18 Şubat 2016 Perşembe

İlm-i hikmette ben oldum çün vukuf



ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN



İlm-i hikmette ben oldum çün vukuf
Onsekizbin âleme oldum aruf

      İlm-i hikmet:Kalb’te daim zikir uyanıklığı ve meratibi ilâh-i (Allah’ın makamları) keşfi irfanı ile her varlık ve tecellide mevcut olan Hakk’ı tanıyıp müşahade etme marifetidir. Bu itibarlaher ilimde hikmet olmaz. Fakat hikmet’te muhakkak ilim ve irfan vardır. Rivayet edilir ki Resulullah (s.a.v) mescidin içine girmeyip kapısında bekleyen İblis’e; “Burada ne yapıyorsun” diye sorduğunda iblis;“İçeride şu namaz kılanın namazını bozacağım fakat şurada uyuyandan korkup giremiyorum” diyor. Bunun üzerine Resulullah, uyuyan kimsenin ilimi hikmet ehl-i olduğunu görüyor ve “Hikmet ehlinin uykusu cahilin ibadetinden efdâldir” buyuruyor.
      Onsekizbin âlem, Hakk’ın vahdet-i zatından zuhura getirdiği cümle kesret / çokluk âlemleri demektir. Ki bunu beyanla Malik Efendi; zikri daim ve meratibi ilâh-i keşfi irfanıyla her varlıkta mevcut olan Hakk’ı tanıma İlm-i hikmetine ben, meslek-i resul irşadıyla vakıf olduğum gibi, vahdetin kesreti zuhuru olan onsekizbin âlemi kesrete de arif oldum, diyor. 

Dil-i derununda olanlar ehl-i dert
Bize gelsün kalbini kılsın zaruf

      Dil-i derun:Kalbin derinliği, Zaruf: Zarif, kibar anlamında olup, kalbinin derinliğinde Hak derdi olunlar bize gelsin. Bizim irşadımızla onların kalbi, derdlerden arınarak Rabbin müşahade-siyle ilâhi deva ve dermana kavuşup, zarafet ehli olurlar, buyruluyor. Ki zerafet, kibarlık demektir. Zerafet ehli olmak ise, cümle tecellilerdeki Rabbini müşahade marifetine ermiş. Ve bu müşahede ve marifetini münasip lisan ve ahval ile başkalarına aktararak, irşad aydınlığıyla insanları aydınlatan kimse olmaktır.
      Bu itibarla Allah dostu olan veliler, meczup evliya ve kibar evliya olarak iki kısımdır. Ki her zamanın Meczup velileri, Türk İslam kültüründe behlüldane olarak ta ifade edilmiş olup, bunlar daha ziyade harkulâde olağanüstü ahvalleriyle tanınıp bilinirler.Kibar veliler ise, “Âlimler peygamberlerin varisidir”hadisi şerifi ile beyan olunan peygamber varisleridir. Ki, bunlar Muhammedi ahval ve kulluk ile yaşayıp, marifet ve kemâlatlarıyla insanlığı irşad ederek aydınlatıp yol gösterirler. Bunları ifadeyle Hz. Resulullah;“Ümmetimin âlimleri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” buyurduğu gibi diğer bir hadiste; “Beni kabirde aramakla bulamzsınız. Benim varisim olan âlimler vardır onları bulursanız ben orada bulunurum” diyor.   
      Bu itibarla peygamber varislerinden olan Malik Efendi Hz; Dil-i derununda olanlar ehl-i derd bize gelsin,kalbini kılsın zarufdiyor. Yani kalbinin derinliğinde Allah derdi olanlarınbizim telkin ve irşadımızla derdleri deva ve dermana dönüşür de onlar, kibar velilere karışıp zarif kibar evliyalardan olurlar, demektir.

Kubbe-i Hak'da fena ol ey aziz
Nefs içinde kalmasın asla mahûf

      Mahuf:Korkulu, tehlikeli demektir. Kubbe-i Hak’ta fena olmak ise:Abdin / kulun nisbet vücudunu Hakk’ın zat-ı mevcudiyetinde yok / fena etmesidir. Bunun için meslek-i Resul’de kâmilin irşadı ile tevhid mertebelerinin keşfi irfanına mazhar olmak gerekir. Ki ancak kul bu mazharıyetle Hakk’ın zatı vahdetinde / birliğinde nisbet varlığını fena edebilir. Böyle kullarını beyanla Cenab-ı Hak;“Gök kubbem altında benim evliya kullarım vardır. Onları; ancak ben bilirim.”(Kutsi hadis) Diyor. Kubbe-i Hak altında fena bulup yokluğa eren bu veli kullar, aynı zamanda Hz. Resulullah’ın;“Hesap günü gelmeden hesabınızı görün” dediği ve ahirette görülecek olan hesaplarını bu âlemde görmüş olanlardır. Çünkü ahiretteki hesap, kul’un bu yeryüzü olan imtihan âleminde nisbet varlığıyla işlediği sevapların ve günahların hesabıdır. Ve her mümin, bu âlemde işlediği şuç ve günahlardan dolayı hesap gününden mahuf olup, korkar ve endişelenir.
      Kubbe-i Hak’ta fena bulan veli arif bir kul’un nisbet varlığı olmadığı için o, işlediği sevaplarını her fiilin faili olan Allaha nisbet ettiğinden, onun hesabını vereceği sevabı olmaz. Onun hesabını vereceği sevabı olmadığı gibi, haram ve günahın her türlüsünden uzak kalıp asla kesinlikle harama ve günaha yanaşmadığından onun, hesabını vereceği günahı da olmaz. Ki böyle veli arifler, hesap gününün korku ve endişesinin olmadığı bir kullukla Rabbin katına yükselirler. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da; “Gözünüzü açın! Allah’ın evliyası / dostları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Yunus, 62) buyrulur.
  Bunu beyanla meslek-i Resul’de kâmil’in irşadıyla kubbe-i Hak'da fena ol ey aziz ki, nefsin için kalmasın asla mahûf, deniliyor. Ki, Hakk’ın zatı vahdetinde nisbet varlığını fena / yok ederek Allahın velileri dostları arasına dâhil ol ki, kendin / nefsin için asla korkulup endişe edilecek bir şey kalmasın, demektir.

Her nefeste bin kez Allah kalp desin
Zülfikarı tut elinde hem süyûf

      Suyuf:Kılıçlar, Zülfikâr:Hz.Ali’nin kılıcı demektir. Daha evvel de beyan edildiği gibi, cenab-ı Hakk’ın kul’dan yapmasını istediği zikir, kalb ile her nefeste ve Allah ismi ile yapılan zikr-i dâimdir. Bunu ifadeyle Kur’an’da; “…siz ayakta iken, oturur iken, yatar iken Allah’ı zikredin…” (Nisâ, 103) buyrulur. Ki, yaşayan bir insanın ayakta olamak, oturmak ve yatmaktan başka bir pozisyonu olmadığından bir kimse, nefes alıp verdiği müddetçe ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Ve böyle kulları ifadeyle başka bir ayette, “Aklını işleten / gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken dâima Allah’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân,191) buyrulur. Bu vahiy beyanlarından açık ve net bir şekilde anlaşıldığı gibi Cenâb-ı Hak, kullarından kendisini şu kadar bu kadar sayı ile değil, her nefeste zikr-i dâim’le zikretmesini istiyor. Ki Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid’inde bunu ifadeyle;

“Her nefeste Allah adın de müdâm” der.

      Ayrıca Kur’an’daki;“Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiğinde kalbleri titrer...” (Enfâl, 2) “Onlar öyle insanlardır ki; Allah zikredilince kalbleri titrer…” (Hac, 35) “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler; ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d, 28) ayetleri ve benzer ayet beyanları ile Cenâb-ı Hak kullarına, hangi aza ve isim ile zikretmesini de öğretir.
Bu ve benzeri ilahî buyruklar bize Hakk’ı kalb ile, isimlerinden Allah ismini zikri daim’le zikretmemizi açıkça beyan eder. Ki burada kast edilen kalp, bedendeki kan pompası olan kalp olmayıp manev-i vücudun hasleti olan kalp’dir. Ve kalp, vücudun merkezi olup bir ülkenin başkenti gibidir. Nasıl ki ülkenin başkentinde kim iktidar olursa, o ülkenin diğer şehirlerinin de başkentteki iktidarın hakimiyetine girmesi gibi, bir kulun kalbinde zikrullah hakim olursa, o kulun vücudundaki azaların tamamında hakimiyet Allah’ın olur. Yani vücudun diğer azaları da kalbdeki zikrullah hakimiyetine girer ve Allah’a boyun eğer.Bunu ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddin Ârabi Hz; “Bir kimsenin kalbindeki hangi muhabbet / sevgi diğer sevgilere galip hâkim olursa, o şey kul’un mabudu (ibadet edileni) olur.” diyor.
Cenâb-ı Hakk’ın kullarından zikretmesini istediği Allah ismi, mertebe itibariyle ulûhiyet mertebesinin ismi olup, esma itibarıyla ise, ism-i celâldir. Bunun için, Celâl’in yakıcı tesiri olduğundan zikir, kalb ile ve Allah ismiyle yapıldığında ancak kalpteki Hak’tan gayrı muhabbetleri yakıp yok ettiğinden Cenâb-ı Hak, azalar içindeki merkezi aza olan kalp ile Allah diyerek ve her nefeste zikri daimi kullarına vahiyle bildirip, emrediyor.
    Zülfikâr Hz.Ali’nin ucu iki çatallı olan kılıcıdır. Ki çatalın bir tarafı Hakk’ın vahdet tecellisine, bir tarafı ise vahdetin kesret-i (çokluğu) tecellisine arif olmayı ifade eder. Böyle bir marifetle veli arif kullardan olabilmeyi beyanla; Her nefeste bin kez, yani kalbin Allah diyerek zikri daim ile beraber Zülfikarı tut elinde hem süyûf buyruluyor. Yani kalbin Allah zikri daimi ile uyanık olduğu gibi, elindeki marifet kılıcın Zülfikâr olsun. Sen o zaman Hakk’ın hem vahdet hemde kesret tecellileri keşfi kemaline erişirsin, demektir.

Hilmi' yâ vahdet ilinden gelmişem
Ehl-i derde hem deva sırrı mâruf

      Maruf:Bilinen, tanınmış anlamlarını ifade eder. Ki, Malik Efendi Hazretleri meslek-i Resul irşadıyla Hakk’ın vahdet-i zatına kavuşmuş mürşid-i kâmil olduğundan ey Hilmi diyerek, kendini muhatab edip bizlere, vahdet şehrine / iline erişip rabbine kavuşma derdl ile dertli olanlara, telkin-i irşadımla şifa deva dağıtmaktır benim sırrım, diyor. Ve böyle bilip tanıyanlar bana maruf olurlar. Yani böyle bilenler ancak beni doğru bilip tanımış olurlar, buyuruyor. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.  

Hiç yorum yok: