ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Gönlüm
içinde peyda oldu bir nâr hay meded
Varlığım
manendi sîna oldu tarumar hay meded
Peyda:Açık, meydanda, var olan,Manende: Benzeyen, mümasil, eş değerli.Sina; Hz. Musa’ya vahiy inen dağın ismi,Tarumar: Perişan, dağınık, karmakarışık demektir.
Kur’an-ı Kerim’de; “Musa
bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisiyle konuşunca şöyle yakardı:
‘Rabbim göster bana kendini, göreyim seni’ dedi. ‘Asla göremezsin beni, ama şu
dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin.’ Rabbi dağa
tecelli edince onu parça parça etti ve Musa saikaya tutuldu / baygın vaziyette
yere yığıldı. Kendine gelince şöyle dedi: ‘Tesbih ederim o yüce varlığını,
tövbe edip sana yöneldim, îman edenlerin ilkiyim ben.” (A’raf, 143) buyrulur.
Bu itibarlagönlüm içinde
bir ateş peyda olup açığa çıktı, varlığım manendi sina oldu tarumar
beyanı; Hz. Musa’nın sina dağına
bakmakla “saikâya” tutulup kendinden
geçmesi gibi, benim vücud-u varlığım tarumar
oldu demektir.
Ki her kalp’te/gönül’de
muhakkak çeşitli şeylerin sevgisi ve aşk’ı olur ki, Şeyhül Ekber Muhiddin ArabîHazretleri;
“Gönülde
var olan sevgilerden hangisi diğerlerine galip gelir de gönlü kaplarsa, o galip
sevgi kul’un mabudu (ibadet edileni) olur.” diyor. Çünkü kul’un nefsi,
gönülde hâkim olan sevgi ile lezzetlendiğinden, kul o sevilen uğrunda kulluk
üretir. Mesela; bir spor dalına veya futbola aşırı ilgi duyup o sporu seven
kimsenin gönlü, futbol muhabbeti hâkimiyetine girdiğinden futbol, o kimsenin
hayatının en önemli aktivitesi olur. Kiminin güzel sanatlara, ticarete, insana,
şans oyunlarına, içki ve keyf vericilere vb. olan aşırı ilgi ve sevgisi gönülde
hâkim olup o şeyi mabudlaştırdığından, o şey için üretilen aktivite, mabud
(ibadet edilen) için ifa edilen ibadet ve kulluk gibi olur. Bu itibarlayaratıcı
olan Allah’tan gayrı herhangi bir şeyin sevgisinin gönülde hâkim olması,
masivanın yani gayrıyetin mabudlaşmasıdır.
Masiva/gayriyet gayrı
müslimde (Müslüman olmayanda) olursa “açık
şirk’tir,” müslümanda olursa Resulullah’ın “…ümmetimin gizli şirkinden
korkarım” dediği “gizli şirk’tir.” Çünkü gizli şirk,
kul’un kendine ve o sevdiği şeylere Hak’tan ayrı vücut nisbet etmesinden hâsıl
olur.
Gizli şirk’ten kurtulmanın
çaresi ise zikr-i daim ile kalpte/gönülde hâkim olan Allah sevgisini tevhid-i
hakiki irfanı ile ilâh-i aşk’a
dönüştürüp, ilâh-i aşk ateşiyle kulun kendine ve âleme nisbet ettiği tüm
varlıkların vücudlarını yakıp darmadağın etmesidir. Ki bunu beyanla Malik
Efendi Hazretleri; gönlüm içinde
ilâh-i aşk ateşi peyda olup açığa
çıkmasıyla nisbet varlığım, sina dağı
gibi tarumar oldu diyor.
Ne
tecellidir acaba dil-i derunundaki od
Benliğimi
etti yağma doldu envar hay meded
Dil-i derun: Kalbin içi, kalbin
derinliği,Od: Ateş,Envar: Nurlar demektir.
Buna göre; nasıl bir tecellidir bu kalbin derinliklerinden hâsıl olan
ilâhi aşk ateşi ki bu ateş, nisbet
vücud-u benliğimi yağma ettiği gibi,
yokluğa erişmiş kulluğum ilâh-i aşk’ın envarı
(nur-u aydınlığı) ile doldu,
deniliyor. Çünkü Hak aşk-ı, aşığı yokluk olan fenafillâh keşfi irfanına
ulaştırdığından Hak âşığı, yokluğunda ilâh-i sevgiliden gayrı bir şey görmez,
onun nazarı/bakışı ilâhi sevgiliyi müşahade irfan-ı aydınlığıyla dolu
olduğundan o, daima ilâh-i sevgiliye bakar.
İnnî sırr-ı Musa galiba hem kabesi nar
Vadi-i eymendir ba Tur-i ahyar hay meded
Kabesi nar: Ateş şulesi, öğrenmek,Vadi-i eymen:Tur’un sağ tarafındaki bir
vadi,Tur-i ahyar:Hayrı bol/çok olan
Tur-i Sina dağı, anlamında olup bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de;“Felemma
etaha nudiye min şatil vadil eymeni fil buk’atil mubareketi mineş
şecerati en ya Musa inni enellahu rabbül âlemin. /Musa ateşin yanına
gelince, o mübarek buk’adaki eymen vadisinin sağ tarafındaki ağaçtan şöyle
seslenildi: Ya Musa! Muhakkak ki Ben, evet, ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’ım.”
(Kasas,30)buyrulur.
Ki buna göre, beyitteki inni sırrı Musa hem kabesi nar ifadesinin anlamı şöyledir: Kabesi nar: Ateş şulesi ve öğrenmek
manalarına da gelir ki Hz. Musa’nın, ateş suretinde tecelli eden Hakk’ın; “Ben
âlemlerin Rabb’i olan Allah’ım.” hitabına muhatap olması, Hz. Musa’nın
Hakk’ın uluhuyet ve rububiyet tecellilerini müşahade ederek öğrenmesidir.
Çünkü Cenab-ı Hak, zat-ı ehadiyeti / tekliği
ile bilinemez ve görülemez. Ancak, Cenab-ı Hak zat-ı ehadiyet tekliğinden
vahidiyetine tecelli eder ki vahidiyetin batını uluhuyettir, yani Allah’tır,
zahiri ise rububiyettir. Ve Allah rububiyeti yani rablığı ile görünür müşahade
olunur. Bu müşahadeye ulaşabilmesi için kulun, gönül / kalp Tur’unun vadi-i eymenine erişmesi gerekir. Ki tur-i ahyar: Zahiren hayrı bol/ çok
olan Tur-i Sina dağı olup hakikatta kalp makamını remzeder,Vadi-i eymen ise Tur’un sağ tarafındaki bir vadinin ismidir ve
kalbe gelen hidayet tecellilerini ifade eder.
Bu itibarla Hz. Musa’nın Tur dağındaki vadi-i eymende mazhar olduğu
vahiyle insanlara hidayet yolunu göstermesi gibi, günül/kalp tur’u olan kalp
makamına varan bir kul, hayrı bol olan vadi-i eymende mazhar olunan hidayet
yüklü ilham ve doğuşlarla, Hak yolunun yolcusu ve yol göstericisi (mürşidi)
olur.
Bunu ifadeyle, mürşidi kâmil Malik Efendi
HazretleriTur-u ahyarın (hayrı bol
olan Tur’un) eymen vadisinde kabesi nar,
yani ateş şulesi suretiyle Hz. Musa’nın müşahade ettiği;“Ya
Musa! Muhakkak ki Ben Rabb’ül alemiyn olan Allah’ım” (Kasas,30) sırr-ı marifetine
eriştiğini, beyan ediyor.
Hep izafetle
masiva mahv olup cümle Hak'ka
Fi'd-diyar
leyse gayren gitti ağyar hay meded
İzafet: İsnad etmek, nisbet etmek,
meyl etmek,Masiva:Gayrıyet, Hak’tan
gayrı olanlar, Fi'd-diyar leyse gayren:
Gayrıyeti kalmayan diyar / yurt demektir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretleri; “Kulu
Hak’tan ayıran her ne ise o, dünyadır.” diyor. Ki buna göre; beni
hak’tan ayıran gayrıyet dünyasının ilgi ve alakası olan hep izafet, yani cehalet ve zan ile vücut nisbet ettiğim cümle masiva mahv oldu. Ve fi'd-diyar leyse gayren, yani rabbin harici masiva/ağyar olan cümle nisbet varlıklar Hakk’ın varlığına gark olup gittilklerinden, gayrıyetin olmadığı
bir diyarın/yurdun kulluğuna
ulaştım, deniliyor.
Çünkü düştü bahr-i aşka cism-i canın Hilmi'ya
İmdad ede Mustafa hem Ali Haydar hay meded
Bahri aşk’a düşmek:İlâh-i aşk denizine gark/dâhil olmaktır. Ki, her kim bu aşk
denizine dalıp gark olursa onun cism-i
canı, yani suret ve mana yönüyle kendine nisbet ettiği vücud-u varlığı fena
bulur. Ve varlığı fenaya/yokluğa ulaşan bir kul, cenab-ı Hakk’ın “Ve kulum bana, kendisine farz
kıldığım şeyden bana daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşmaz” (Hadisi kutsi) beyanı gereğince Hakk’a farz yakınlığına erişir. Ki bu farz
yakınlığa erişen “kul’un dilinden hamdı’nı işitti” (Hadisi kutsi) beyanı hikmetince ilâh-i sevgili, o âşığa can olur.
Eğer âşık yüce Allah’ın;“Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu
severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el,
yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle
konuşur, benimle tutar, benimle yürür.”(hadisi kutsi) buyurduğu nevafil yakınlığına
yükselip terakki ederse, o zaman ilâh-i sevgili o âşığın cismi sureti de olur.
Böylece, âşığın fena / yok
ettiği canına can, cismi suretine cismi suret olan ilâh-i sevgiliyle âşık,
bekâbillaha erişip ölümsüzlüğe ebediyete karışır. Vesselam.
Hz. Resulullah (sav) Efendimiz’in her isminin
bir hikmeti olduğu gibi Resulullah’ın Mustafa
ismi; zat-ı ilâh-i mazharıyetiyle, mahv-ı bekâ arınmışlık safiyetine ulaşmayı
ifade eder.
Ali haydar: Hz. Ali’nin lakap ve
ünvanlarından olup,Haydar: Diri ve atılgan aslan manasına gelir.
Hz. Ali’nin haydar/diri olması, velâyet irşadının tüm zamanlardaki diriliğinin
aslanın cesareti, atılganlığı ve kararlılığıyla devamlı olmasıdır. Ve Hz.
Ali’nin bu misyonunun velâyet irşadıyla zamanın mürşidi kâmili diriliğiyle
devam etmesini ifade eder. Bu itibarlaHz. Ali velayet’in
imamı olduğu için, her zamandaki mürşidi kâmil’in velâyetle irşadında Hz. Ali,
haydardır / diridir.
Bunu ifadeyle Malik EfendiHilmi lakâbıyla; ilâh-i aşk
ile cismi canım olan nisbet varlığım fena / yok oldu, Mustafa safiyeti olan mahv-ı bekâ mazharıyeti için, Hz. Ali’nin haydar olduğu kâmil’in
irşadından yardım, medet istiyor.
Çünkü kâmil
mürşid, Kur’an’ın emir ve yasakları
ile Allah’ın makamlarından başka bir şey telkin etmediğinden kâmil’in
yardımı, Allah’ın yardımıdır. Ki, Kur’an-ı Kerim’e riayet ve Allah’ın makamlarının
müşahadesi Allah’ın kullarına emri ve yardımıdır. Ve her kim kâmilin telkin
ettiği Allah’ın bu emirlerine riayet ederse, o kişinin kulluğu kemâl bulur ve o
kişi insan-ı kâmil olur. Herkim bunlara riayet etmezse onun zararı kendinedir.
Ve Kur’an’daki “…Bilin ki Allah sizin mevlânızdır / dostunuzdur. O ne güzel mevlâ /
dost ne güzel yardımcıdır.” (Enfal,
40) buyruğu icabınca, bu ilâhinin her beytinde tekrar edilen ‘hay medet’ ifadesi, Hay (diri) olan Allah’tan yardım
istemeyi ifade eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder