ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Ey gönül gel cennet-i manada al sen iltizaz
Zevk u aşkıla idesin
masivadan el-ıyaz
İltizaz:Lezzetlenmek, lezzet
almak,Masiva: Allah’tan gayrı olarak
var olduğu zannedilenler,Iyaz: Sığınmak,
iltica etmek manasınadır.
Buna göre, ey gönül gel mana cennet-i olan cenneti irfan ile lezzetlen, Hak’tan gayrı olan cümle masivadan ilâh-i aşka ve zevki ilâhiye iltica ederek sığın,
deniliyor. Ki evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi cennetler,
amel cennetleri ve irfan cennetleri olmakla iki kısımdır. Ahiretteki amel
cennetine, bu yeryüzü olan imtihan âleminde ifa edilen güzel/Salih amellerle
girilerek amel cennetinin nimetleriyle nefs/kişi lezzetlenir. Cennet-i mana
olan irfan cennetine ise kul’un kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine
vuslat edip kavuşmasıyla, bu yeryüzü olan imtihan âlemimde ulaşılır. Ki
cennet-i mana olan / cenneti irfanda; Rabb’in Cemal’inin (güzel yüzünün)
müşahade-sinden hâsıl olan zevk-i ilâhi İle
cümle âlemlerde ebediyen zevklenilir. Ve tüm Hak âşıkları, zevki ilâhi mazhariyetiyle
irfan cennetine bu âlemde dâhil olurlar.
Bunu ifadeyle Malik Efendi Hazretleri kendi gönlünü muhatap ederek
bizlere; nefsini lezzetlendirdiğin masivadan
/ gayriyetten ilâh-i aşk’a ve zevk-iilâhiye iltica edip sığın da, bu
yeryüzü olan imtihan âleminde cennet-i
mana/irfan cenneti lezzetini al
diyor.
Daima huzur-ı Hak'da
türlü zevkleri
Mürşidin emrinde dur sen gayriden eyle meaz
Maaz: Sığınılacak yer, demektir. İrfan cennetine dâhil olan Hak
âşıkları ve ehl-i irfan, tevhid-i hakiki keşfi irfanıyla masivadan /
gayrıyetten arınmış oldukları için onlar daima rabbin huzur-u katındadırlar.
Onlar, kendinden ve cümle âlemden meydana gelen her türlü tecellide Rabbin
müşahadesiyle türlü ilâh-i zevk ile
lezzetlenirler.
Bu ilâh-i zevklerden nasiplenmek, ancak
zamanın kâmil mürşidini bulup onun
telkin-i irşadına sığınmakla mümkün olduğunu ifadeyle Kur’an-ı Kerîm’de: “Ey
îman edenler, Allah’tan korkun, O’na kavuşmaya / varmaya vesile arayın, O’nun
yolunda gayret gösterin ki kurtuluşa erebilesiniz” (Mâide, 35) buyrulur. Bu âyette ifade edilen vesile’ye ehl-i zâhir
tarafından birçok mâna verilmiştir. Fakat ehlullaha göre vesile’den maksat zamanın mürşid-i
kâmilidir. Ve Mürşid-i kâmile biat edip onun telkin-i irşadı ile
aydınlanmayanlar, rabbine vasıl olamaz rabbine kavuşamaz.
Geçmişteki ve bu günkü arif-ibillâh ve ehl-i kemâlin tümü, mazhar
oldukları kemâlat ve mârifet feyizlerine ancak mürşid-i kâmilin telkin ve
irşâdıyla erişilebileceği konusunda hiç tereddütsüz ittifak etmişlerdir. Çünkü
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri’nin
buyurduğu gibi, “Hidâyetin baş mazharı Hz. Resûlullah (sav) Efendimiz’dir. Onun her
zaman ve bugünkü temsilcileri ise mürşid-i kâmil ve âlimlerdir.”
Bunu ifadeyle, Hakk’a kavuşup daima Hak huzurunda türlü
zevki ilâhi ile lezzetlenebilmen için zamanın Kamil mürşidini bul, gayrıyetten kâmilin tevhid-i hakiki telkin-i
irşadına sığın, buyruluyor.
Ol "sakihüm rabbühüm hamrin leben"den içegör
Ahz-ı ilm et sen ricalin dudağında kıl melaz
Ahz: Alma, tutma, sahip olma, Ricâl:Ruha mensub er, Melaz:Sığınılacak yer, "sakihüm rabbühüm hamrin
leben"den içegör:Rabbin sunduğu/içirdiği süt içkisinden içmeye bak
demek olup; Ahz-ı ilm et sen ricalin
dudağında kıl melaz ifadesiyle ise“siz ilmi ricalin ağzından alın (öğrenin)”
hadisi şerifine işaret ediliyor.
Ki rical:
Ruh’a mensup olan er, zamanın kâmil mürşididir. Ve her kim bu âlemde kâmil-i
mürşidi bulur da kâmilden; rabbin emir ve yasakları, Rabbin daim zikri ve
rabbin makamlarından ibaret olan leddun-i ilmi tahsil ederse o kul, hamrin leben’den yani süt içkisinden
içmiş olur. Ki ilmi leddunun rabbin lütfu bağışı olmasını Kur’an’daki;“Orada kullarımızdan öyle bir kul
buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün
öğretmiştik.” (Kehf,65) ayeti ve benzeri ayet beyanları ifade
eder. Bu itibarla kâmilin telkin-i irşadı olan ilm-i leddun Rabbin lütuf ve
bağışı olmakla “sakihüm
rabbühüm hamrin leben’dir. Yani Rabbin
sunup içirdiği süt içkisidir”.
Rabbin sunduğu süt içkisini ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “Muttakilere
(şirk’ten sakınanlara) vaat olunan cennetin durumu şöyledir; Orada bozulmayan
sudan ırmaklar; tadı bozulmayan sütten nehirler, içenlere lezzet sunan bir
şaraptan nehirler, süzme bir baldan oluşan nehirler var. Ve orada kendileri
için her türlü meyvenin yanında Rablerinden birde bağışlanma var…” (Muhammed,15)buyrulur. Muttaki,
gizli şirkten kurtulmuş ve rabbi’ne kavuşmuş olmakla da irfan cennetinin ehli
olan tevhid-i hakiki arif ve kâmilidir ki bunlar; cenneti irfanda su ırmakları, süt nehirleri,lezzetli
şarap ve bal nehirleri ve her türlü ruhani gıdalarla gıdalananıp
rabb’ın bağış ve ikramıyla zevklenirler.
Su, süt, şarap ve bal olan bu ruhan-i gıdaların
ledduni hakikatı ise şöyledir:
Su ırmakları: ayetteki ifadesiyle tadı hiç bozulmayan su ırmaklarından maksat,
bu âlemde ve her âlemde kul’un Allah’ın hayatıyla hayat bulup ölümsüzlüğe
karışarak daimi diri’liğe ulaşıp, Hakk’ın bekâ’sı ile bekâ bulmasıdır.
Şarap nehri ise ilâh-i aşk nehridir. Çünkü ancak ilâh-i aşk mazharıyetiyle
Rabb’in Cemal-i pâki müşahade edilir. Cemal-i pak, Rabbin tertemiz güzel yüzü olup bir kul,
ilâh-i aşk mazharıyetiyle Rabbine kavuştuğunda cemal-i pak olan Rabbin tertemiz
güzel yüzünü görüp müşahede eder. Bunu ifadeyle Kur’an’da;“Yüzler
vardır o gün parıltılı Rabbine doğru bakan...”
(Kıyamet,22-23) beyan
olunduğu gibi hadisi şerifte; “Rabbinizi ayın on dördü gibi görürsünüz,” buyrulur.
Ve Hak âşık’ları ilâh-i aşk
mazharıyetiyle bu âlemde ilâh-i sevgiliye kavuşurlar.
Bal nehri: Zevk-i
ilâh-i nehridir.
Süt nehirleri:ilim nehirleridir. Ki Şeyhül Ekber Muhiddin Arabî Hazretleri;“İlmin
sureti süttür.” buyurmuştur. Hz. Resulullah (sav) her ne yemiş olsa “Allah’ım
bunu ziyadeleştir, daha hayırlısını ver”diye dua etmesine rağmen, süt
içtiğinde ise sadece;“Allah’ım bunu ziyadeleştir” demiş
ve daha hayırlısını Allah’tan istememiştir. Bu itibarlaHakk’ın sıfatları içinde
ilim sıfatı en hayırlı mazhariyet olduğundan Kur’an-ı Kerim’de;“…De
ki, Rabb’ım ilmimi arttır.”(Taha,
114) buyrulur.
Bunu beyanla Ol "sakihüm rabbühüm hamrin leben"den içegör- Ahz-ı ilm et
sen ricalin dudağında kıl melaz. İfadesiyle; Rabbin sunup ikram ettiği süt
içkisinden içmeye bak/içmeye çalış; bunu başarmak için rabbin lütfu bağışı olan
ilmi leddun mazharı kâmil mürşidin, telkin-i irşadına sığın deniliyor.
Çünki
Hak'kın manzarısın daima Hak'kıla ol
Münkati ol masivadan sırr-ı sübhanıla mehaz
Manzar:Bakılan yer, görünüş, Münkatı:Kesilen kesilmek,
Masiva: Allah’tan başka her şey,
Mehaz:Su akacak yer, mecra anlamlarını ifade eder.
Bu itibarlaçünkü senCenab-ı Hakk’ın
manzarısın yani Hakk’ın her an bakıp nazar ettiği kulsun. Masivadan, Allah’tan başka her şey olan
gayrıyetten münkati ol, kesil. Ve
yokluğunla Hakk’a kavuşup Hak varlığına karışarak sırrı subhanıla mehaz ol, yani daima noksandan arınmış münezzeh
olan Hak’la vuslatta ol, demektir.
Levh-i mahfuz hudasında yazılmış ey gönül
Harf-be-berf okundu Kur'an manası senden ehaz
Berf: Kar, Huda: Hidayet verici olan Allah, Ehaz: Tutma kabul etme, Levh-i
mahfuz:Kelime olarakmuhafazalı levha anlamında olup, Kur’an’ın topluca
cem-i olarak zat-ı akdes’ten indiği yer, demektir.
Manevi vücudun hafa, ruh, nefs, kalp ve sır
olmakla beş hasleti vardır. Ki hakikatta levh-i
mahvuz, manevi vücudun hasleti olan kalp
makamıdır. Ve kalp makamının marifet ve kamâlatı insan-ı Kâmil’in gönlünde
mevcuttur. Gönlü levh-i mahvuz olan Kâmil; Kur’an-ı Kerim’in sırrını taşır. Ve
kâmil taşıdığı Kur’an sırrı olan meratibi ilâh-i irşadı ile insanlığı
aydınlatır. Bunu beyanla, Resulullah (sav) Efendimiz “Kur’an ile insan ikiz kardeştir”
buyurmuşlardır ki, insan-ı kâmil Kur’an’ın ikizidir.
Sıffın isyanında bir kısmı
haçlı’lardan oluşan taraftarlarının
mızrak uçlarına Kur’an sayfalarını taktıran
Muaviye’nin, Hz.Ali taraftarlarına hitaben,‘Kur’an’a kılıç mı vuracaksınız.’ demesine karşılık Hz. Ali; “Bu
bir hiledir vurun, ben konuşan Kur’an’ım.”demiş ve Kur’an’ın
sırrı ve Kur’an ikizi olduğunu ifade etmiştir.
Bir insan gönlünün Kur’an sırrı ile levh-i
mahvuz, olabilmesi için o kişinin, meslek-i Resul-u Melami seyri süluku ile
kalp makamının keşfi marifetine
ulaşması icap eder. Ki bu marifet, aynı zamanda B harfinin içerdiği kemâlatın açığa çıkması olduğundan Malik
Efendi; kendini muhatap ederek bizlere, kalbimizin/gönlümüzün levh-i mahfuz olabilme potansiyeli
taşıdığına dikkat çekerek, levh-i mahfuz
hudasında yazılmış ey gönül, diyor.Ve devamla harf-be-berf okundu Kur'an manası senden ehaz buyuruyor. Yani B harfinin içerdiği hidayeti kemalat,
kalp makamına erişmiş kimsenin gönlü olan levh-i mahfuz’da yazılıdır. Ancak bu
kemâlat berf (kar)misâli ile okunur ki, bunu okuyan aynı zamanda manayı Kur’an olur. Sende bu kar misalini
okuyup anlayarak manayı Kur’an kulluğuna sahip olmaya bak diyor.
Bharfininberf
/ kar ile
okunması şöyedir; B harfi Arap alfabesinde elif’ten sonraki
ikinci harftir. Elif harfi zahiren cümle harflerin aslıdır. Çünkü bütün harfler
Elif’in eğrilmesi veya bükülmesiyle oluşur. Elif harfi yukarıdan aşağı düz bir
hatdır, yani çizgidir. Ki bu düz çizgi olan Elif’in eğimlerinden,
kıvrımlarından diğer alfabeyi oluşturan cümle harfler meydana gelir. B harfi de, elifin iki ucunun yukarı
kıvrılmasıyla altındaki noktadan ibarettir. Bu itibarla Elif harfi, cümle
harflerin aslı olup eğer Elif olmazsa diğer hiçbir harf olmaz. Mana yönü ile
her harfi meydana getiren Elif, mevcut olup görünen ve malum olup görünmeyen
cümle varlık âleminin aslı olan Allah’ı, yani Hakk’ın uluhuyetini ifade eder.
Diğer harflerin tümü ise uluhuyetin zuhuru olan cümle yaradılmışları remzeder.
Bharfi, mana yönüyle uluhuyetin zuhuru
olmakla baraber her bir şeyin, yani yerlerdeki göklerdeki ve ikisi arasındaki
cümle varlıkları kuşatıp ihata ederek kendinde toplar. Bu kuşatıcılık, yerdeki
gökteki ve ikisi arasındaki cümle yaradılmışlardaki sırrı ilahinin, yani
Allah’ın her nevi tecellisini müşahede kemâli’dir. Bunu ifadeyle Hz. Ali, “ilahi
sırlar peygamberlere inen kitaplardadır, peygamberlere inen kitapların sırrı
Kur’an’dadır, Kur’an’ın sırrı Fatiha suresinde, Fatiha’nın sırrı besmelede,
besmelenin sırrı B harfindedir…”buyurmuştur. Bu itibarla Tevbe Suresi, ”Beraetün” ifadesi ile yani B harfi ile başladığı için, besmele
çekilmeden okunur. Tevbe Suresi’nin haricindeki bütün sureler B harfi ile başlamadığından, öncesinde
besmele çekilerek okunur.
Berf, kar demektir. Çünkü kar yağdığında
her taraf bembeyaz kar ile kaplanır ki, kar su olmadığı için kar’la abdest
alınmaz ancak teyemmüm edilir. Fakat kar’ın bir sureti ve görüntüsü olmakla
beraber kendine ait vücud-u varlığı olmadığından, güneyden gelen ılık rüzgârla
kar eriyip aslına dönerek su olur. Çünkü kar’ın aslı vücudu su’dur: Bu itibarla
su’ya kar denilmediği gibi, Kar’a da su denilmez, ancak kar’ın aslına su
denilir. İşte bu görünen cümle varlıklarda kar gibi olup bunların kendi
vücutları olmaz. Kar’ın aslının su olması gibi cümle varlığın aslı vücudu
cenab-ı Hak’tır. Ve kar’a su denilmediği gibi görünen varlıklara da Hak
denilmez, eğer denirse küfür olur.
Kar’ın su’dan ayrı bir vücudu olmadığı gibi, Varlıklara da Hak’tan ayrı vücut
verilmez, verilirse şirk olur. Bu
itibarla kar’ın aslının su olduğunu, kar’ın ise su’yun zuhuru olduğunu bilmek
gibi, cümle varlığın vücudlarının olmayıp, her varlığın aslının Hak olduğuna ve
her bir varlığın Hakk’ın zuhuru olduğuna arif olmak gerektiğini ifade etmek
için ehli kemâl, berfi / kar’ı misal
verirler.
Bunu ifadeyle;
B harfinin içerdiği Allah’ın
göklerdeki yerdeki ve arasındaki her türlü tecellisini ihata kemâlatını, oğlu
Hz.Hüseyin’e kar ile misâllendiren Hz.Ali; “ Bu görünen göklerdeki yerdeki ve ikisi
arasındaki cümle varlıklar kar gibidir, kar’ın aslı ise su’dur” der
demez Hz.Hüseyin;“anladım anladım” demiş ve seyri süluku hatmetmiştir. Özetle bu
anlamda ifade edilen kar misalini ehli kemal her zamanda ve bu gün dahi
uluhuyet sırrını içeren kalp makamını izah ederken kar ile misallendirerek anlattıklarından Malik Efendi Hazretleri; be
harfi berf / kar misâli ile okundu
diyor.
Bu
itibarlaher kim B harfinin
kemâlatını berf/kar misali ile
okuyup anlarsa, o kul’un gönlü/kalbi levh-i mahfuz olup Kur’an sırrı ile dolar.Ve o kul manayı Kur’an olur.
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri Kur’an
sırrı ile levhi mahfuz olan gönülde B harfinin içerdiği kemâlat
vardır, fakat bu kemâlat Berf / karmisali
ile okunur, okuyan da manayı Kur’an olur diyor.Ve devamla, sende böyle bir okuyuşla manayı Kur’an
olma marifet ve kamâlatını ehaz,
yani kabul ederek sahiplen buyuruyor. Allahuâlem.
Menba-ı lutf-ı Hudasın sırr-ı mutlak sendedir
Hilmi'ya bekle gönülde feyz-i akdesün milhez
Menba-ı lutf-ı huda:Hidayetin kaynağı olan
Allah’ın karşılıksız bağış ve ikramı, Sırrı
mutlak: Hakk’ın sırrı, Feyz-i akdes:
Zatı ilâh-i tecellisi, Milhez ise
karıştırmak/karışmak, demektir.
Buna göre, Hakk’ın karşılıksız bağışladığı hidayet ikramına sen
mazharsın. Çünkü cümle eşyada ve varlıkta mevcut olmasına rağmen Rabbimiz, en
kemâl tecellisi ile sırrını insanda açığa çıkarıp zahir eder. Ve bu
mazharıyetiyle insan, cümle âlemleri ve âlemlerdeki her bir şeyi kendinde cem
edip toplayandır. İnsandaki Hakk’ın gaybı mutlak
sırrı, zat-ı ehadiyet / teklik tecellisi ve Hakk’ın mukayyet (kayıtlı) zuhuru olan esma tecellisidir. Ki mukayyet olan
esma tecellileri, yaratılan cümle âlem ve âlemlerdeki her şeydir.
Yüce yaratıcı olan Allah, zatından sıfatlarına, sıfatlarından esmalarına
tecelli ederek zuhura getirdiği maden, nebat/bitki, hayvan ve insan varlığına
sekiz sıfatı subutiyesi ile vücut verir. Ki, bu esmaların oluşturduğu cümle
varlıklar da Allah’ın sıfatları olmasa bunların hiçbirisi var olmaz. Buna göre,
maden bitki ve hayvanda sekiz sıfatı subutiye eksik olarak vardır, fakat
insanda sekiz sıfatın sekizi de tamamen mevcuttur. Her insanda mevcut olan
sekiz sıfattan ilim sıfatı, nakıs/eksik insanda kemâl ile zahir olmaz. Ancak
zikri daim uyanıklığı ve tevhidi hakiki irfanı ile Hakk’ın zat’ına kavuşmuş
olan insanı kâmil’de sıfatlar kemâl ile zahir olur. Ve bu mazharıyetle insan-ı
kâmil menba-ı lutf-ı hudadır, yani Hakk’ın bağış ve lütfu ile insanı
kâmil hidayet zuhurunun menba-ı kaynağıdır.
Ve sırrı mutlak
olan zat-ı ehadiyet/teklik keşfi marifetinin mazharı olduğu için kâmil’in
gönlü, daima zat-ı akdes
arınmışlığıyla zahir olan tecellilerle, ilham ve doğuşlarla feyizlenir, zevklenir.
Bunu beyanla
arif-i billâh insanı kâmil Malik Efendi Hazretleri
Hilmi lakabı ile kendini muhatap ederek bizlere
hitaben; Sen insan olmakla menba-ı
lutf-ı hudasın sırr-ı mutlak sendedir. Hilmi'ya bekle gönülde feyz-i akdesün
milhez, buyuruyor. Yani sen Hakk’ın hidayet bağış ve lütfunun kaynağısın,
mutlak olan Allah’ın sırları sendedir ey Hilmi,insan-ı kâmil kulluğuna ulaşmaya
bak. Ki, her tecelide mevcut olan Hakk’ın zatına vuslat marifetiyle gönlün,feyz-i akdes ilham ve
doğuşlarına karışmakla zevklensin,diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder