8 Şubat 2016 Pazartesi

Gönlüm içinde peyda oldu bir nâr hay meded

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Gönlüm içinde peyda oldu bir nâr hay meded
Varlığım manendi sîna oldu tarumar hay meded

 Peyda:Açık, meydanda, var olan,Manende: Benzeyen, mümasil, eş değerli.Sina; Hz. Musa’ya vahiy inen dağın ismi,Tarumar: Perişan, dağınık, karmakarışık demektir.
Kur’an-ı Kerim’de; “Musa bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle yakardı: ‘Rabbim göster bana kendini, göreyim seni’ dedi. ‘Asla göremezsin beni, ama şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin.’ Rabbi dağa tecelli edince onu parça parça etti ve Musa saikaya tutuldu / baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle dedi: ‘Tesbih ederim o yüce varlığını, tövbe edip sana yöneldim, îman edenlerin ilkiyim ben.” (A’raf, 143) buyrulur.
Bu itibarlagönlüm içinde bir ateş peyda olup açığa çıktı, varlığım manendi sina oldu tarumar beyanı; Hz. Musa’nın sina dağına bakmakla “saikâya” tutulup kendinden geçmesi gibi, benim vücud-u varlığım tarumar oldu demektir.
Ki her kalp’te/gönül’de muhakkak çeşitli şeylerin sevgisi ve aşk’ı olur ki, Şeyhül Ekber Muhiddin ArabîHazretleri; “Gönülde var olan sevgilerden hangisi diğerlerine galip gelir de gönlü kaplarsa, o galip sevgi kul’un mabudu (ibadet edileni) olur.” diyor. Çünkü kul’un nefsi, gönülde hâkim olan sevgi ile lezzetlendiğinden, kul o sevilen uğrunda kulluk üretir. Mesela; bir spor dalına veya futbola aşırı ilgi duyup o sporu seven kimsenin gönlü, futbol muhabbeti hâkimiyetine girdiğinden futbol, o kimsenin hayatının en önemli aktivitesi olur. Kiminin güzel sanatlara, ticarete, insana, şans oyunlarına, içki ve keyf vericilere vb. olan aşırı ilgi ve sevgisi gönülde hâkim olup o şeyi mabudlaştırdığından, o şey için üretilen aktivite, mabud (ibadet edilen) için ifa edilen ibadet ve kulluk gibi olur. Bu itibarlayaratıcı olan Allah’tan gayrı herhangi bir şeyin sevgisinin gönülde hâkim olması, masivanın yani gayrıyetin mabudlaşmasıdır. 
Masiva/gayriyet gayrı müslimde (Müslüman olmayanda) olursa “açık şirk’tir,” müslümanda olursa Resulullah’ın “…ümmetimin gizli şirkinden korkarım” dediği gizli şirk’tir.” Çünkü gizli şirk, kul’un kendine ve o sevdiği şeylere Hak’tan ayrı vücut nisbet etmesinden hâsıl olur.
Gizli şirk’ten kurtulmanın çaresi ise zikr-i daim ile kalpte/gönülde hâkim olan Allah sevgisini tevhid-i hakiki irfanı ile ilâh-i aşk’a dönüştürüp, ilâh-i aşk ateşiyle kulun kendine ve âleme nisbet ettiği tüm varlıkların vücudlarını yakıp darmadağın etmesidir. Ki bunu beyanla Malik Efendi Hazretleri; gönlüm içinde ilâh-i aşk ateşi peyda olup açığa çıkmasıyla nisbet varlığım, sina dağı gibi tarumar oldu diyor.

Ne tecellidir acaba dil-i derunundaki od
Benliğimi etti yağma doldu envar hay meded

Dil-i derun: Kalbin içi, kalbin derinliği,Od: Ateş,Envar: Nurlar demektir.
Buna göre; nasıl bir tecellidir bu kalbin derinliklerinden hâsıl olan ilâhi aşk ateşi ki bu ateş, nisbet vücud-u benliğimi yağma ettiği gibi, yokluğa erişmiş kulluğum ilâh-i aşk’ın envarı (nur-u aydınlığı) ile doldu, deniliyor. Çünkü Hak aşk-ı, aşığı yokluk olan fenafillâh keşfi irfanına ulaştırdığından Hak âşığı, yokluğunda ilâh-i sevgiliden gayrı bir şey görmez, onun nazarı/bakışı ilâhi sevgiliyi müşahade irfan-ı aydınlığıyla dolu olduğundan o, daima ilâh-i sevgiliye bakar.

İnnî sırr-ı Musa galiba hem kabesi nar
Vadi-i eymendir ba Tur-i ahyar hay meded

Kabesi nar: Ateş şulesi, öğrenmek,Vadi-i eymen:Tur’un sağ tarafındaki bir vadi,Tur-i ahyar:Hayrı bol/çok olan Tur-i Sina dağı, anlamında olup bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“Felemma etaha nudiye min şatil vadil eymeni fil buk’atil mubareketi mineş şecerati en ya Musa inni enellahu rabbül âlemin. /Musa ateşin yanına gelince, o mübarek buk’adaki eymen vadisinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle seslenildi: Ya Musa! Muhakkak ki Ben, evet, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’ım.” (Kasas,30)buyrulur.
Ki buna göre, beyitteki inni sırrı Musa hem kabesi nar ifadesinin anlamı şöyledir: Kabesi nar: Ateş şulesi ve öğrenmek manalarına da gelir ki Hz. Musa’nın, ateş suretinde tecelli eden Hakk’ın; “Ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’ım.” hitabına muhatap olması, Hz. Musa’nın Hakk’ın uluhuyet ve rububiyet tecellilerini müşahade ederek öğrenmesidir.
Çünkü Cenab-ı Hak, zat-ı ehadiyeti / tekliği ile bilinemez ve görülemez. Ancak, Cenab-ı Hak zat-ı ehadiyet tekliğinden vahidiyetine tecelli eder ki vahidiyetin batını uluhuyettir, yani Allah’tır, zahiri ise rububiyettir. Ve Allah rububiyeti yani rablığı ile görünür müşahade olunur. Bu müşahadeye ulaşabilmesi için kulun, gönül / kalp Tur’unun vadi-i eymenine erişmesi gerekir. Ki tur-i ahyar: Zahiren hayrı bol/ çok olan Tur-i Sina dağı olup hakikatta kalp makamını remzeder,Vadi-i eymen ise Tur’un sağ tarafındaki bir vadinin ismidir ve kalbe gelen hidayet tecellilerini ifade eder.
      Bu itibarla Hz. Musa’nın Tur dağındaki vadi-i eymende mazhar olduğu vahiyle insanlara hidayet yolunu göstermesi gibi, günül/kalp tur’u olan kalp makamına varan bir kul, hayrı bol olan vadi-i eymende mazhar olunan hidayet yüklü ilham ve doğuşlarla, Hak yolunun yolcusu ve yol göstericisi (mürşidi) olur.
Bunu ifadeyle, mürşidi kâmil Malik Efendi HazretleriTur-u ahyarın (hayrı bol olan Tur’un) eymen vadisinde kabesi nar, yani ateş şulesi suretiyle Hz. Musa’nın müşahade ettiği;“Ya Musa! Muhakkak ki Ben Rabb’ül alemiyn olan Allah’ım” (Kasas,30) sırr-ı marifetine eriştiğini, beyan ediyor.

Hep izafetle masiva mahv olup cümle Hak'ka
Fi'd-diyar leyse gayren gitti ağyar hay meded

İzafet: İsnad etmek, nisbet etmek, meyl etmek,Masiva:Gayrıyet, Hak’tan gayrı olanlar, Fi'd-diyar leyse gayren: Gayrıyeti kalmayan diyar / yurt demektir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Kulu Hak’tan ayıran her ne ise o, dünyadır.” diyor. Ki buna göre; beni hak’tan ayıran gayrıyet dünyasının ilgi ve alakası olan hep izafet, yani cehalet ve zan ile vücut nisbet ettiğim cümle masiva mahv oldu. Ve fi'd-diyar leyse gayren, yani rabbin harici masiva/ağyar olan cümle nisbet varlıklar Hakk’ın varlığına gark olup gittilklerinden, gayrıyetin olmadığı bir diyarın/yurdun kulluğuna ulaştım, deniliyor.

Çünkü düştü bahr-i aşka cism-i canın Hilmi'ya
İmdad ede Mustafa hem Ali Haydar hay meded

Bahri aşk’a düşmek:İlâh-i aşk denizine gark/dâhil olmaktır. Ki, her kim bu aşk denizine dalıp gark olursa onun cism-i canı, yani suret ve mana yönüyle kendine nisbet ettiği vücud-u varlığı fena bulur. Ve varlığı fenaya/yokluğa ulaşan bir kul, cenab-ı Hakk’ın “Ve kulum bana, kendisine farz kıldığım şeyden bana daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşmaz” (Hadisi kutsi) beyanı gereğince Hakk’a farz yakınlığına erişir. Ki bu farz yakınlığa erişen “kul’un dilinden hamdı’nı işitti” (Hadisi kutsi) beyanı hikmetince ilâh-i sevgili, o âşığa can olur.
Eğer âşık yüce Allah’ın;“Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.”(hadisi kutsi) buyurduğu nevafil yakınlığına yükselip terakki ederse, o zaman ilâh-i sevgili o âşığın cismi sureti de olur.
Böylece, âşığın fena / yok ettiği canına can, cismi suretine cismi suret olan ilâh-i sevgiliyle âşık, bekâbillaha erişip ölümsüzlüğe ebediyete karışır. Vesselam.
Hz. Resulullah (sav) Efendimiz’in her isminin bir hikmeti olduğu gibi Resulullah’ın Mustafa ismi; zat-ı ilâh-i mazharıyetiyle, mahv-ı bekâ arınmışlık safiyetine ulaşmayı ifade eder.
Ali haydar: Hz. Ali’nin lakap ve ünvanlarından olup,Haydar: Diri ve atılgan aslan manasına gelir. Hz. Ali’nin haydar/diri olması, velâyet irşadının tüm zamanlardaki diriliğinin aslanın cesareti, atılganlığı ve kararlılığıyla devamlı olmasıdır. Ve Hz. Ali’nin bu misyonunun velâyet irşadıyla zamanın mürşidi kâmili diriliğiyle devam etmesini ifade eder. Bu itibarlaHz. Ali velayet’in imamı olduğu için, her zamandaki mürşidi kâmil’in velâyetle irşadında Hz. Ali, haydardır / diridir.
Bunu ifadeyle Malik EfendiHilmi lakâbıyla; ilâh-i aşk ile cismi canım olan nisbet varlığım fena / yok oldu, Mustafa safiyeti olan mahv-ı bekâ mazharıyeti için, Hz. Ali’nin haydar olduğu kâmil’in irşadından yardım, medet istiyor.
      Çünkü kâmil mürşid, Kur’an’ın emir ve yasakları ile Allah’ın makamlarından başka bir şey telkin etmediğinden kâmil’in yardımı, Allah’ın yardımıdır. Ki, Kur’an-ı Kerim’e riayet ve Allah’ın makamlarının müşahadesi Allah’ın kullarına emri ve yardımıdır. Ve her kim kâmilin telkin ettiği Allah’ın bu emirlerine riayet ederse, o kişinin kulluğu kemâl bulur ve o kişi insan-ı kâmil olur. Herkim bunlara riayet etmezse onun zararı kendinedir. Ve Kur’an’daki “…Bilin ki Allah sizin mevlânızdır / dostunuzdur. O ne güzel mevlâ / dost ne güzel yardımcıdır.” (Enfal, 40) buyruğu icabınca, bu ilâhinin her beytinde tekrar edilen ‘hay medet’ ifadesi, Hay (diri) olan Allah’tan yardım istemeyi ifade eder.

Hiç yorum yok: