8 Şubat 2016 Pazartesi

Ey gönül gel cennet-i manada al sen iltizaz

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Ey gönül gel cennet-i manada al sen iltizaz
                        Zevk u aşkıla idesin masivadan el-ıyaz

      İltizaz:Lezzetlenmek, lezzet almak,Masiva: Allah’tan gayrı olarak var olduğu zannedilenler,Iyaz: Sığınmak, iltica etmek manasınadır.
Buna göre, ey gönül gel mana cennet-i olan cenneti irfan ile lezzetlen, Hak’tan gayrı olan cümle masivadan ilâh-i aşka ve zevki ilâhiye iltica ederek sığın, deniliyor. Ki evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi cennetler, amel cennetleri ve irfan cennetleri olmakla iki kısımdır. Ahiretteki amel cennetine, bu yeryüzü olan imtihan âleminde ifa edilen güzel/Salih amellerle girilerek amel cennetinin nimetleriyle nefs/kişi lezzetlenir. Cennet-i mana olan irfan cennetine ise kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine vuslat edip kavuşmasıyla, bu yeryüzü olan imtihan âlemimde ulaşılır. Ki cennet-i mana olan / cenneti irfanda; Rabb’in Cemal’inin (güzel yüzünün) müşahade-sinden hâsıl olan zevk-i ilâhi İle cümle âlemlerde ebediyen zevklenilir. Ve tüm Hak âşıkları, zevki ilâhi mazhariyetiyle irfan cennetine bu âlemde dâhil olurlar.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hazretleri kendi gönlünü muhatap ederek bizlere; nefsini lezzetlendirdiğin masivadan / gayriyetten ilâh-i aşk’a ve zevk-iilâhiye iltica edip sığın da, bu yeryüzü olan imtihan âleminde cennet-i mana/irfan cenneti lezzetini al diyor. 

                        Daima huzur-ı Hak'da türlü zevkleri
                        Mürşidin emrinde dur sen gayriden eyle meaz

Maaz: Sığınılacak yer, demektir. İrfan cennetine dâhil olan Hak âşıkları ve ehl-i irfan, tevhid-i hakiki keşfi irfanıyla masivadan / gayrıyetten arınmış oldukları için onlar daima rabbin huzur-u katındadırlar. Onlar, kendinden ve cümle âlemden meydana gelen her türlü tecellide Rabbin müşahadesiyle türlü ilâh-i zevk ile lezzetlenirler.
      Bu ilâh-i zevklerden nasiplenmek, ancak zamanın kâmil mürşidini bulup onun telkin-i irşadına sığınmakla mümkün olduğunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de: “Ey îman edenler, Allah’tan korkun, O’na kavuşmaya / varmaya vesile arayın, O’nun yolunda gayret gösterin ki kurtuluşa erebilesiniz” (Mâide, 35) buyrulur. Bu âyette ifade edilen vesile’ye ehl-i zâhir tarafından birçok mâna verilmiştir. Fakat ehlullaha göre vesile’den maksat zamanın mürşid-i kâmilidir. Ve Mürşid-i kâmile biat edip onun telkin-i irşadı ile aydınlanmayanlar, rabbine vasıl olamaz rabbine kavuşamaz.
      Geçmişteki ve bu günkü arif-ibillâh ve ehl-i kemâlin tümü, mazhar oldukları kemâlat ve mârifet feyizlerine ancak mürşid-i kâmilin telkin ve irşâdıyla erişilebileceği konusunda hiç tereddütsüz ittifak etmişlerdir. Çünkü Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin buyurduğu gibi, Hidâyetin baş mazharı Hz. Resûlullah (sav) Efendimiz’dir. Onun her zaman ve bugünkü temsilcileri ise mürşid-i kâmil ve âlimlerdir.”
Bunu ifadeyle, Hakk’a kavuşup daima Hak huzurunda türlü zevki ilâhi ile lezzetlenebilmen için zamanın Kamil mürşidini bul, gayrıyetten kâmilin tevhid-i hakiki telkin-i irşadına sığın, buyruluyor.  

Ol "sakihüm rabbühüm hamrin leben"den içegör
Ahz-ı ilm et sen ricalin dudağında kıl melaz

Ahz: Alma, tutma, sahip olma, Ricâl:Ruha mensub er, Melaz:Sığınılacak yer, "sakihüm rabbühüm hamrin leben"den içegör:Rabbin sunduğu/içirdiği süt içkisinden içmeye bak demek olup; Ahz-ı ilm et sen ricalin dudağında kıl melaz ifadesiyle ise“siz ilmi ricalin ağzından alın (öğrenin)” hadisi şerifine işaret ediliyor.
Ki rical: Ruh’a mensup olan er, zamanın kâmil mürşididir. Ve her kim bu âlemde kâmil-i mürşidi bulur da kâmilden; rabbin emir ve yasakları, Rabbin daim zikri ve rabbin makamlarından ibaret olan leddun-i ilmi tahsil ederse o kul, hamrin leben’den yani süt içkisinden içmiş olur. Ki ilmi leddunun rabbin lütfu bağışı olmasını Kur’an’daki;“Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.” (Kehf,65) ayeti ve benzeri ayet beyanları ifade eder. Bu itibarla kâmilin telkin-i irşadı olan ilm-i leddun Rabbin lütuf ve bağışı olmakla “sakihüm rabbühüm hamrin leben’dir. Yani Rabbin sunup içirdiği süt içkisidir”.
      Rabbin sunduğu süt içkisini ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “Muttakilere (şirk’ten sakınanlara) vaat olunan cennetin durumu şöyledir; Orada bozulmayan sudan ırmaklar; tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet sunan bir şaraptan nehirler, süzme bir baldan oluşan nehirler var. Ve orada kendileri için her türlü meyvenin yanında Rablerinden birde bağışlanma var…” (Muhammed,15)buyrulur. Muttaki, gizli şirkten kurtulmuş ve rabbi’ne kavuşmuş olmakla da irfan cennetinin ehli olan tevhid-i hakiki arif ve kâmilidir ki bunlar; cenneti irfanda su ırmakları, süt nehirleri,lezzetli şarap ve bal nehirleri ve her türlü ruhani gıdalarla gıdalananıp rabb’ın bağış ve ikramıyla zevklenirler.
Su, süt, şarap ve bal olan bu ruhan-i gıdaların ledduni hakikatı ise şöyledir:
Su ırmakları: ayetteki ifadesiyle tadı hiç bozulmayan su ırmaklarından maksat, bu âlemde ve her âlemde kul’un Allah’ın hayatıyla hayat bulup ölümsüzlüğe karışarak daimi diri’liğe ulaşıp, Hakk’ın bekâ’sı ile bekâ bulmasıdır.
Şarap nehri ise ilâh-i aşk nehridir. Çünkü ancak ilâh-i aşk mazharıyetiyle Rabb’in Cemal-i pâki müşahade edilir. Cemal-i pak, Rabbin tertemiz güzel yüzü olup bir kul, ilâh-i aşk mazharıyetiyle Rabbine kavuştuğunda cemal-i pak olan Rabbin tertemiz güzel yüzünü görüp müşahede eder. Bunu ifadeyle Kur’an’da;Yüzler vardır o gün parıltılı Rabbine doğru bakan...” (Kıyamet,22-23) beyan olunduğu gibi hadisi şerifte; “Rabbinizi ayın on dördü gibi görürsünüz,” buyrulur. Ve Hak âşık’ları ilâh-i aşk mazharıyetiyle bu âlemde ilâh-i sevgiliye kavuşurlar. 
Bal nehri: Zevk-i ilâh-i nehridir.
Süt nehirleri:ilim nehirleridir. Ki Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri;“İlmin sureti süttür.” buyurmuştur. Hz. Resulullah (sav) her ne yemiş olsa “Allah’ım bunu ziyadeleştir, daha hayırlısını ver”diye dua etmesine rağmen, süt içtiğinde ise sadece;“Allah’ım bunu ziyadeleştir” demiş ve daha hayırlısını Allah’tan istememiştir. Bu itibarlaHakk’ın sıfatları içinde ilim sıfatı en hayırlı mazhariyet olduğundan Kur’an-ı Kerim’de;“…De ki, Rabb’ım ilmimi arttır.”(Taha, 114) buyrulur.
Bunu beyanla Ol "sakihüm rabbühüm hamrin leben"den içegör- Ahz-ı ilm et sen ricalin dudağında kıl melaz. İfadesiyle; Rabbin sunup ikram ettiği süt içkisinden içmeye bak/içmeye çalış; bunu başarmak için rabbin lütfu bağışı olan ilmi leddun mazharı kâmil mürşidin, telkin-i irşadına sığın deniliyor.

Çünki Hak'kın manzarısın daima Hak'kıla ol
Münkati ol masivadan sırr-ı sübhanıla mehaz

      Manzar:Bakılan yer, görünüş, Münkatı:Kesilen kesilmek, Masiva: Allah’tan başka her şey, Mehaz:Su akacak yer, mecra anlamlarını ifade eder.
Bu itibarlaçünkü senCenab-ı Hakk’ın manzarısın yani Hakk’ın her an bakıp nazar ettiği kulsun. Masivadan, Allah’tan başka her şey olan gayrıyetten münkati ol, kesil. Ve yokluğunla Hakk’a kavuşup Hak varlığına karışarak sırrı subhanıla mehaz ol, yani daima noksandan arınmış münezzeh olan Hak’la vuslatta ol, demektir.

Levh-i mahfuz hudasında yazılmış ey gönül
Harf-be-berf okundu Kur'an manası senden ehaz

      Berf: Kar, Huda: Hidayet verici olan Allah, Ehaz: Tutma kabul etme, Levh-i mahfuz:Kelime olarakmuhafazalı levha anlamında olup, Kur’an’ın topluca cem-i olarak zat-ı akdes’ten indiği yer, demektir. 
      Manevi vücudun hafa, ruh, nefs, kalp ve sır olmakla beş hasleti vardır. Ki hakikatta levh-i mahvuz, manevi vücudun hasleti olan kalp makamıdır. Ve kalp makamının marifet ve kamâlatı insan-ı Kâmil’in gönlünde mevcuttur. Gönlü levh-i mahvuz olan Kâmil; Kur’an-ı Kerim’in sırrını taşır. Ve kâmil taşıdığı Kur’an sırrı olan meratibi ilâh-i irşadı ile insanlığı aydınlatır. Bunu beyanla, Resulullah (sav) Efendimiz “Kur’an ile insan ikiz kardeştir” buyurmuşlardır ki, insan-ı kâmil Kur’an’ın ikizidir.
Sıffın isyanında bir kısmı haçlı’lardan oluşan taraftarlarının mızrak uçlarına Kur’an sayfalarını taktıran Muaviye’nin, Hz.Ali taraftarlarına hitaben,‘Kur’an’a kılıç mı vuracaksınız.’  demesine karşılık Hz. Ali; “Bu bir hiledir vurun, ben konuşan Kur’an’ım.”demiş ve Kur’an’ın sırrı ve Kur’an ikizi olduğunu ifade etmiştir.
      Bir insan gönlünün Kur’an sırrı ile levh-i mahvuz, olabilmesi için o kişinin, meslek-i Resul-u Melami seyri süluku ile kalp makamının keşfi marifetine ulaşması icap eder. Ki bu marifet, aynı zamanda B harfinin içerdiği kemâlatın açığa çıkması olduğundan Malik Efendi; kendini muhatap ederek bizlere, kalbimizin/gönlümüzün levh-i mahfuz olabilme potansiyeli taşıdığına dikkat çekerek, levh-i mahfuz hudasında yazılmış ey gönül, diyor.Ve devamla harf-be-berf okundu Kur'an manası senden ehaz buyuruyor. Yani B harfinin içerdiği hidayeti kemalat, kalp makamına erişmiş kimsenin gönlü olan levh-i mahfuz’da yazılıdır. Ancak bu kemâlat berf (kar)misâli ile okunur ki, bunu okuyan aynı zamanda manayı Kur’an olur. Sende bu kar misalini okuyup anlayarak manayı Kur’an kulluğuna sahip olmaya bak diyor. 
Bharfininberf / kar ile okunması şöyedir; B harfi Arap alfabesinde elif’ten sonraki ikinci harftir. Elif harfi zahiren cümle harflerin aslıdır. Çünkü bütün harfler Elif’in eğrilmesi veya bükülmesiyle oluşur. Elif harfi yukarıdan aşağı düz bir hatdır, yani çizgidir. Ki bu düz çizgi olan Elif’in eğimlerinden, kıvrımlarından diğer alfabeyi oluşturan cümle harfler meydana gelir. B harfi de, elifin iki ucunun yukarı kıvrılmasıyla altındaki noktadan ibarettir. Bu itibarla Elif harfi, cümle harflerin aslı olup eğer Elif olmazsa diğer hiçbir harf olmaz. Mana yönü ile her harfi meydana getiren Elif, mevcut olup görünen ve malum olup görünmeyen cümle varlık âleminin aslı olan Allah’ı, yani Hakk’ın uluhuyetini ifade eder. Diğer harflerin tümü ise uluhuyetin zuhuru olan cümle yaradılmışları remzeder.
Bharfi, mana yönüyle uluhuyetin zuhuru olmakla baraber her bir şeyin, yani yerlerdeki göklerdeki ve ikisi arasındaki cümle varlıkları kuşatıp ihata ederek kendinde toplar. Bu kuşatıcılık, yerdeki gökteki ve ikisi arasındaki cümle yaradılmışlardaki sırrı ilahinin, yani Allah’ın her nevi tecellisini müşahede kemâli’dir. Bunu ifadeyle Hz. Ali, “ilahi sırlar peygamberlere inen kitaplardadır, peygamberlere inen kitapların sırrı Kur’an’dadır, Kur’an’ın sırrı Fatiha suresinde, Fatiha’nın sırrı besmelede, besmelenin sırrı B harfindedir…”buyurmuştur. Bu itibarla Tevbe Suresi, ”Beraetün” ifadesi ile yani B harfi ile başladığı için, besmele çekilmeden okunur. Tevbe Suresi’nin haricindeki bütün sureler B harfi ile başlamadığından, öncesinde besmele çekilerek okunur.    
Berf, kar demektir. Çünkü kar yağdığında her taraf bembeyaz kar ile kaplanır ki, kar su olmadığı için kar’la abdest alınmaz ancak teyemmüm edilir. Fakat kar’ın bir sureti ve görüntüsü olmakla beraber kendine ait vücud-u varlığı olmadığından, güneyden gelen ılık rüzgârla kar eriyip aslına dönerek su olur. Çünkü kar’ın aslı vücudu su’dur: Bu itibarla su’ya kar denilmediği gibi, Kar’a da su denilmez, ancak kar’ın aslına su denilir. İşte bu görünen cümle varlıklarda kar gibi olup bunların kendi vücutları olmaz. Kar’ın aslının su olması gibi cümle varlığın aslı vücudu cenab-ı Hak’tır. Ve kar’a su denilmediği gibi görünen varlıklara da Hak denilmez, eğer denirse küfür olur. Kar’ın su’dan ayrı bir vücudu olmadığı gibi, Varlıklara da Hak’tan ayrı vücut verilmez, verilirse şirk olur. Bu itibarla kar’ın aslının su olduğunu, kar’ın ise su’yun zuhuru olduğunu bilmek gibi, cümle varlığın vücudlarının olmayıp, her varlığın aslının Hak olduğuna ve her bir varlığın Hakk’ın zuhuru olduğuna arif olmak gerektiğini ifade etmek için ehli kemâl, berfi / kar’ı misal verirler.
     Bunu ifadeyle; B harfinin içerdiği Allah’ın göklerdeki yerdeki ve arasındaki her türlü tecellisini ihata kemâlatını, oğlu Hz.Hüseyin’e kar ile misâllendiren Hz.Ali; “ Bu görünen göklerdeki yerdeki ve ikisi arasındaki cümle varlıklar kar gibidir, kar’ın aslı ise su’dur” der demez Hz.Hüseyin;“anladım anladım” demiş ve seyri süluku hatmetmiştir. Özetle bu anlamda ifade edilen kar misalini ehli kemal her zamanda ve bu gün dahi uluhuyet sırrını içeren kalp makamını izah ederken kar ile misallendirerek anlattıklarından Malik Efendi Hazretleri; be harfi berf / kar misâli ile okundu diyor.
      Bu itibarlaher kim B harfinin kemâlatını berf/kar misali ile okuyup anlarsa, o kul’un gönlü/kalbi levh-i mahfuz olup Kur’an sırrı ile dolar.Ve o kul manayı Kur’an olur.
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri Kur’an sırrı ile levhi mahfuz olan gönülde B harfinin içerdiği kemâlat vardır, fakat bu kemâlat Berf / karmisali ile okunur, okuyan da manayı Kur’an olur diyor.Ve devamla, sende böyle bir okuyuşla manayı Kur’an olma marifet ve kamâlatını ehaz, yani kabul ederek sahiplen buyuruyor. Allahuâlem.

Menba-ı lutf-ı Hudasın sırr-ı mutlak sendedir
Hilmi'ya bekle gönülde feyz-i akdesün milhez

      Menba-ı lutf-ı huda:Hidayetin kaynağı olan Allah’ın karşılıksız bağış ve ikramı, Sırrı mutlak: Hakk’ın sırrı, Feyz-i akdes: Zatı ilâh-i tecellisi, Milhez ise karıştırmak/karışmak, demektir.
      Buna göre, Hakk’ın karşılıksız bağışladığı hidayet ikramına sen mazharsın. Çünkü cümle eşyada ve varlıkta mevcut olmasına rağmen Rabbimiz, en kemâl tecellisi ile sırrını insanda açığa çıkarıp zahir eder. Ve bu mazharıyetiyle insan, cümle âlemleri ve âlemlerdeki her bir şeyi kendinde cem edip toplayandır. İnsandaki Hakk’ın gaybı mutlak sırrı, zat-ı ehadiyet / teklik tecellisi ve Hakk’ın mukayyet (kayıtlı) zuhuru olan esma tecellisidir. Ki mukayyet olan esma tecellileri, yaratılan cümle âlem ve âlemlerdeki her şeydir. 
     Yüce yaratıcı olan Allah, zatından sıfatlarına, sıfatlarından esmalarına tecelli ederek zuhura getirdiği maden, nebat/bitki, hayvan ve insan varlığına sekiz sıfatı subutiyesi ile vücut verir. Ki, bu esmaların oluşturduğu cümle varlıklar da Allah’ın sıfatları olmasa bunların hiçbirisi var olmaz. Buna göre, maden bitki ve hayvanda sekiz sıfatı subutiye eksik olarak vardır, fakat insanda sekiz sıfatın sekizi de tamamen mevcuttur. Her insanda mevcut olan sekiz sıfattan ilim sıfatı, nakıs/eksik insanda kemâl ile zahir olmaz. Ancak zikri daim uyanıklığı ve tevhidi hakiki irfanı ile Hakk’ın zat’ına kavuşmuş olan insanı kâmil’de sıfatlar kemâl ile zahir olur. Ve bu mazharıyetle insan-ı kâmil menba-ı lutf-ı hudadır, yani Hakk’ın bağış ve lütfu ile insanı kâmil hidayet zuhurunun menba-ı kaynağıdır.
Ve sırrı mutlak olan zat-ı ehadiyet/teklik keşfi marifetinin mazharı olduğu için kâmil’in gönlü, daima zat-ı akdes arınmışlığıyla zahir olan tecellilerle, ilham ve doğuşlarla feyizlenir, zevklenir.
     Bunu beyanla arif-i billâh insanı kâmil Malik Efendi Hazretleri Hilmi lakabı ile kendini muhatap ederek bizlere hitaben; Sen insan olmakla menba-ı lutf-ı hudasın sırr-ı mutlak sendedir. Hilmi'ya bekle gönülde feyz-i akdesün milhez, buyuruyor. Yani sen Hakk’ın hidayet bağış ve lütfunun kaynağısın, mutlak olan Allah’ın sırları sendedir ey Hilmi,insan-ı kâmil kulluğuna ulaşmaya bak. Ki, her tecelide mevcut olan Hakk’ın zatına vuslat marifetiyle gönlün,feyz-i akdes ilham ve doğuşlarına karışmakla zevklensin,diyor.

Hiç yorum yok: