o mecliste bulunan Hz. Ali (kv);“El’an / halen öyledir, el’an / halen öyledir” demiştir.
      Bu itibarla yaratılan her şeyin evveli öncesi, her zamanda bu gün dahi Cenab-ı Hak’tır. Ve bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “O, evveldir…” (Hadid, 3) buyrulur. Ki herşey Hak’tan yaratılmış olduğundan, herşey gibi insanında aslı da Hak’tır. Bu mesele Kur’an’da;“ Hani Rabbin meleklere şöyle demişti; “Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım” Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin.” (Sad, 71-72) ayetleri ve benzer ayetlerle beyan edilir. Ki insanın sureti, yani beden varlığı Allah’ın mülkü olan “çamurdan” yaratıldığı gibi insanın canı / “ruh’u Hakk’ın kendi ruhundan “üflenmedir.” Bu itibarla kulun gerek sureti, gerekse canı / ruhu Rabbin gayrısı değildir.
      Bir insanın, gerek suret / beden gerekse can / ruh varlığının aslı hakikatı olan Rabbine ulaşmasına engel, kendi cehlidir. Çünkü insan cehaletle kendinin ve cümle eşyanın müstakil vücudunun var olduğunu zanneder. Fakat kâmil’in irşadıyla aydınlan bir insan, bu cehaletten kurtulup kendine ve eşyaya müstakil vücut nisbet etmeyip cümle varlığı fenafillâh irfanıyla mahv ederek, kendinde ve cümle eşyada Rabbinden gayrı görmeyip Rabbi ile vuslata ulaşır.
      Bunu beyanla Malik Efendi Hz; kâmil’in irşadı olan zikri daim ve makamatı tevhid keşfi irfanıyla aslıma ettim rücu’ asl olmuşum, sırr-ı mutlakla siva mahv etmişim diyor. Ki, gayrıyet ve masivaya vücud nisbet etmek cehaletinden rücu ederek, (dönerek) mutlak olan Hakk’a kavuşup vasıl olmakla sivayı, yani Hakk’ın gayrısını mahv etmişim, demektir.

Âlemi suret giyip görünmüşüm
Ol arus zibâya bürünmüşüm

       Arus: Süslenmiş gelin, güveyi,Ziba: Güzel, süslü, yakışıklı, demektir. Bir insan cümle âlemin ve kendinin nisbet varlığını Hak’ta fena ederse o kul, Hak’la Hak olur. Böyle Hak’la Hak olan bir kul’un’da cenabı Hak, kesret-i zuhuruyla tecelli eder. Ve o kul, Hakk’ın kesret-i (çokluğu) mazharıyetiyle marifetullaha ulaşır. Bunu beyanla Allah’u Taalâ; “Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.” (Hadisi kutsi) buyurur. Ki böyle bir Marifetullaha ulaşan kimsenin görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak Cenab-ı Hak olunca, o kişide nur-u Muhammed (s.a.v) mazharı güzellikle süslenmiş kulluk açığa çıkar.
    İşte bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Âlemi suret giyip görünmüşüm. Ol arus zibâya bürünmüşüm diyor. Yani nisbet varlığımın mahv olmasıyla hâsıl olan yokluğumda, Hakk’ın kesret / çokluk tecellisine mazhar olmuşum. Ve bu mazharıyetle, en yakışıklı en güzel kulluk marifeti olan hidayet-i nur-u Muhammed kulluğuna bürünmüşüm, diyor. Ki bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Hidayetin baş mazharı Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizdir, onun temsilcileri ise âlimler ve kâmil-i mürşittir.”buyurur.

Hilmi yâ mahlâs takıp gelmişim
Bu cihanı seyr edip gayb olmuşam

        Mahlâs:Lakâb demektir. Ki Malik Efendi Hz; Halkı âlem beni Malik Hilmi diye tanıyıp bilirler. Halbûki ben bu cihanı, yani cümle âlemi Allah’ın tecellisi olarak seyredip müşahade eden, nisbet varlığı Hak tecellisine gark olmakla kendini gayb etmiş (kaybetmiş) bir kul’um, buyuruyor.    

Hiç yorum yok: