8 Şubat 2016 Pazartesi

Bûy-ı gülzâre meşam oldu ferah

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Bûy-ı gülzâre meşam oldu ferah
Lâ yâ kal sanki içtim bir kadeh

      Buy-ı gülzare:Gülbahçesinin kokusu, Meşam: Koku alan burun, geniz,Ferah: Sevinme iç açıklığı,Lâ yâ kal: kendinden geçme, mest olma, sarhoş demektir.
Bu itibarla gül kokusu Hz. Resulullah’ın (s.a.v) ter kokusudur. Bunun için gül’ü koklamak sünnet kabul edilmiştir. Gülbahçesi; Ruh-u Muhammed’in (sav) hâkim olduğu ehl-i zikr ve ehl-i irfandan oluşan kâmil’in meclisidir. Ki bu meclis, aynı zamanda manev-i evladı Resul’un / manevi ehl-i beytin meclisidir. Çünkü Evlad-ı Resul üçtür. Birincisi: Sadece soy itibar ve yönü ile ehl-i beyt (Resulullah’ın ev halkından) olanlardır. İkincisi:Manevi yönden ehl-i beyt olanlardır. Üçüncüsü: Hem soy hemde Manevi yönden ehl-ibeyt olanlardır.
Soy itibarı ile ehl-ibeyt olanlar; Hz. Peygamber Efendi-miz’in eşleri ve amcaları gibi, sadece ev halkı ve aşiretinden olan akrabalarıdır. Ki, bu akrabalık ‘Ruh-u Muhammed’den nasiblendiği oran ve nisbette bir değer ve kıymet ifade eder.’ Mesela, “Elleri kurusun Ebu Leheb’in nitekim kurudu da Onun malı ve kazandığı kendisine hiçbir fayda vermeyecektir. Yakında alevli ateşe girecektir odun taşıyıcısı olan karısı da Boynunda hurma lifinden bir iple” (Tebbet, 1…5) Hakkında bu ayetler inen Ebu Leheb, Hz.Resulullah’n amcası olup, Ebu Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe de, Resulullah’ın damatları idiler. Bunlar Hz. Peygamber’in Ümmü Gülsüm ve Rukiye isimli kızları ile evlendiler, fakat Resulullah’a iman etmeyip Ruh-u Muhammed irşadından nasiblenmediler. Ve Hz. Peygambere ve kızlarına eziyet ettiler.
Halbûki Hz. Peygamber’in amcaoğlu ve damadı olan Hz. Ali, Ruh-u Muhammed mazharıyetiyle cümle müminlerin gönlünde Şah-ı velayet imam-ı ve Kerem Allahu veche, yani Allah’ın kerem yüzü gibi vasıflarla yer etmiş ve Hz. Resulullah’ın birçok iltifatına mazhar olmuştur. Bu itibarla sadece Hz. Peygamber Efendimiz’in aşiretinden, sülalesinden olmakla soyca bir kişinin ehl-i beyt olması, Hz. Hüseyin’in soyundan gelmekle “Seyit”Hz. Hasan’ınsoyundan gelmekle “Şerif” gibi ünvanlar taşıyarak Hz. Peygamber’in sadece kan itibarıyla aşiretinden, sülalesinden ve soyundan olması, o kimseye ve etrafına hiçbir fayda vermez. Ve o kimseyi kâmil bir kulluğa ulaştırmaz. Ancak o kimse ruh-u Muhammed irşadına mazhar olursa kâmil kulluğa, yani “insanı kâmil” makamı’na ulaşabilir.
Manevi ehl-i beyt ve evlad-ı Resul olanlar; bunlar Hz Peygamber Efendimiz’le, herhangi bir soy kan yakınlığı ve akrabalığı olmadığı halde, Nur-u Muhammed’e (s.a.v) mazhar olanlardır. Peygamber Efendimiz; “Allah beni nurundan müminleri de benim nurumdan yarattı.” buyurmuşlardır. Ki, bu yaratılma cümle müminleri kapsadığı gibi, meslek-i Resul’u Melamiye seyr-i süluku ile hâsıl olan Nur-u Muhammed mazharıyetiyle kulun, hakiki/gerçek müminliğe ulaşıp, insanı kâmil olmasıdır. Bunu ifadeyle Hz. Peygamber Efendimiz;“Selman benim ehl-i beyt'imdir.” demiştir. Ki Selman-ı Farisi’nin, Hz. Resulallah ile soyca herhangi bir yakınlığı, akrabalığı yoktu. Çünkü kendisi Farisi, yani İranlı idi. Ve Selman gibi soyca herhangi bir akrabalığı olmadığı halde Peygamber Efendimiz’in;“Ehl-i beytim’dir.” dediği, özellikle ashab-ı suffadan olan ve daha başka sahabeler de vardı.
Manevi evlad-ı Resul,Nur-u Muhammed’le yaratılışın mazharı olan her zamanın velileri’dir.” Bunlar, Hz. Peygamber Efendimiz’in unsur bedenle bu âleme gelip zuhur etmesinden evvel de vardılar, sonra da olmuşlar, halen de var ve mevcut olup, kıyamete kadar da bu âlemde olacaklardır.
Bunu ifadeyle Kur’an’da;''Muhammed Allah'ın elçisidir. Onunla beraber olanlar inkârcılara karşı çetin, aşılmazdır-lar. Kendi aralarında ve müminlere karşı yumuşaktırlar. Onlar secde ve rûkû ederler. Allah’tan bir lütuf ve hoşnut-luk isterler. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri / izi vardır. Biz bunu Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil'de ise ekin filizi…  ile misallendirdik...'' (Fetih,29) buyrulur. Ki, Nur’u Muhammed'e mazhar olan evlad-ı Resul, Hz. Peygamber’in unsur bedenle bu âleme teşrif etmesinden evvel de var ve mevcut olduğundan, ayetteki;Tevrat’ta da aynı şekilde yazdık. İncil’de ise ekin filizi… ile misallendirdik.”beyanı, o zamandaki manevi Evladı Resul’ü ifade eder.Ki, Tevrat Hz. Resulullah’ın unsur bedenle bu âlemdeki zuhurundan, yaklaşık 1800 yıl önce Hz. Musa’ya. İncil ise 600 yıl önce Hz. İsa’ya vahiy olmuştur. Ve cümle peygamberler ve veliler, zamanlarında Nur’u Muhammed (s.a.v) mazhariyetiyle tebliğ ve irşad yapmışlardır. Velhasıl, Nur’u Muhammed mazharıyetiyle evlad-ı Resul olan bu velilerin, velayet yoluyla olan tebliğ ve irşadları tüm zamanlarda olduğu gibi halen devam etmektedir ve kıyamete kadar devam edecektir.
Hem soy, hemde manevi ehl-i beyt / evlad-ı Resul olanlar; Bunlar Hamse-i Âli Aba (Hz. Resulullah’ın yüce örtüsü altındaki beş kişi ) olan Hz. Peygamber’le beraberHz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Ve bunların ‘hem soy, hemde manevi haslet ve özelliklerini taşıyan evlatlarıdır.’ Ki Hz. Ali (kv.) soy itibarıyla Hz Resulullah’ın amcaoğlu olup, kızı Fatma ile evlenerek’te Resulullah’ın damadı oldu. Hz.Ali hakkında Peygamber Efendimiz;“ Âlemlerin Rabbı olan Allah benim Mevlamdır / dostumdur, ben kimin mevlası / dostu isem, Ebu Talibin oğlu Ali’de onun mevlasıdır. Ali’ye dost olan benim dostum’dur, Ali'ye düşman olan bana düşman’dır. Ruh’u Ruh’um’dur, kanı kanımdır, cismi cismimdir, ey insanlar size iki emanet bırakıyorum, eğer bu emanetlere sahip çıkarsanız biliniz ki bu emanetler cennetin Kevser havuzunda birleşirler. Bu emanetlerimin birisi, Kur’an’dır, ikincisi ise ehl-i beytimdir.”buyurmuştur.
     Hz. Ali her an ve her zaman Hz. Resulullah’ın yanında yer almış ve O’na hemdem olup, daima Resulullah’ın en yakınında bulunmuştur. Peygamber Efendimiz’in;“Ruh’u ruh’um’dur, kanı kanımdır, cismi cismimdir.” ifadesinden de açıkça anlaşıldığı gibi Hz. Ali’nin Resulullah’a yakınlığı sadece soydan ibaret olmayıp, Resulullah’a iman edip o’na sadakat ve teslimiyetinden hâsıl Ruh-u Muhammed yakınlığıdır. Hz.Ali bu mazharıyeti ile velilerin şahı ve imam’ı olmuştur. Bu itibarla Hz.Ali’nin soyundan gelmekle beraber Ruh-u Muhammed mazharı olanlar ancak, hem soy hemde manevi evlad-ı Resul’dur. Bunlardan Şeyhül Ekber Muhiddin-i ArabîHazretlerive Pir Seyyid Muhhammed Nur Hazretlerigibi olan veliler ve mücedditler, hem soy, hemde manevi olan Evladı Resul’un meşhurlarındandır-lar.
Velhasıl, buy-ı gülzare meşam oldu ferah - lâ yâ kal sanki içtim bir kadeh beyanı, Ruh-u Muhammed’in (s.a.v) hâkim olduğu ehl-i zikr ve ehl-i irfanın oluşturduğu kâmil’in meclisidir. Ki, bu meclis aynı zamanda resulullahın gül kokusuyla kokan gülbahçesi olup manevi evlad-ı Resul’un / ehl-i beyt’in meclisidir. Bu meclisteki evlad-ı Resul’den kokladığım gül kokusu ile ferahlandım neşelendim. O kokudan hâsıl olan tesir beni, kadehteki içki gibi kendimden geçirmekle mest, sarhoş etti, demektir.

Gülzar içre nazenin vücud beru
Başıma bakdım ne oldu bu merah

     Gülzar: Gülbahçesi, Nazenin vücud: Nazikâne kibar olan kişi, Beru:Sığınılan, Merah:sığınılmakla ferahlatan rahatlatan yer, mekân demektir.
Ki, manevi evlad-ı Resul olan ehli zikir ve ehli irfan içinde kibar, nazikâne fakat kendisine sığınılan biri verdı ki, o’na bakıp ona sığınmakla rahata erdim, buyurmakla Malik Efendi Hazretleri o mecliste bulunan Mürşidi Kâmil’in sohbetinden duyduğu huzur ve memnuniyeti beyan ediyor. Çünkü Bir mürşid’in kâmil olup olmadığını anlamak için Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri;“Mürşidin sohbetine girdiğinizde sohbetiyle seni dünya gailelerinden çekip çıkarıyorsa o mürşid kâmildir. Çıkarmıyorsa kâmil değildir” buyurmuştur. Bunu ifadeyle Malik Efendi, gülbahçesinde var olan kibar nâzikane tavırlı kâmil’in sohbetine mazhar oldum. O’nun sohbetiyle arifane bir rahatlığa, felâha erdim diyor.

Dopdolu incir idi bağçe içi
Böyle bir bir bilmez idim çok revah

Dopdolu incir idi bahçe içi demek, kâmilin meclisindeki ehli zikir ve ehli irfanın, ilm-i hakikata mazhar ehl-i hakikat oldukları beyan ediliyor. Ki, incir’in çekirdekleri ve kabuğu ile bütün olarak yenilen bir meyva olması itibarıyla ehl-i kemâl, hakikat ilmini incir’le teşbih etmişlerdir (incire benzetmişlerdir). Çünkü ilmi hakikat, hep Hak’la olup Hak’tan başka müşahade etmemektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “Yemin olsun İncire, zeytine, Tur dağına ve o emin beldeye ki.” (Tin, 1...3) buyrulur. Kemâl Zurnacı Hazretleri, “İncir ilm-i hakikattir, zeytin ilm-i şeriattır, Tur ilm-i tarîkattır, Emin Belde ise ilm-i mârifettir…”buyurmuştur.   
     Hakikat ilmi, kulun ve cümle âlemin aslı olan Cenab-ı Hakk’ı, cümle tecellide her an müşahade etmek olduğundan, hakikat ehilleri bir olan Allah’tan gayrı görmeyen vahdet-i vücud imanı müminleridir. Oysa ilmi hakikatı tahsil etmeyen müminler, kendinin ve cümle eşyanın vücudunu Hak’tan ayrı birer vücud olarak görerek iman ederler. Bunu ifadeyle böyle bir, bir bilmezdim demekle Malik Efendi, ilmi hakikatı tahsil etmeden önce bir (vahid)olan Hakk’ı, vahdet-i vücud müşahadesiyle bilmezdim diyor. Ve devamla, Evladı Resul’un oluşturduğu hakikat ehilleriyle dopdolu, ariflerin meclisinden tahsil ettiğim ilmi hakikat ile çok revah oldum, yani neş’e ve ilâh-i zevk ile zevklendim buyuruyor.

Bir büyük gül var idi gayet kokar
Etrafında sarılıp yedi kadeh

      Büyük gül:O meclisteki Nur-u Muhammed (sav) mazharı olan mürşid-i kâmil’dir ki, kâmil’in kokusu Ruh-u Muhammed olduğu için, Resulullah’ın gülkokusunu kâmil’den kokladım deniliyor. Etrafına sarılıp yedi kadeh beyanından maksat ise mürşidi kâmil’in meslek-i Resul telkin ve irşadı olan yedi meratibi ilâhidir. Kâmil’in irşadı olan bu yedi mertebe telkini ile salikler, zevki ilâh-i ile zevklenip mestu sekran oldukları için, her mertebe, kadeh olarak ifade ediliyor. Bunun sebebi, insanı sarhoş eden içkinin kadeh’ten içilmesi gibi, salik’in zevki ilâh-i sarhoşluğunun, meratibi ilâh-i müşahedesiyle hâsıl olmasındandır. 


Deniz idi haiti anın heman
Bir gemi var gezer idi bir melah

      Hait:Çerçeve, anlamında olup,Deniz: Zat-ı ilâh-i yi ifade eder,Melah: çekirge demektir. Mürşidler, kâmil ve nakıs (eksik) olmakla iki kısmdır. Nakıs mürşidler daha ziyade cemaat ve tarikat mürşidleridir. Bunların anlayışı, Allah’ın zat-ı görünen cümle varlığın harici olup Allah, eserleri ve isimleri ile mevcuttur anlayışıdır. Onun için nakıs mürşidler nafile ibadetlerle ve bir kısım esma-ı ilâh-i ile meşgul olmaktan hâsıl olan keyfiyeti marifetullah zannederler.
Kâmil mürşid isefenafillâh ve bekabillâh makamları kemalatına mazhar olduğu gibi, bu makamların telkini irşadıyla da etrafını aydınlatır. Kâmil mürşidin irşadı ile aydınlanalar, kendinin ve cümle âlemin yokluğunda zat-ı ilâh-i mevcudiyetinden gayrı müşahade etmezler. Ve onlar her tecellide Hakk’ın zatı mevcudiyetine arif olurlar. Ve cümle esma tecellisinde müsemma olan, cümle sıfat tecellisinde mefsuf olan, cümle ef’al tecellisinde fail olan zatı ilâhiyi müşahade ederler.
     Bunu ifadeyle deniz idi haitı anın sözü, kâmil’in keşfi kemalatı, zat-ı ilâhi denizi marifetiyle çerçevelidir, sınırlıdır deniliyor. Bir gemi var gezer idi melah beyanı ise; Kâmil, zat-ı vahdet deryasında çevik bir gemi gibi, yani Hakk’ın zatından zuhur eden cümle tecellilerin her nevi’sini tanıyıp ihvanlara da tanıtmakla, cümle tecellide mevcut olan zat-ı vahdet deryasında, yani vahdet-i vücut denizinde ilm-i marifetle yüzer, gezer demektir.      

Suya daldım bilmedim kendimi hiç
Öyle durdum çend müddet çend sabah

Çend müddet: Birkaç zaman anlamındadır. Bir nehir denize dökülmeden evvel nehir olarak gözükür ve bilinir; oysa nehir denize varıp denize karıştıktan sonra denizin içinde nehir gözükebilirmi? Gözükmez ve bilinemez. Nehir denize karıştıktan sonra görünen ve bilinen ancak deniz olur.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi, vahdet-i zat denizinin suyuna daldım, bilmedim kendimi hiçöyle durdum çend müddet çend sabah beyanıyla, zat-ı vahdet denizine dalmakla kendime nisbet vücudu varlığımı, fenafillâh keşfi irfanı ile kaybettim, ta ki vahdetin kesret-i sabahı olanakadar, hep vahdet tecellileri ile zevklendim, diyor.




Sadrıma elif yazılı başıma ba
Ceybine cim Hilmi yâ oldu levah

      Elif: Arap alfabesinin birinci harfi olup, mana itibarıyla uluhuyet makamını yani Allah’ı ifade eder. Ba harfi de: Arap alfabesinin ikinci harfi olup uluhuyetin/Allah’ın göklerde yerde ve ikisi arasındaki makamlarının kemâli’ne mazharıyeti ifade eder.
Cim: Arap alfabesinin bir harfidir ve Hakk’ın cemâl yüzü tecellisini remzeder,Ceyb: Gömleğin ayrığı, yakası, Levah: Levha, tabelâ demektir.
Bunu beyanla Malik Efendi Hazretlerisadrıma elif yazılı başıma ba buyurmakla, gönlüm meratibi ilâh-i keşfi kemâlatı ile doldu. Baş’ım ise bu kemâlat mazharıyeti ile konuşur, görür, işitir, tefekkür eder diyor. Ve devamlaceyb’in yani gömleğimin ayrığının/yakasının içinde görünen şahsımın irşadında açığa çıkan Cemâl-i İlâhidir. Ki Hilmi ismiyle görünen kimlik tabela ve levhası bunu ifade edip anlatır, buyuruyor.
Çünkü kâmil mürşid Allah’ın kerem, yani Cemâl-i İlâhi’nin ikram ediciliğine mazhar olduğundan, Cenab-ı Hak cemâl yüzünü kâmil’in irşadıyla açığa çıkarıp zahir eder. Bu itibarla cümle kâmil mürşid’in imam ve önderi olan Hz. Ali (kv /Kerem Allah’u veche) (Allah’ın ikram edici yüzü) ünvanıyla anılır. 

Hiç yorum yok: