ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
İlm-i
hikmette ben oldum çün vukuf
Onsekizbin
âleme oldum aruf
İlm-i hikmet:Kalb’te daim zikir
uyanıklığı ve meratibi ilâh-i (Allah’ın makamları) keşfi irfanı ile her varlık
ve tecellide mevcut olan Hakk’ı tanıyıp müşahade etme marifetidir. Bu
itibarlaher ilimde hikmet olmaz. Fakat hikmet’te muhakkak ilim ve irfan vardır.
Rivayet edilir ki Resulullah (s.a.v) mescidin içine girmeyip kapısında bekleyen
İblis’e; “Burada ne yapıyorsun” diye sorduğunda iblis;“İçeride
şu namaz kılanın namazını bozacağım fakat şurada uyuyandan korkup giremiyorum”
diyor. Bunun üzerine Resulullah, uyuyan kimsenin ilimi hikmet ehl-i olduğunu
görüyor ve “Hikmet ehlinin uykusu cahilin ibadetinden efdâldir” buyuruyor.
Onsekizbin âlem, Hakk’ın vahdet-i zatından zuhura getirdiği cümle kesret
/ çokluk âlemleri demektir. Ki bunu beyanla Malik Efendi; zikri daim ve
meratibi ilâh-i keşfi irfanıyla her varlıkta mevcut olan Hakk’ı tanıma İlm-i hikmetine ben, meslek-i resul
irşadıyla vakıf olduğum gibi,
vahdetin kesreti zuhuru olan onsekizbin
âlemi kesrete de arif oldum, diyor.
Dil-i
derununda olanlar ehl-i dert
Bize gelsün
kalbini kılsın zaruf
Dil-i derun:Kalbin derinliği, Zaruf: Zarif, kibar anlamında olup,
kalbinin derinliğinde Hak derdi olunlar bize gelsin. Bizim irşadımızla onların
kalbi, derdlerden arınarak Rabbin müşahade-siyle ilâhi deva ve dermana kavuşup,
zarafet ehli olurlar, buyruluyor. Ki zerafet, kibarlık demektir. Zerafet ehli
olmak ise, cümle tecellilerdeki Rabbini müşahade marifetine ermiş. Ve bu
müşahede ve marifetini münasip lisan ve ahval ile başkalarına aktararak, irşad
aydınlığıyla insanları aydınlatan kimse olmaktır.
Bu itibarla Allah dostu olan veliler, meczup evliya ve kibar evliya olarak iki kısımdır. Ki her zamanın
Meczup velileri, Türk İslam kültüründe behlüldane
olarak ta ifade edilmiş olup, bunlar daha ziyade harkulâde olağanüstü
ahvalleriyle tanınıp bilinirler.Kibar veliler ise, “Âlimler peygamberlerin
varisidir”hadisi şerifi ile beyan olunan peygamber varisleridir. Ki,
bunlar Muhammedi ahval ve kulluk ile yaşayıp, marifet ve kemâlatlarıyla
insanlığı irşad ederek aydınlatıp yol gösterirler. Bunları ifadeyle Hz. Resulullah;“Ümmetimin
âlimleri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz” buyurduğu
gibi diğer bir hadiste; “Beni kabirde aramakla bulamzsınız. Benim
varisim olan âlimler vardır onları bulursanız ben orada bulunurum” diyor.
Bu itibarla peygamber varislerinden olan Malik Efendi Hz; Dil-i derununda olanlar ehl-i derd bize
gelsin,kalbini kılsın zarufdiyor.
Yani kalbinin derinliğinde Allah derdi olanlarınbizim
telkin ve irşadımızla derdleri deva ve dermana dönüşür de onlar, kibar velilere
karışıp zarif kibar evliyalardan olurlar, demektir.
Kubbe-i
Hak'da fena ol ey aziz
Nefs içinde
kalmasın asla mahûf
Mahuf:Korkulu, tehlikeli
demektir. Kubbe-i Hak’ta fena olmak ise:Abdin
/ kulun nisbet vücudunu Hakk’ın zat-ı mevcudiyetinde yok / fena etmesidir.
Bunun için meslek-i Resul’de kâmilin irşadı ile tevhid mertebelerinin keşfi
irfanına mazhar olmak gerekir. Ki ancak kul bu mazharıyetle Hakk’ın zatı
vahdetinde / birliğinde nisbet varlığını fena edebilir. Böyle kullarını beyanla
Cenab-ı Hak;“Gök kubbem altında
benim evliya kullarım vardır. Onları; ancak ben bilirim.”(Kutsi hadis) Diyor. Kubbe-i Hak altında fena bulup yokluğa eren bu veli
kullar, aynı zamanda Hz. Resulullah’ın;“Hesap günü gelmeden hesabınızı görün”
dediği ve ahirette görülecek olan hesaplarını bu âlemde görmüş olanlardır.
Çünkü ahiretteki hesap, kul’un bu yeryüzü olan imtihan âleminde nisbet
varlığıyla işlediği sevapların ve günahların hesabıdır. Ve her mümin, bu âlemde
işlediği şuç ve günahlardan dolayı hesap gününden mahuf olup, korkar ve endişelenir.
Kubbe-i Hak’ta fena bulan veli arif bir
kul’un nisbet varlığı olmadığı için o, işlediği sevaplarını her fiilin faili
olan Allaha nisbet ettiğinden, onun hesabını vereceği sevabı olmaz. Onun
hesabını vereceği sevabı olmadığı gibi, haram ve günahın her türlüsünden uzak
kalıp asla kesinlikle harama ve günaha yanaşmadığından onun, hesabını vereceği
günahı da olmaz. Ki böyle veli arifler, hesap gününün korku ve endişesinin
olmadığı bir kullukla Rabbin katına yükselirler. Ki bunu ifadeyle Kur’an’da; “Gözünüzü açın! Allah’ın evliyası /
dostları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.” (Yunus,
62) buyrulur.
Bunu beyanla meslek-i Resul’de kâmil’in
irşadıyla kubbe-i Hak'da fena ol ey aziz
ki, nefsin için kalmasın asla mahûf, deniliyor.
Ki, Hakk’ın zatı vahdetinde nisbet varlığını fena / yok ederek Allahın velileri
dostları arasına dâhil ol ki, kendin / nefsin için asla korkulup endişe
edilecek bir şey kalmasın, demektir.
Her nefeste
bin kez Allah kalp desin
Zülfikarı
tut elinde hem süyûf
Suyuf:Kılıçlar,
Zülfikâr:Hz.Ali’nin kılıcı demektir. Daha
evvel de beyan edildiği gibi, cenab-ı Hakk’ın kul’dan yapmasını istediği zikir,
kalb ile her nefeste ve Allah ismi ile yapılan zikr-i dâimdir. Bunu ifadeyle Kur’an’da;
“…siz
ayakta iken, oturur iken, yatar iken Allah’ı zikredin…” (Nisâ, 103) buyrulur. Ki, yaşayan bir
insanın ayakta olamak, oturmak ve yatmaktan başka bir pozisyonu olmadığından
bir kimse, nefes alıp verdiği müddetçe ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Ve
böyle kulları ifadeyle başka bir ayette, “Aklını işleten / gönül ehli o kişilerdir
ki; ayakta, otururken, yatarken dâima Allah’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân,191) buyrulur. Bu vahiy beyanlarından
açık ve net bir şekilde anlaşıldığı gibi Cenâb-ı Hak, kullarından kendisini şu
kadar bu kadar sayı ile değil, her nefeste zikr-i dâim’le zikretmesini istiyor.
Ki Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid’inde bunu ifadeyle;
“Her nefeste Allah adın
de müdâm” der.
Ayrıca Kur’an’daki;“Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir
ki; Allah zikredildiğinde kalbleri titrer...” (Enfâl, 2) “Onlar öyle
insanlardır ki; Allah zikredilince kalbleri titrer…” (Hac, 35) “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain
olur. Gözünüzü açın / dikkat edin, kalbler; ancak zikrullah ile tatmin olur.”
(Ra’d, 28) ayetleri ve benzer ayet beyanları ile Cenâb-ı Hak kullarına,
hangi aza ve isim ile zikretmesini de öğretir.
Bu ve benzeri ilahî buyruklar bize
Hakk’ı kalb ile, isimlerinden Allah ismini zikri daim’le zikretmemizi açıkça beyan eder. Ki burada kast edilen kalp, bedendeki
kan pompası olan kalp olmayıp manev-i vücudun hasleti olan kalp’dir. Ve kalp,
vücudun merkezi olup bir ülkenin başkenti gibidir. Nasıl ki ülkenin başkentinde
kim iktidar olursa, o ülkenin diğer şehirlerinin de başkentteki iktidarın
hakimiyetine girmesi gibi, bir kulun kalbinde zikrullah hakim olursa, o kulun
vücudundaki azaların tamamında hakimiyet Allah’ın olur. Yani vücudun diğer
azaları da kalbdeki zikrullah hakimiyetine girer ve Allah’a boyun eğer.Bunu
ifadeyle Şeyhül Ekber Muhiddin Ârabi Hz; “Bir kimsenin kalbindeki hangi muhabbet /
sevgi diğer sevgilere galip hâkim olursa, o şey kul’un mabudu (ibadet edileni)
olur.” diyor.
Cenâb-ı Hakk’ın kullarından
zikretmesini istediği Allah ismi, mertebe itibariyle ulûhiyet mertebesinin ismi
olup, esma itibarıyla ise, ism-i celâldir. Bunun için, Celâl’in yakıcı tesiri
olduğundan zikir, kalb ile ve Allah ismiyle yapıldığında ancak kalpteki Hak’tan
gayrı muhabbetleri yakıp yok ettiğinden Cenâb-ı Hak, azalar içindeki merkezi
aza olan kalp ile Allah diyerek ve her nefeste zikri daimi kullarına vahiyle
bildirip, emrediyor.
Zülfikâr
Hz.Ali’nin ucu iki çatallı olan kılıcıdır. Ki çatalın bir tarafı Hakk’ın vahdet
tecellisine, bir tarafı ise vahdetin kesret-i (çokluğu) tecellisine arif olmayı
ifade eder. Böyle bir marifetle veli arif kullardan olabilmeyi beyanla; Her nefeste bin
kez, yani kalbin Allah diyerek zikri daim ile beraber Zülfikarı tut elinde hem süyûf buyruluyor. Yani kalbin Allah zikri
daimi ile uyanık olduğu gibi, elindeki marifet kılıcın Zülfikâr olsun. Sen o
zaman Hakk’ın hem vahdet hemde kesret tecellileri keşfi kemaline erişirsin,
demektir.
Hilmi' yâ vahdet ilinden gelmişem
Ehl-i derde
hem deva sırrı mâruf
Maruf:Bilinen, tanınmış anlamlarını ifade eder. Ki,
Malik Efendi Hazretleri meslek-i Resul irşadıyla Hakk’ın vahdet-i zatına
kavuşmuş mürşid-i kâmil olduğundan ey
Hilmi diyerek, kendini muhatab edip bizlere, vahdet şehrine / iline
erişip rabbine kavuşma derdl ile dertli olanlara,
telkin-i irşadımla şifa deva
dağıtmaktır benim sırrım, diyor. Ve
böyle bilip tanıyanlar bana maruf olurlar.
Yani böyle bilenler ancak beni doğru bilip tanımış olurlar, buyuruyor. Her şeyi
en iyi bilen Allah’tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder